Tarih: 28.07.2020 11:25

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ FESHEDİLSE NE OLUR? EDİLMEZSE NE OLUR? -1-

Facebook Twitter Linked-in

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ FESHEDİLSE NE OLUR? EDİLMEZSE NE OLUR?

Neler Oluyor?

1 Haziran 2019’da Cumhurbaşkanı’nın Milli İrade Platformu’nu Haliç Kültür Merkezi’nde bir iftar programında ağırlaması sırasında Platform üyelerinin “İstanbul Sözleşmesi” aleyhine bireysel konuşmalar yaptığı, KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği) temsilcisinin eleştirilere cevap vermek üzere kürsüye çıkması üzerine, temsilciyi konuşturmadıkları, sosyal medyada 2015’ten bu yana İstanbul Sözleşmesi aleyhine yazılanlar ve oluşan aleyhte havanın Cumhurbaşkanı’nı harekete geçirdiği, “İstanbul Sözleşmesi ‘nas’ değildir” dediği, 20 Şubat 2020’de Yüksek İstişare Kurulu’nda, “İstanbul Sözleşmesi’nin gözden geçirilmesi” tavsiyesinde bulunduğu bilinmektedir.

Akabinde durumdan vazife çıkaranların Sözleşme aleyhine muhtelif beyanlarına tanık olduk. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Cuma hutbesinde Sözleşme içinde geçen “toplumsal cinsiyet eşitliği”, “cinsel yönelim” gibi kavramlara karşı çıkması ve Müslümanları uyarması, buna karşın bazı Baroların İstanbul Sözleşmesini dayanak alarak feminist ve eşcinsel aktivitelere sahip çıkmaları, gündeme bomba gibi düşmüştür. Ardından AK Parti adına Numan Kurtulmuş’un, “Sözleşmenin hangi usullerle gelmişse, aynı usullerle gönderilebileceği” açıklaması, Milli İrade Platformu içinde yer alan cemaat kuruluşlarının da harekete geçmesini sağlamıştır.

İlginçtir, bu kuruluşların büyük bir kısmı İstanbul Sözleşmesi lehine ve aleyhine bugüne kadar görüş açıklamayan kuruluşlardır. Bu kuruluşlar durumdan vazife çıkararak Sözleşme aleyhine kampanyaya dönüşen açıklamaları birbirinin ardına yapmaktadır. Yine ilginçtir, bu açıklamalar sadece İstanbul Sözleşmesi aleyhine açıklamalardır. Açıklamalarda herhangi bir bilgi kırıntısı olmamakla birlikte, Sözleşmenin güvenceye aldığı “toplumsal cinsiyet eşitliği”ne dayalı ”devlet politikası” hakkında da tek söz yoktur. Açıklamalar birbirinin kopyası sloganlardan ibarettir.

İstanbul Sözleşmesi, “kadına karşı şiddetin önlenmesi” maskesi altında dünya halklarına dayatılan uluslararası bölgesel son çerçeve metindir. Sözleşme öncesinde ve sonrasında kadın hakları çerçevesinde şiddetin önlenmesi başlıklarıyla uzun bir süreç takip edilmiş, maalesef Türkiye’deki muhafazakâr kesim bu gelişmelerin dışında ilgisiz ve etkisiz kalmıştır. Tek istisnası olarak KADEM’i gösterebiliriz ki, o da Sözleşme’nin bazı rezervlerle birlikte savunucusu olarak ortada durmaktadır.

Öte yandan AK parti sözcüsünün beyanları sonrasında derin bir sessizlik hâkim oldu. Gündem, Ayasofya’nın müze olmaktan çıkarılıp camiye çevrilmesi ve ibadete açılmasına kilitlenmiş olup, İstanbul Sözleşmesi ve zulme dönüşen uygulamalar olarak bileşenleri gündem dışına çıkarılmıştır. Ancak, toplumun kahir ekseriyetinin yaşamını etkileyen aile sorunları, şiddet, toplumsal cinsiyet eşitliği, cinsel tercih, yönelim, faşizan feminist  ve eşcinsel aktivite baskıları, gündemi mutlaka işgal etmeye devam edecektir. Gündeme ilişkin çözüm arayışları da devam edecektir. Nitekim duyumlarımıza göre bazı geniş çevrelerce hükümete yardımcı olmak anlamında İstanbul Sözleşmesi ile ilgili istişare toplantıları yapılmaktadır.

Ayasofya’nın ibadete açılması çok önemlidir, fakat toplumsal hayatı derinden etkileyen, toplumun geleceğini karartan İstanbul Sözleşmesi ve bileşenleri, birkaç Ayasofya edecek kadar öneme haizdir. Bu nedenle, İstanbul Sözleşmesi ve yukarıda saydığımız, zulüm oluşturan bileşenleri önümüzdeki belki on yılları bile etkileyecek önemi haizdir. O halde gündeme sıkışıp kalmadan böylesi hayati bir konuyu etraflıca inceleyip kamuoyuna kitap halinde sunmamızla birlikte, tam olarak anlatamadığımız veya anlaşılması istenmeyen hususları da ele almak zarureti vardır. Bu zaruret, makalenin başlığından da anlaşılacağı gibi, önümüzdeki günlerde sakız gibi çiğnenecek olan “İstanbul Sözleşmesinin feshinin getirisi – götürüsü” olarak isimlendirilebilir.

Bu makalede öncelikle, kadına karşı şiddetin önlenmesi kapsamında uluslararası ve Türkiye özelinde çalışmalara kısaca göz atacağız. Sonrasında da, -tartışma, İstanbul Sözleşmesi üzerine yürüdüğünden- İstanbul Sözleşmesinin geçmiş ve hâlihazır (CEDAW, AİHS ve EK Protokoller ile iç hukuktaki yasal düzenlemeler) bileşenleriyle ilgisini kurarak, Sözleşmenin feshinin ne getirip götüreceği üzerinde görüşlerimizi ortaya koyacağız. Ancak tüm bu gelişmelerde asıl sorunun kadın hakları, eşitlik, kadına karşı şiddet olmadığını, aksine bunları öne çıkararak toplumsal cinsiyet, cinsel tercih/yönelim, cinsiyetsizleştirme,  farklı aile formları, aile yerine ev kavramsallaştırması olduğunu yinelemiş olalım. Dolayısıyla çalışmalarımızda kavramsal çözümleme ve süreç ön planda olup, her türlü Sözleşme, Bildiri ve aktiviteyi bu çerçevede değerlendireceğiz. Yukarıda saydığımız asıl  sorunlardan başat olanı “toplumsal cinsiyet” ve “toplumsal cinsiyet eşitliği”dir. Dolayısıyla kadın hakları ve kadına şiddet maskesi altındaki toplumsal cinsiyet eşitliği kavram ve olgusunun kadın hakları mücadelesi içinde oluşturulduğunu gözden kaçırmadan, tarihi süreci de aktarmak zorunluluğu vardır. Tarihi süreci olgularıyla anlatmak kadar, belgeler (konferanslar, sözleşmeler, yasalar) üzerinden de aktarmak zorunluluğu, bizi en genelde CEDAW ve İstanbul Sözleşmesiyle buluşturmuştur.

 

Uluslararasında Süreç

Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin ne olduğunu anlatabilmek için öncelikle kadın hakları konusunda uluslararası sözleşmelerin tarihine özet olarak bakmak gerekiyor.1

1952 yılında “Kadınların Siyasi Hakları Sözleşmesi”, 1957 yılında “Evli Kadınların Vatandaşlığı Sözleşmesi” ve 1962 yılında “Evliliklerin Kayıt Altına Alınması Konusundaki Sözleşme” BM Genel Kurulunda kabul edilmiştir.

1975 yılında Mexico City’de Birinci Dünya Kadın Konferansı’nda, 1975-1985 yılları arası BM Genel Kurulunca  “Kadın On Yılı” olarak ilân edilmiştir.

1980 yılında Kopenhag’da İkinci Dünya Kadın Konferansı’nda kadınların durumunun iyileştirilmesi için alınacak önlemleri belirleyen “Hareket Planı” (Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi İlke Kararı ) kabul edilmiştir.

1979 yılında Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın  Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) Genel Kurul’da kabul edilmiş ve 1980 yılında üye ülkelerin imzasına açılmıştır.

15-26 Temmuz 1985 tarihlerinde Nairobi’de Kadın İçin Eşitlik, Kalkınma ve Barış konularında Birleşmiş Milletler Kadın On Yılının Başarılarının Gözden Geçirilmesi ve Değerlendirilmesi konusunda Üçüncü Dünya Konferansı gerçekleştirilmiş, Konferansta “Kadının İlerlemesi İçin Nairobi İleriye Yönelik Stratejileri” kabul edilmiştir.

1993 yılında BM İnsan Hakları Konferansında kadın haklarının, evrensel insan haklarının ayrılamaz, bölünemez, devredilemez bir parçası olduğu resmen kabul edilmiştir.

1993’te BM öncülüğünde Viyana’da toplanan Dünya İnsan Hakları Konferansında Viyana İnsan Hakları Sözleşmesi kabul edilmiş olup kadınlara yönelik şiddetin acil ve derhal ele alınması gereken bir insan hakları ihlâli olduğu ilân edilmiştir.

Yine 1993’te BM Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi Genel Kurul tarafından kabul edilmiştir.

1994 yılında BM İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde oluşturulan Kadına Yönelik Şiddet, Sebepleri ve Sonuçları Özel Raportörlüğü ile şikâyete konu olan ülkenin herhangi bir sözleşmeye taraf olması ya da şikâyet konusu ile ilgili iç hukuku tüketmiş olma gereği aranmaksızın, BM üyesi tüm ülkelerde yaşanmakta olan bir soruna acil müdahalede bulunma olanağı sağlanmıştır.

4-15 Eylül 1995 tarihlerinde Pekin’de bir ‘taahhütler konferansı’ olarak planlanan Dördüncü Dünya Kadın Konferansı gerçekleştirilmiştir. 189 ülke temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen Konferansın sonucunda Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu isimli iki belge kabul edilmiştir. Türkiye, iki belgeyi de hiçbir çekince koymadan kabul etmiştir. Pekin Deklarasyonu, hükümetleri kadının güçlenmesi ve ilerlemesi, kadın-erkek eşitliğinin geliştirilmesi ve toplumsal cinsiyet perspektifinin ana politika ve programlara yerleştirilmesi konularında yükümlü kılmakta ve Eylem Platformunun hayata geçirilmesini öngörmektedir. Bu platform, cinsiyet eşitliğinin sağlanması için hükümetlerin önlem alması gereken 12 alan tespit etti ve aralarında yetki ve karar verme ile kurumsal mekanizmaların da olduğu bu alanlarda hükümetlere eylem planı geliştirmeleri çağrısı yapıldı.

1998 yılında BM Genel Kurulu, 52/86 Sayılı “Suçun Önlenmesi ve Ceza Adaleti Alanında Kadına Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Önlemler” başlıklı ilke kararı aldı.

5-9 Haziran 2000 tarihleri arasında New York’ta “Kadın 2000: 21.Yüzyıl İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve Barış” konulu BM Genel Kurul Özel Oturumuna Türkiye, Kadın, Aile ve Sosyal Hizmetlerden Sorumlu Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin başkanlığında, parlamenterler, bürokratlar, akademisyenler, gönüllü kadın kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan 23 kişilik bir resmi heyetle katılmıştır.2 Birleşmiş Milletler Bin Yıl Zirvesi diye adlandırılan bu oturumda “Binyıl Kalkınma Hedefleri arasında toplumsal cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesi ve kadının güçlenmesi” yer aldı. Bu alanda gelişimin ölçülmesi için üç kriter belirlendi: İlk, orta ve yüksek öğretimde kız çocukların erkeklere oranı, tarım dışı ücretli işlerde çalışan kadınların oranı ve mecliste kadın üye oranı. Artık Toplumsal cinsiyet eşitliği, BM tarafından da bir insan hakkı olarak nitelendiriliyor.3

 

Türkiye’de Süreç4

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ni (CEDAW) 1985 yılında imzalayıp 1986’da onaylayan Türkiye, 2000'lerin başından itibaren cinsiyet eşitliğinin sağlanması, uluslararası taahhüt ve normlara uymak konusunda bir dizi adım attı. Türkiye o dönemde CEDAW'ın, Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) "aile hukuku" bölümüyle çelişen bazı maddelerine çekince koydu. 1999 yılında ise TMK'da yapılması düşünülen değişiklikler sebebiyle bu çekinceler kaldırdı. 8 Eylül 2000'de imzalanan CEDAW Ek İhtiyari Protokol'ü 30 Temmuz 2002'de onaylandı. Böylelikle Türkiye CEDAW'a tam uyum sağlamayı taahhüt etmiş oldu.

CEDAW’ın Türkiye’ye tesirleri başta Anayasa olmak üzere Türk Medeni Kanunu, Türk Borçlar Kanunu, Türk Ceza Kanunu, İcra İflas Kanunu gibi metinlerle sosyal dokumuzun kılcallarına kadar yayıldı.5 Türk Medeni Kanunu ve Türk Ceza Kanunu baştan aşağı yeniden yazıldı.

İlk iş olarak 1988’de eski Türk Kanunu Medenisi’ndeki ‘boşanmış kişi yoksul kalacaksa bir yıl süreyle nafaka talep edebilir’ hükmü ‘süresiz yoksulluk nafakası talep edebilir’ şeklinde değiştirildi.6 Yine CEDAW'dan sonra TCK’da yeni cinsel suç tipleri ihdas edildi. 15 yaşını doldurmamış çocukla rızası olsa bile cinsel birleşme gerçekleştiren kişi,  failin, ‘hürriyeti tahdit suçu’nu da işlemiş olduğu kabul edilerek" kızın babası ile birlikte 8 – 15 yıl arasında hapis cezası ile  cezalandırılması getirildi. (TCK.  103/2)  Böylece,  “genç  evlilik mağdurları” olarak adlandırılan güncel bir sorunumuz da oldu.

1998’de yapılan düzenleme ile gelir vergisinde aile reisinin beyanname vermesi uygulaması kaldırıldı. Kadınlar kocalarından ayrı olarak beyanname verme hakkına sahip oldular.

1998 yılında 4320 sayılı Ailenin Korunmasına İlişkin Kanun kabul edilip uygulanmaya başlandı. 4320 sayılı Kanun CEDAW’daki yükümlülükler esas alınarak hazırlanmış olduğu halde, feminist kesimi tatmin etmemiş, kanunun ismindeki “aile” kavramına tepkisellikle “aileyi koruma değil, şiddete karşı koruma” ismiyle anmak istemişlerdir.7 Türkiye siyaset ve bürokrasisinin aile hassasiyeti bundan sonraki Ulusal ve uluslararası belgelerde de kendini gösterecek, bu metinlerde (İstanbul Sözleşmesi)  gayrimeşru birliktelikleri  ifade  etmek için kullanılan “ev” yerine meşru birlikteliklerin yuvası olan “aile”yi tercih edecektir. Tabii ki tüm bu duyarlılıklarla, başka kültürlerden devşirilen ve o medeniyetlerin ruhunu taşıyan kavramlarla yükümlülük yüklenen Türkiye açısından aile korunmuş olmayacaktı. Gelinen aşamada İstanbul Sözleşmesi karşıtlığında gündem oluşturan imzacı iradenin beyanlarından da bu net olarak anlaşılmaktadır.

1990 yılında Beş Yıllık Kalkınma Planları çerçevesinde kadın politikaları geliştirmek amacıyla ulusal mekanizma olarak yasal dayanaktan yoksun bir kurum olarak Başbakanlığa bağlı  Kadının  Statüsü  ve  Sorunları  Genel  Müdürlüğü  kuruldu.8   Üniversiteler  bünyesinde

Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri (KASAUM) ve yüksek lisans eğitimi verilen Ana Bilim Dalları kuruldu. Kadın Sığınma Evleri açıldı.

1 Ocak 2003’te Aile Mahkemeleri kuruldu. Aile mahkemeleri, Aile hukuku ile ilgili dava ve işlere bakması yanında, aile içi şiddetten korunmaya ilişkin 4320 sayılı Kanun'dan doğan davalara da bakmakla görevli kılındı.

2005 - Yeni Türk Ceza Kanunu ile kadınlara karşı ayrımcılık içeren maddeler kaldırıldı. 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda kadının cinselliğine karşı işlenen suçlar “Kişilere Karşı İşlenen Suçlar” başlığı altında düzenlendi. Yeni TCK’da: “töre saikiyle” kasten öldürmeye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” verilmesi; “iş yerinde cinsel tacize üç yıla kadar hapis cezası verilmesi”; “evlilik içi tecavüzün, tecavüze uğrayanın şikâyetine bağlı olarak suç sayılması”; “kadının tecavüz edenle evlendirilmesi halinde tecavüz edenin suçunun ertelenmesine ilişkin hükümler TCK’dan çıkarıldı.

2004 yılında yapılan değişiklikle Anayasa'nın 10'uncu maddesine, "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür" ifadesi eklenerek, cinsiyet eşitliğine anayasal güvence getirildi.

Aynı fıkraya 2010 yılında da "Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz" cümlesi eklendi.

2004 yılındaki değişiklikle aynı zamanda CEDAW'a ulusal hukuka karşı üstünlük verildi.

2004 yılında 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) yapılan değişikliklerle; ırz, namus, ahlâk, ayıp, edebe aykırı davranış gibi "erkek egemen" olarak vasıflandırılan söylemler TCK'dan çıkarıldı. Bakire, bakire olmayan ayrımı, kadın-kız ayrımı kaldırıldı. Hem yeni TMK'daki, hem de yeni TCK'daki değişikliklerde Türkiye'deki feminist ve LGBT derneklerin öncü bir rolü olmuştu. Türkiye'deki feminist aktivizmi konu alan ve Sosyoloji Araştırmaları Dergisi’nde yayımlanan "Türk Ceza Kanunu Değişiminde Kadın  Aktivistler: Bir  Lobicilik Hikâyesi"  makalesinde Hande Eslen Ziya, 2005  yılında  yürürlüğe  giren  yeni

TCK'ya feminist hareketin 30 madde soktuğunu belirtmektedir.9

4 Temmuz 2006 yılında, 26218 sayılı "Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler" başlıklı Başbakanlık Genelgesi Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Genelge "toplumsal cinsiyet eşitliğini" merkeze alarak hazırlanmıştı.10

2007 yılında 3 yıl sürecek (2007-2010) Kadına Şiddet Ulusal Eylem Planı hazırlanıp uygulamaya konuldu.

2008'de 5 yıl sürecek olacak "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı" hazırlanıp uygulandı.

2009 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) kuruldu11 ve 2012 yılında da 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kabul edildi.12

7 Nisan 2011'de, uluslararası hukukta, kadına yönelik şiddeti önlemede Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 30 Nisan 2002 tarihli “Kadınların Şiddete Karşı Korunması”na İlişkin Tavsiye Kararı genişletilerek ve güncelleştirilerek bir sözleşme halini aldı ve İstanbul’da Mayıs 2011’de imzaya açıldı. Türkiye, “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye  Dair Avrupa Konseyi  (İstanbul) Sözleşmesi”ni  çekincesiz     olarak imzaladı.13    Sözleşme  14  Mart  2012’de  TBMM’de  onaylanmış  olup  1  Ağustos 2014’te yürürlüğe girmiştir. İstanbul Sözleşmesi, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik “ev içi” şiddeti önlemeyi amaçlayan ilk Avrupa sözleşmesi olma özelliği taşıyor.

İlginçtir, İstanbul Sözleşmesinin imzalandığı 2011 yılında kadın cinayetlerinin sonraki yıllara göre en az olduğu bir yıl. Kadın Cinayetlerini Durduracağız adlı sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda bu net olarak görülüyor.14 2012 yılında cinayetler iki katına çıkmış. Sonrasında da azalmamış aksine artmış. Avrupa’da da benzer bir seyir var. İstanbul Sözleşmesinin güvenceye aldığı toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarını bizden 15 yıl önce uygulamaya başlayan İsveç, Norveç, Finlandiya ve Danimarka’da kadına şiddet azalmamış, aksine artmıştır.15

Kadına şiddet

2009 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) kuruldu ve 2012 yılında da 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kabul edildi.16

2012-2015 ve 2016-2020 yılları arasında ikinci ve üçüncü kez Kadına Şiddet Ulusal Eylem Planları hazırlanıp uygulandı.

2014-2018 yılları arasında ikinci kez Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı hazırlandı.

2018 yılında ise 2023'e kadar devam edecek olan üçüncü Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı ile ise hali hazırda devam etmektedir.

2015 yılında işlenen Özgecan Aslan cinayeti sonrasında Üniversitelere Türkiye’nin imzacı taraf olduğu uluslararası sözleşmeler kapsamında Yükseköğretim Kurulunun 28.05.2015 tarihli Genel Kurul kararına dayanılarak Akademide Kadın Çalışmaları ve Sorunları Komisyonu’nun hazırladığı 8 Mart 2016 tarihli Tutum Belgesi, Yükseköğretim Kurulunun

tüm bileşenlerinde toplumsal cinsiyet eşitliği ve adaletine duyarlı olarak hareket edileceğini taahhüt ediyordu.17 Tutum Belgesi, yükseköğretim kurumlarınca  toplumsal  cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi için yapılması gerekenleri dört ana başlıkta topluyordu:

Tutum Belgesinde, “Yükseköğretim Kurumlarında kadına yönelik şiddet ve tacize karşı neler yapılabileceği (Afişler, seminerler, konferanslar, el kitapları) ve üniversite yerleşkelerinde güvenli bir ortamın nasıl hazırlanabileceğine (ulaşımın kontrolü, gece aydınlatmaları, yerleşke içinde kız yurtlarının artırılması, güvenlik ve servis personellerine bu konuda eğitim verilmesi gibi) ilişkin hususlar ile bu bağlamda zorunlu veya seçmeli bir dersin konulması” hususu da yer alıyordu.18 Aradan geçen 4 yılda bazı şeyler değişmiş olacak ki, YÖK Başkanı Saraç 2019’da, Tutum Belgesi’nde geçen Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramının belgeden çıkarılacağını, yerine güncelleme yapılarak, Toplumsal Cinsiyet Adaleti kavramının getirileceğini müjdeliyordu(!)19

***

Devam edecek ...

***

1 Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesinin tarihi gelişimi ve Türkiye bakımından süreci takip etmek için Bkz: ÇAKMAKÇI & SARIOĞLU Hukuk Bürosu, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun,http://www.sagiroglu.av.tr/ailenin-korunmasi-ve-kadina-karsi-siddetin-onlenmesine-dair-kanun-cn803  html

2        ÇAKMAKÇI & SARIOĞLU, a.g.m.

3        Toplumsal   Cinsiyet   Eşitliği   Nedir?   http://www.medyayazar.com/kadin/toplumsal-cinsiyet-esitligi-nedir- h2227 html

4        ÇAKMAKÇI & SARIOĞLU, a.g.m.

5     Lütfi   BERGEN,   Söyleşi,   'İstanbul   Sözleşmesi’nde   itiraz   edilen   konular   CEDAW   ile    uygulanıyor'

https://ilkha.com/guncel/istanbul-sozlesmesinde-itiraz-edilen-konular-cedaw-ile-uygulaniyor-106544

6        Lütfi BERGEN. a.g.s.

Aileyi Korumak Değil, Şiddete Karşı Korunma, https://m.bianet.org/bianet/medya/74818-4320-sayili-ailenin- korunmasina-dair-kanun

8  Kadının  statüsünün  güçlendirilmesi  ve  kadının  insan   haklarının   korunması   konusunda   ulusal mekanizma olarak 1990  yılında  kurulan  ve  1994  yılından  2004  yılı  Kasım  ayına  kadar yasal dayanaktan yoksun olarak çalışmalarını sürdüren Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, 5251 sayılı Teşkilat Yasası yürürlüğe girinceye kadar geçen 10 yıllık süreç zarfında hukuksal boşluk ve belirsizliğe rağmen faaliyetlerini sürdürmüştür. http://www.sp.gov.tr/upload/xSPRapor/files/vjzSS+Kadinin_Statusu_Genel_Mudurlugu_2008_PP.pdf

9  Mücahit GÜLTEKİN, “İstanbul Sözleşmesinden İnsanı ve Aileyi Korumak” (Muharrem BALCI, Pınar Yay.. 2020) kitabında TAKDİM yazısından.

10     Mücahit GÜLTEKİN, a.g.m.

11 İstanbul Sözleşmesi üzerine yapılan tartışmalara ve Numan Kurtulmuş’un açıklamalarına karşı “9 yılda ne değişti?” “Bu kadar suç ve suçlunun olduğu bir yerde her şeyin suçlusu bir sözleşmeymiş gibi algılamak ve algılatmak hangi oyunun/algının ürünü” eleştirilerini getiren AK Parti Milletvekili Canan Kalsın KEFEK Başkanlığından alınarak Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyeliğine atandı. https://kazete.com.tr/haber/istanbul-sozlesmesini-savunan-kefek-baskani-gorevden-alindi-64055

12 Aydeniz Alisbah TUSKAN, “Uluslararası Belgelerde Kadının İnsan Hakları ve Türk  Hukukuna Yansımaları”, https://www.istanbulbarosu.org.tr/files/docs/khum/Sunum2.pdf

13     "1. Bu sözleşmeyi ilk onaylayan Meclis maalesef 2012 yılında TBMM olmuştur.

  1. Bu sözleşme imzalanırken ne kamuoyunda ne Mecliste hiç tartışılmamıştır. Bu sözleşme Hırvatistan’da Meclise sunulduğunda yer yerinden oynadı. Hıristiyanlar bu sözleşmeye kadını koruma maskesi altında cinsiyet ideolojisi dayattığı ve geleneksel aile değerlerini alt üst ettiği gerekçesiyle karşı çıktılar. Yoğun tartışmalar yaşandı.

  2. Dünya sistemi neyi nerede yapacağını da hesap ediyor. Bu sözleşme İstanbul Sözleşmesi olursa, yani İslam dünyasının önemli merkezlerinde yapılırsa bu dünyanın muhalefeti hesaba katılmış olmalı”. Mahmut KOCA, Prof. Dr. (Hukukçular Derneği Mesaj Grubunda yaptığı açıklama)

14 Mücahit GÜLTEKİN, Kadına yönelik şiddet kimin umurunda! 24 Temmuz 2020, https://www.milligazete.com.tr/makale/5044158/mucahit-gultekin/kadina-yonelik-siddet-kimin-umurunda

15 Mücahit GÜLTEKİN – Meryem ŞAHİN, Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın Ve Aile (İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç, Türkiye), Sekam Yay. İstanbul: 2014. http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/tce/282.pdf

16     Aydeniz Alisbah TUSKAN, a.g.m.

17 YÖK’ten “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi”https://www.sondakika.com/haber/haber-yok-ten- toplumsal-cinsiyet-esitligi-tutum-belgesi-8236976/




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —