İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz:
"ÇAĞA AYAK UYDURUP SOSYAL MEDYAYI İSLAM´IN EMRİNDE KULLANMAK GEREKİYOR"
Haber Duruş: Hocam öncelikle teşekkür ederim bu nazik kabulünüz için. Şimdi ben önce ezanlardan başlamak istiyorum. - ilgilensin ilgilenmesin, Müslüman olsun olmasın- önce bizim ezanlarımızla yüz göz oluyor insanlar. Mesela eskiden İstanbul´da yaşayan Yahudilerin-Rumların-Ermenilerin okunan ezanlara hayran olduğunu, yabancı turistlerin bile Sultan Ahmet´te dinlediği ezan sayesinde Müslüman olma hikayelerini dinliyoruz. Ama 15 Temmuz örneğinde gördük? Birileri gitti müezzin dövdü, neden ezan okuyorsun diye? Daha sonra da dövülen müezzin-imamlar duyduk. Son döven kişi diyor ki; ?Çok kötü ezan okuyordu, cami evimin dibinde o yüzden dövdüm.? Aynı mahallede 20-30 tane camii var birbirine yakın. Muhtemelen ehil din görevlileri okumuyor, halktan insanlar okuyor belki, ama çok çok kötü okunuyor. Bir sabah namazı 25 dakika sürer mi hocam? Hani bazen zaman zaman pencereyi kapatası geliyor insanın. O kadar kötü, uzun uzun ve kargaşa ile okunuyor ki, buna bir çözüm bulunabilir mi diye size soruyorum?
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz: Bismillahirrahmanirrahim. Şimdi tabi ?ezan gurbetin şeairi derler?. Şeair ne demek; şear kelimesinin çoğuludur. ?Kim Allah´ın şeairini takip ederse ?ve inne takva suluk? o kalblerin takvasındadır.´ Şeair kelimesinin o şear kökünden gelmesinden de kalbe, gönle dokunan, insana duygu yükleyen bir değeri olduğu anlaşılıyor. Yani şear; şiir, şuur, şaar ve şair; bunların hepsi aynı kökten kelimelerdir ve Kur´an´da ?meşar?, ?meşair?, ?şeair? olarak geçmektedir. Ezan da şeairdendir. Yani sembolik değeri olan ve tekrarlandığı zaman zihinde ve kalpte tesir meydana getiren özelliğe sahip bir dini remzdir, semboldür. O bakımdan çok anlamlıdır ve hakikaten ömrü boyunca bu şeairi dinleyenlere çok pozitif etkileri olduğu bilinir.
Ezanla ilgili problemimiz biraz da bu hoparlörle tanışmamızdan. Eskiden mahalle camisinde minaresinden okunan ezanda, adamın sesi çirkinse bile o ses atmosferde bir şekilde kaybolup gidiyordu. Zaten gönüllere nakşolan o gür ve güzel ses. Ama hoparlörün icadından sonra, böyle bir etkisi, büyüsü var. Hoparlörden sesini dinleyen adam sesinin çok güzel olduğunu zannediyor. Hamamda insanlar türkü söylerken nasıl coşar aynı onun gibi, kendi sesini duyunca adam çok güzel söylediğini zannediyor, hoparlörden duyunca çok güzel olduğunu düşünüyor. Ama bunun bir makamı var, bir kuralı var, bir edası var, sedası var, eğitimi var vs... Dolayısıyla bu ezanların problemi biraz da hoparlörle başladı. Her camide müstakil ezan okunması ile ilgili daha önceden verilmiş bir karar var. Sanıyorum 28 Şubat sürecine denk geldiği için biraz da tepkisel oldu. 28 Şubat sürecinde, hoparlörler rahatsızlık veriyor, her camide okunmasın, bir merkezden ezan okunsun diye karar alınmıştı. Aslında bence çok kötü bir şey değil bu. Niye kötü bir şey değil? Çünkü merkezi ezanda en güzel sesli müezzinler ezanları sırayla okuyorlardı.
Haber Duruş: Mesela İzmit´te, Sakarya´da hala öyle sanıyorum?
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz: Eskiden öyleydi ama şimdi değil. Daha sonra bu merkezi ezanların kaldırılması üzerine bir adım atıldı ve pek çok yerde kaldırıldı. Ben şahsen, merkezi vaazların kaldırılmasından yanayım; ama merkezi ezanların kaldırılması bana göre çok iyi olmadı. Çünkü sadece bizim din görevlilerimiz değil, bir de mikrofonu kaptığı zaman ?benim okumam lazım, zaten sesim güzel ne var ki? deyip gelenler oluyor. Sonrasında bir ses cümbüşü, hele de yakın camiler varsa? Fatih gibi Üsküdar gibi yerlerde? Bir ses cümbüşü ortaya çıkıyor, zaman zaman çok agresif bir ses haline geliyor. Dolayısıyla bunun çözümü için ya hoparlör kaldırılacak herkes çok güzel çıplak sesiyle okuyacak veya merkezi ezanlar devreye girecek. Çok güzel ezan okuyan insanlarımız var, elhamdülillah problem yok. Şimdi Kadıköy´de merkezi ezan okunuyor, İstanbul´un büyük ilçelerinin bir kısmı oradan alıyorlar. Kadıköy´ün ezanını duyan insanlar dinliyor. Onun için bunun çözümü zaten; ezanı en iyi okuyanları bulmak ve yetiştirmek. İstanbul´da ve Ankara´da bulunduğum zamanlarda iyi eğitimler yaptırdık, hamdolsun belli sayıda belli oran sağlandı. Şimdi İstanbul´da ve Anadolu´nun farklı yerlerinde çok iyi ezan okuyan rehber hocalarımız, ders veren hocalarımız var. Ama problem; bazen hocalarımızın tembelliği, bazen mikrofonu kapan insanların ezan okumak sevdası ve bir de herkes kendi ezanını okusun talimatı? Belki bu talimat yeniden merkezi ezana dönme yönünde değişebilir. Ama burada da başka bir şey var. Bizim halkımızdan da ?Niye bizim camiimizde ezan okunmuyor, niye merkezden okuyorsunuz ? diye tepki gösterenler oluyor. Burada bir karmaşa var. Efendim sesin volümü, sesin desibeliyle ilgili problemimiz var.
Geçen yılın ilk aylarındaydı. Ankara´dan arkadaşalar geldiler, çalıştay yaptık. Camilerdeki ezanların desibelini 70 ile sınırlamak üzere karar alındı, çünkü çok yüksek desibelle okunan ezanlar var. Bazı camilerimizde 140-150 desibele çıktığı oluyor. Bu 140-150 desibel uçağın kalkış anındaki sesmiş. Bu kadar büyük sese muhatap olan insanlar, ezanlar ne kadar güzel okunsa da pencereyi kapatıyor. Dolayısıyla bunun bir ortasını bulamadık. Okumanın uygun oluşuna gelirsek; bana göre en sağlıklı yol söylediğim gibi merkezi ve iyi okuyabilen insanların desibeli ayarlanmış oranda hoparlörden okumasıdır. Bunun dışındaki her yol şikayetleri beraberinde getirir. Bazı kardeşlerimiz bütün camilerimizde ezan okunsun istiyorlar. Onlar merkezi ezanı, ezan saymayacak. Halbuki ezanın amacı bir çağrıdır, davettir. Bu davet gerçekleşiyorsa ve bu mekanik sesle de gerçekleşse hiç problem yok. Teypten okunuyorsa o biraz daha problemli. Bu, işi ciddiye almadığımızı gösterir ama insanın kendi sesinden okunuyorsa bu işe biz ehemmiyet duyuyoruz demektir. Onun için ezanı ehline bırakmak, yine de merkezi sistemi kullanmak çözüm gibi geliyor.
Haber Duruş: Hani deniyor ya; din konusunda herkes konuşuyor. Her mesleği sadece o işin yetkilisi yapabiliyorken sadece camilerde yetkisiz ve ehil olmayan insanlara engel olunamıyor. Bir hastanede dışarıdan gelen bir insan hiçbir şey yapamazken başhekimin tanıdığı da olsa, camilerimizde dışarıdan gelenler iş yapabiliyor. İşte onu sınırlandırabilirsek? Köy geleneği ne yazık ki şehirlerde de devam ediyor.
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz: Bizim toplum en çok din ilmini bilir. Futbolda ve siyasette de maşallah iyidir?
Haber Duruş: Hocam, İstanbul dünyanın merkezi, belki en çok turist İstanbul´a geliyor. Sultanahmet ayağımızın dibinde. Bu turistlere yönelik daha çok çalışma yapılabilir mi? Mesela, camilerin özelliklerini anlatan broşürler var, orada rehberler birtakım tanıtımlar yapıyorlar: ?Bu camii şu tarihte yapılmıştır? vs. diye anlatıyor. Biz kendimiz ulaşmıyoruz dünyanın bir ucundaki bir insana (bir de öyle bir tembelliğimiz var), hazır ayağımıza gelmiş olanlara hiç olmazsa İslam´ı temel yönleriyle tanıtamaz mıyız? Nereden tanıyor İslam´ı bu insanlar; bir Mevlana´yı görüyor, bir İŞİD´i görüyor bir de geri kalmış Bangladeş gibi ülkeleri görerek ?Müslümanlık budur? kanaatine varan bir dünya var. Dolayısıyla biz turistlere yönelik olarak, broşürlerle, mesela insani, İslami, vicdani her türlü ayetlerin olduğu parça parça küçük Kur´an kitapçıkları -bütün Kur´an verdiğin zaman okunmuyor- olsun, peygamberin hayatından kesitler olsun, mesela onlara ücretsiz dağıtılamaz mı?
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz: DİB´in Yabancı Diller Başkanlığı kuruldu. O daire başkanlığı şu anda 20 kadar dilde meal ve ilmihal yayınlarına başladı ve bunlar Türkiye içinde ve dışında dağıtılıyor. Daha önce ben Ankara´da iken Sayın Mehmet Görmez´in Başkanlığı zamanında Cami Rehberliği adıyla 100 kadar kadro istemiştik Maliye Bakanlığı´ndan, zor çıktı. O günün şartlarında bu kadrolara müracaat olmamıştı. Cami rehberliği ne demek? Cami rehberi, özellikle selatin camiiler ve tarihi camilere turistler geldiğinde camiyi tanıtacak. Bu arada Müslümanlığı ve İslam´ı anlatacak. İlahiyat kökenli, dini formasyonu olan ama İngilizce, Arapça, Rusça gibi diller bilen insanlardan oluşmasını istedik. O zaman iki veya üç kişi müracaat etmişti. Ama şimdi yeni aldığımız bilgiye göre Marmara, Ankara, İstanbul İlahiyat fakültelerinin İngilizce bölümleri açılıyor ve oradan yüzlerce öğrenci birkaç yıl içerisinde mezun olacak. Önümüzdeki günlerde kadrolarda yeniden ilan açılacak ve inşallah bu yeni mezunlarımızdan alacağımız arkadaşlarla Sultanahmet Camii´nde Sübyan Mektebi olarak bilinen binada 20-30 kadar arkadaşımız önce bir eğitime tabi tutulacak. Ondan sonra pilot uygulama ile İstanbul´da diğer camilere dağıtılarak uygulamaya başlanacak. Cumhurbaşkanımızla da Çamlıca Camii´nde bununla ilgili görüşmeler yaptık. Orada da böyle bir merkezimiz olacak. Sonra diğer illere; yani Bursa, Konya gibi diğer tarihi turistik alanlara taşımayı düşünüyoruz. Ama öncelikle rehber kadrosunun dolu olması ve rehber kadrosundaki arkadaşları -özellikle din ve rehberlik ilişkisi eğitiminden geçirerek- başlatmak istiyoruz.
Bu alanda zaten hazırlanmış kitaplar kaynaklar bolca var. Zaman içerisinde her camiinin girişinde bunlar hem dağıtılacak hem de turistlere cami ve İslam´ı anlatan gösterimler, sunumlar yapılacak. Rehber arkadaşımız ziyaretçilerle girdiği karşılıklı soru-cevap şeklindeki diyaloglarla daha verimli olacak inşallah. Sultanahmet Camii´nde başlayacak bu etkinlikler Fatih, Beyazıt, Süleymaniye gibi diğer selatin camilerinde devam eden bir gelenek haline gelecek. Sivil toplumdan da bunu yapmak isteyenler ve halihazırda yapanlar var. Bunlar da bu konuda bizimle paydaş olmak istiyorlar. İnşaallah onlarla da işbirliği yapılacak. Önümüzdeki süreçte bunu biraz daha canlı hale getirmek istiyoruz.
Haber Duruş: Sivil toplum demişken hocam, sivil dini cemaatler var. Türkiye rejiminin ne olduğu ayrı bir konu ama; Diyanet İşleri Teşkilatı dindar Müslümanlardan, dini dert edinen insanlardan oluştuğu için, (devletin yapısı, bugünkü iktidar ve gelecekten bağımsız olarak soruyorum.) böyle ciddi bir sorumluluk var üzerinizde. Dini konularda hakem konumunda olması gereken bir konumu var bir nevi. Ama diğer yandan da; tarikatlar, cemaatler, vakıflar, dernekler her birinin farklı farklı anladığı İslam anlayışları var. Bunlarla yakın iş birliği içinde yapılacak çalışmalarla, istişarelerle daha ortak bir dile varabilmek mümkün değil mi hocam? Ya da bir çalışma var mı?
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz: Olur inşallah, elbette ki. Özellikle bu FETÖ tecrübesinden sonra DİB´in bu manada çalışmaları oldu. DİB biliyorsunuz 15 Temmuz´dan hemen sonra Din İşleri Yüksek Kurul Olağanüstü Şurası´nı topladı. O şurada görüşmeler yapıldı. Bunun sonucunda FETÖ ile ilgili raporları kamuoyuna sunduk. Böyle bir bela ile yeniden karşı karşıya kalmamak için neler yapılabilir diye birtakım faaliyetler yapıldı ve Türkiye´de geleneksel irfan ocakları mensuplarının temsilcileri ile görüşüldü. 35 kadar Ocak mensubu ile görüşmeler yapıldı. Bu görüşmeleri yapan kişilerden birisi de bendim. Bizim katıldığımız başka toplantılar da oldu. Bu görüşmelerin raporları da ikmal edildi. Onlarla biraz daha derinlikli toplantılar yapılarak nihai durum görüşülecek. Tabii bunun için bir çözüm gerekiyor.
Bu tür dini yapıların en büyük problemi şeffaf olmamaları? Bu tür yapıların bir diğer özelliği de güç devşirince devlete talip/rakip olmaları ve Osmanlı döneminde olduğu gibi bunları denetleyecek bir kurumun olmayışı? Aslında resmi ya da RTÜK gibi sivil örgütlenmeler de olabilir. Böyle örgütlenmeler ile bunların kontrol edilmesi gerekir. Hakikaten irfan geleneği ocakları dediğimiz sistemlerin bugüne kadar çok faydaları olmuştur. Bunlar içerisinde bir güç gösterisi, bir alternatif devlet olma idealinde bulunanların dışındakiler iyi işler yapmaya çalışmışlar. Mesela Osmanlı dönemi kuruluş döneminde Şeyh Bedrettin vakasında, ?Şeyh?leri ?Şah?lara çevirmek isteyen bir adam çıkıyor ve isyan ediyor. Sinop´ta, Balkanlarda? ve 10 sene devletin başına bela oluyor. Devlet, Çelebi Mehmet zamanında onu ortadan kaldırıyor ve Bulgaristan´da idam ediyor. Ama; 14. yüzyılın başında yaşanan bu olayın olumsuz etkisi 17. yüzyılın başına kadar, tam iki asır devam eder. Bedrettin vakası önemli bir vaka olarak karşımızda duruyor. Başka zamanlarda da olmuştur ama devlet bu acı tecrübeden ders çıkararak bu irfan yapılarının siyasi ve ekonomik bir güç olmasını engelleyecek bir tecrübe yaşamıştır. Türkiye´de de FETÖ olayı; ilk olarak onların ekonomik güce ulaşması, ikinci olarak da siyasi güç açısından devletle rekabet etmek gibi bir yola girmesinden sonra başımıza bela olmuştur. Dolayısıyla dini yapıların tarikat yapılarının insan yetiştirmesinin devlet için elbette hiçbir zararı olmaz. Ama bunlar yetiştirdikleri insanları devlete yerleştirip, devlet bizim olsun dediklerinde bir güç mücadelesine girdiklerinde ve güç zehirlenmesi yaşadıklarında problem olur. FETÖ de böyle oldu. Dolayısıyla devlet olarak, bu yapıların devlete sıkıntı olmaması için baştan tedbir alması en akıllıca olanıdır.
Bu işte bahsettiğim çalışmalar yapıldı. Bu çalışmalardan sonra sanıyorum devlet bununla ilgili daha kalıcı adımlar atacaktır. FETÖ böyle oldu diyerek bu kadim irfan geleneklerinin hepsini yok sayıp, aynı kefeye doldurup atın bunların hepsini çöpe demek bizim kendi kökümüze kibrit suyu dökmek olur. Bugün Türkiye´yi Türkiye yapan, Osmanlı´yı Osmanlı yapan irfan geleneği mektepleridir. Osmanlı´yı Osmanlı yapan üç şeyden bahsediyoruz; tekke, medrese ve ocak. Bu üçü beraber çalıştığı zamanda Osmanlı, ?Osmanlı´ olmuştur. Bunların çözülmesinden sonra Osmanlı yıkılmıştır. Bugün de bu tekke ve tasavvuf mensupları iyi yönetilirse, elbette insan yetiştirmeye çok önemli katkıları vardır. Ama güç devşirmeye başladıklarında, siyasi güç, ekonomik güç olduklarında risk olma ihtimalleri her zaman vardır.
Hatta problem, tarikatla cemaatin birbirine karıştırılmasıdır. Tarikat başka bir şeydir. Tarikat; insanları kendi kimlikleri üzerinde inşa etmeye, eğitmeye, hikmet öğretmeye çalışır ve hiçbir zaman da kendine çağırmaz. ?Gel bu tarikata gir? demez. Ama cemaatleşen tarikatlar ?Gel bizim tarikata? der. Bu geleneksel tarikatlarda böyle miydi? Adam kendisi gelmek istese bile ?bir dakika evladım, bu zor iş ya, sen önce baktın mı, anladın mı? diye hep yokuş gösterilirdi. Yani icazetinin sağlam olup olmadığı görüldükten sonra tarikata kavuşurdu insanlar. Ama bugün cemaatleşen tarikatlarda ?Koş bizim otobüse, bizim minibüse yetiş? diye bir çağrı var. Dolayısıyla cemaat ve tarikatın birbirine karışmış olmasından kaynaklanan bir süreçte yaşıyoruz. O tarikat yapısının, tekke yapısının, irfan geleneğinin, necip ve tamamen insan yetiştirmeye ait özellikleri ile baki kalmış olması elbette ülkemiz için, insanımız için çok önemli kazançlardır. Ama bunun şahsi menfaatlerle, güçle yarışır hale gelmiş olmasının büyük bir risk olduğunu görmek gerekir diye düşünüyorum.
Haber Duruş: Hocam, şimdi devletle olan iddiaları ayrı konu. Mesela FETÖ örneğinden yola çıkarsak? 15 Temmuz´dan sonraki süreci yaşadıktan sonra şimdilerde FETÖ´yü sorguluyoruz; dini yönden FETÖ´nün şu şu şu yanlışları da varmış, sadece devleti ele geçirmek istemiyormuş, bunların sunduğu din bu yönleri ile şu yönleri ile de yanlışmış diye 15 Temmuz´dan sonra keşfedildi. Devletle barışık olduğu dönemde sorgulanmayan dini anlayış kavga başladıktan sonra sorgulanıyor. Demek istediğim şu; devlet kendi sorununu halleder, herhangi bir cemaat, yapı, vs. açısından baktığımızda, devletle kavgalı olup olmadığına bakılmaksızın, yeniden aynı sorunlarla karşılaşmadan sadece dini açıdan bakarak sağlıklı bir yapı mıdır, İslam´a uygun mudur diye sorgulamak gerekmez mi?
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz: O zamana kadar hiç kimse böyle konuşmak istemiyordu. Kullandıkları dil ve argümanları çok güzeldi. İnsanlarımızı kullandılar, ?zühd? dediler, ?takva? dediler, işte o çetenin lideri ?hasır üzerinde yattı, eski bir takım elbisesi vardı, lüksten çok uzaktı?? Bakınca hayran oluyorsunuz, ?Allah Allah? diyorsunuz. Ancak bunu su´iniyetli olduğunu, niyetini ortaya koyunca anlayabiliyorsunuz. Yoksa bence insanlar masum, o kandırdı. Yani kanmasaydık elbette. Vaziyet doğduktan sonra kullandığı argümanlar o kadar güçlü ki, kandırdı yani.
Bugün Türkiye´de sadece bu dini tarikatlar değil radikal manada bir sürü grup var. Hakikaten fikren çok tehlikeli selefiler var; sünneti reddeden gruplar, yapılar var Allah korusun. Bunların her birinin kendine göre sıkıntıları var. Önümüzdeki süreçlerde bunlarla ilgili çalışmalar yapılacak. Televizyonlarda İslam adına şarlatanlık yapanlar var mesela?
Haber Duruş: ?Doktorum? diye ortaya çıkan birisi için Tabipler Odası hemen diyor ki, ?Bu yanlıştır, bu adam doktor değildir.? Halkın duygularını istismar edenlere gerekirse ceza uygulanıyor. Ama TV´de her yanlış şeyi İslam adına konuşan insanlar var, Otorite olması gereken Diyanet´in bunlara bir müdahale yetkisi yok mu kanunen?
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz: Yok, keşke olsa. Onu yapmamız mümkün değil ama şöyle bir şey yapılabilir belki. TV´de dini konuşacak insanlar bir kurul tarafından onaylanmalı diye düşünüyorum, hatta bu yönde çalışmalar olduğuna dair duyumlar da aldım. Mesela Sağlık Bakanlığı TV´de diploması olmayan, hekim olmayan kimseleri durdurmuş. Diyanet´in onayladığı insanlar değilseniz bu olmayabilir ama işin ters yanı bu konuşanları çoğu da İlahiyatçı ne yazık ki. Nasıl diyelim bu yetkisizdir, konuşmasın?
Haber Duruş: İki zıt uçtan din uzmanları konuk ediliyor, hadi konuşun. Seyirci bunların hangisine inanacak?
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz: Diyanet olarak böyle bir yaptırım hakkımız yok.
Haber Duruş: Bir de hocam, Türkiye´deki din eğitiminin yeterli, doğru olduğunu düşünüyor musunuz? Mesela Kur´an kurslarımız var; mesela hafızlık güzel bir şeydir ama hafızlık adı altında 2-3 yılı heba oluyor gençlerin. Öncelikle Arapça bilmesi gerekmez mi hafız olan kişinin? Dini bilinç de eksik olunca çocuk 18 yaşına geldiği zaman hafızlığı da unutuyor.
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz: Hafızlığı özendiren, kolaylaştıran ve eğitimine ara vermeden bir proje vasıtasıyla; imam hatip öğrencilerinin bir yılda kanunen hafız olmasının önü açıldı. Bu çalışma, iyi bir şey oldu. Çocuğun 2 veya 3 yılını hafızlık eğitimine ayırması, sonra yeniden öğretimine devam etmek isteyenin dışarıdan veya içeriden devam etmesi zaman kaybıydı. Türkiye´de mesela 130 binden fazla hafızlık icazeti almış insan var. 50-60 bin kadar insan hafızlık yapmış ama başka yerlere gitmiş. Terzi olmuş, şoför olmuş vs? Hafızlığı bir amaç değil, araç gibi görmek lazım. Amaç ise Kur´an´ın mana derinliklerine dalmak, iyi bir âlim, hoca olmak ve o mana derinliğine dalmak için de o hafızlığın yardımcı bir unsur olduğunu bilmek gerekir. Onun üzerine diğerlerini bina etmeli. Bizde tam tersi hafız oldu mu hoca oldu sayılıyor ama ?Geç hoca ol? desen hoca olmuyor. Şimdi imam hatiplerin bünyesinde yeni bir proje uygulanıyor. Çocuk yaz mevsiminde hafızlığa başlıyor, geliştiriyor, bir yıl sonra hafız oluyor, ertesi sene arkadaşlarıyla beraber sınıfına devam ediyor. Doğrusu budur bence.
Bir de bizim sırf ?hafız olmak için hafız olan? insanlarımız var. Eğer bir insan, hafız olmayı üzerine bir şey koyacaksa istemeli. Hafız olacaksa önce Arapça´yı üzerine koymalı, imam hatipi bitirmeli, ilahiyatı bitirmeli. Yani hafız olmak kolay, hafız kalmak zor. Hafızlığı sürdürecek bir işle/meslekle uğraşması lazım. Ya camide imam olacak ya akademisyen olacak. Yani sürekli elde ettiği birikimi kullanacak parlatacak, o zaman bir anlamı olur. Dolayısıyla Kur´an kurslarında hafızlığa yapılan yatırım çoğu zaman çocukların kafalarında düşmanlık oluşturuyor. Çocuk hafızlığa göre şartlanıp başaramıyor yapamıyor, bunlar güzel değil. Kabiliyeti olmayan adamı zorlamayalım, babasının baskısıyla, hocasının zoruyla hafız oluyor. Ondan sonra da, ?Ben Kur´an´ı Kerim´i elime alıp okuyamıyorum hocam. Kur´an-ı Kerim´i elime aldığım zaman hafızlık yaparken yediğim dayaklar aklıma geliyor, Kur´an elimden düşüyor? diyor. Çok korkunç bir şey bu. Kur´an düşmanı olup çıkacak. Hafızlığı biz gaye haline getirmeyelim. Hafızlık, âlim olabilmek için ilk basamaktır. Kur´an yorumcusu olmada çok önemli bir vasıtadır.
Haber Duruş: Gençlerimizin cep telefonu elinden düşmüyor. Bir kitap okuma, dergi okuma yok. Dolayısıyla DİB´in, müftülüğün bu sosyal medya üzerinden bir çalışması var mı? Bu tip çalışma yapan elemanları var mı? Çünkü deizm, ateizm gibi tehlikeli akımlar yaygınlaşmış. Sosyal medya sitelerinde o kadar yanıltıcı, kafa karıştırıcı sorularla karşılaşıyor ki gençler, ondan sonra, 3-5 şey dinledikten sonra bütün bildikleri hafızlığı, imam hatipliği unutup ?Ben deist oldum? diyen İmam Hatip öğrencileri var. Sosyal medya nasıl daha verimli kullanılabilir bu bağlamda hocam?
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz: Sosyal medya bıçak gibi, her iki tarafı kesiyor. Zor bir şey ama hayatın da gerçeği. Gençlerimiz neredeyse 13-14 yaşından sonra sosyal medya ile tanışıyor ve orada dolaşıyor. Buralardan koparmak ve yasaklamak mümkün olmadığına göre bizim de oralarda olmamız gerekir.
Haber Duruş: Sosyal medya akıncıları diyelim biz buna, onların yerine alternatiflerini koyalım. Devletler kendi sistemini korumak için nasıl hacker yetiştiriyor? İslam´ı korumak ve yaymak adına sosyal medyada fenomen insanlar var. Bir videosunu koyuyor birçok insan etkilenebiliyor olumlu veya olumsuz. Bu anlamda çalışmalar olabilir mi?
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz: Olmalı elbet. Biz kendimiz de konuşuyoruz her zaman; sosyal medya artık bizim din hizmetimizde de mutlaka kullanılması gereken bir alan haline geldi. İnsanlar artık TV seyretmiyor, kitap okumuyor, dünyadan haberdar olma ihtiyacını yine sosyal medya üzerinden görmeye başlıyor. Bilgiye oradan ulaşıyor. Tabii oradaki bilgi ne kadar temizdir veya kirden arınmıştır... Dolayısıyla bizim o alana girenlere alternatif sunmamız ve belki böyle 3-4 dakikalık mesaj yüklü videolar koymamız gerekir. Ancak dikkat, gençlere doğruyu söyleyen bir ortam sunmamız gerekir. Çok ciddi çalışmamız olması lazım. Olması gerektiğine inanıyoruz, Başkanlığımızı da bu konuda zorluyoruz, bildiğim kadarıyla henüz sonuçlanmış bir proje yok. Cemaatlerin siteleri var, ne kadar faydalıdır onları da zaman gösterecek sonuçları itibariyle. Milyonlara ulaşan çalışmalar var ama DİB böyle bir çalışması yok, inşaallah olur.
Haber Duruş: Hocam kitaplarımızda yazılanlarla, ilmihallerimizdeki bilgilerimizle, İslam hukukunun bize öngördüğü şeylerle yaşanan hayat tamamen farklı. Gençlerimizin sürekli birlikte olmalarından olacak, artık onlar bile bunun yanlış olduğuna inanmıyor yani. Kitaplarda en basitinden evlenecek olanlar üçüncü bir şahısın yanında olabilir şartını koyarken şu an 24 saatini birlikte geçiren bir gençliğimiz var. Bu sorun nasıl çözülecek, dolayısıyla da artık sizin söylediklerinizin, kitap böyle yazıyor demenizin çok da bir anlamı kalmıyor. Bu soruna yeniden insanların dikkati çekilebilir?
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz: Tabi ?su´i misal misal olmaz? diye bir genel kural var. Kötü örnek bir şeyin doğru olduğu anlamına gelmez. Bunların uygulaması da bunların yanlış olduğunu zaman içerisinde göstermeye başlıyor. Bu birliktelikler çoğaldıkça evlenme oranları düşüyor, bir taraftan da boşanma oranları artıyor ve toplumlar gelecekleri ile ilgili kaygı taşımaya başlıyor. Bizim ülkemizde de önemli bir sorun haline gelen boşanma oranlarının %12´den %30´lara çıktığını artık acı haber olarak takip ediyoruz. Evlenme yaşının 25-30´lara doğru yükseldiğini biliyoruz. Bunların içinde o kolay ulaşılabilir olma, birbirleriyle kolay buluşma olması, bunların da özgürlük adına tanıtılıp çocukların da kafalarının bu hale gelmesiyle o doğal görülmeye başlıyor. Harama doygunluk, insanın tepkisini azaltır. Harama tepki göstermemiz gerekiyor. İnsan vücudunun harama tepki göstermesi lazım, haramla beslenemez. Bu problemle alakalı sınırın korunması gerekir. Allah´ın koyduğu kurallardır. Fıtrat üzere yaşamak istiyorsak fıtratın koyduğu bu kuralları yaygınlaştırmalı ve korumalıyız. Gayrı meşrunun yaygınlaştığını, bunların yanlış olduğunu söylemeye devam etmeliyiz. Bunların ne kadar dejenere edici olduğunu söylemliyiz. Ben ısrarla doğruların söylenmesi gerektiğini düşünüyorum, her konu ile ilgili... Biz doğruları söylemeye devam edelim?
Prof. Dr. Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz
İzmit/Karaabdülbaki 1952 doğumlu. 1963´te Akmeşe Bölge İlkokulu´nu, 1970´te Adapazarı İmam Hatip Lisesi´ni bitirdi. Aynı yıl İzmit Sarımeşe Köyünde üç ay süreyle imam-hatiplik yaptı. 1974´te İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü´nden mezun oldu. 1974-77 yılları arasında Bakırköy Şenlikköy Ortaokulunda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği, Gaziosmanpaşa İmam Hatip Lisesi´nde meslek dersleri öğretmenliği ve müdür yardımcılığı yaptı. Kasım 1976´da açılan asistanlık imtihanını kazandı ve 01 Şubat 1977´de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü Tasavvuf ve Tarihi asistanı olarak göreve başladı. Vatani görevini Mart-Temmuz 1981´de Burdur´da kısa dönem olarak tamamladı. Mayıs 1983´te Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü´nde ?Doktor? unvanını kazandı. Aynı yıl M.Ü.İlahiyat Fakültesinde ?Yardımcı Doçent? oldu. 1986-1987 yıllarıarasında bir yıl süreyle sahasında araştırmalar yapmak ve incelemelerde bulunmak üzere Mısır´a gitti. 1989´da ?Doçent?, 1996´da ?Profesör? oldu.
Neşredilmiş otuz kadar eseri, muhtelif dergilerde yayınlanmış makaleleri, ansiklopedi maddeleri, ulusal ve uluslararası düzeyde çeşitli bilimsel toplantılarda sunulmuş pek çok tebliğleri bulunmaktadır. Eserlerinden ve makalelerinden bir kısmı İngilizce, Rusça, İtalyanca, Macarca ve Arnavutça´ya tercüme edilmiş, Kazak ve Azeri dillerine uyarlanmıştır.
30 Aralık 2010 tarihinde yaklaşık 34 yıl görev yaptığı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyeliğinden T.C. Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına atandı. 12 Ocak 2017 tarihinde İstanbul Müftüsü oldu. Evli ve beş çocuk babasıdır.
ESERLERİ
A. Telifler
1. Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı
2. Tasavvufî Hadis Şerhleri
3. Peygamberimiz ve Günlük Hayatı
4. Nefs Terbiyesinde Açlık ve Az Yemek
5. Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar
6. Gönül Erleri 1-2
7. Altın Silsile
8. Tasavvuf Meseleleri
9. Rûhânî Hayat
10. Tasavvufî Bakış
11. Gönül Penceresinden
12. Dinle Neyden ? Mesnevî Sohbetleri
13. Çağları Aşan Mevlânâ Çağrısı
14. Marifetullah
15. 300 Soruda Tasavvufi Hayat
16. Aziz Mahmud Hüdâyî
B. Tercümeler
17. Delilleriyle Marifet Yolu/Ahmed er-Rifâî´den
18. İlim, Amel, Seyr u Sülûk/Aziz Mahmud Hüdâyî´den
19. Tasavvufun Esasları/Avârif Tercümesi (İrfan Gündüz ile birlikte)/Sühreverdî´den
20. İslâm Tasavvufu/el-Luma´ Tercümesi/Serrâc´dan
21. Rûhu´l-beyân/Bursevî´den I. c
22. Kırk Hadis Şerhi Metin ve Tercüme/Konevî´den
C. Neşrettikleri
23. İman Hakikatleri Etrafında Suallere Cevaplar/İsmail Fennî Ertuğrul
24. Mektûbât/M. Esad Erbîlî (İrfan Gündüz ile birlikte)
25. Rûhu´l-beyân/Bursevî´den I-XIII. Cildler
26. Uluslararası Aziz Mahmud Hüdâyî Sempozyumu I-II, İstanbul 2005
27. Örnek Metinlerle Tasavvuf Klasikleri 2014
28. Aziz Mahmud Hüdayi Divanı 2016
29. Aşıklar Tabibi Aziz Mahmud Hüdayi (Söyleşi-Sadık Yalsızuçanlar)
Söyleşi: Fedakar KIZMAZ