SELİM HAN YENİACUN
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump´ın Suriye´deki askerleri çekme kararı, Suriye krizinin yeni bir boyuta evrilmesine neden oldu.
DEAŞ´a karşı başarı kazanıldığı gerekçe gösterilerek alınan bu karar, başta bölge ülkeleri olmak üzere mesele ile yakından ilgilenen bütün aktörleri, önümüzdeki döneme ilişkin stratejik hesaplarını yeniden yapmaya yöneltti. Bu sürpriz gelişmeye, sadece, bölgedeki stratejik planlamalarını iki yıldır titizlikle uygulayan Türkiye´nin hazırlıklı olduğu söylenebilir. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan´ın 12 Aralık 2018 tarihli açıklamasında DEAŞ için sarfetmiş olduğu, ?Güya bu örgütün hala etkinlik gösterdiği 150 kilometrekarelik bir alandan söz ediliyor. Eğer bütün mesele buysa biz Türkiye olarak bu bölgedeki DEAŞ unsurlarını derhal etkisiz hale getirmeye hazırız. Hiç onlara gerek yok, biz bunu yaparız? sözleri, Fırat´ın doğusuna düzenlenmesi gündemde olan harekat öncesi yankı bulmuştu. PKK/YPG terör koridoruna son darbeyi indirmek için harekete geçmeye hazır Türkiye, Suriye´de yeni anayasa ve geçiş süreci gibi konularda İran-Rusya bloğu ile ilerleme kaydederken aynı zamanda kendi beka problemi için de ABD ile ortak bir zeminde buluşmuş oldu.
Türkiye açısından Suriye´deki kazanımların her geçen gün arttığını gözlemleyebiliyoruz. Lakin bu durumun bölgedeki bütün aktörler için olumlu bir senaryo olarak görüldüğünü söylemek zor. Bu çerçevede, Suriye´de Amerikan askeri varlığının sona erecek olması, stratejik planlamalarını Pentagon´un bölgeye yönelik uzun vadeli angajmanına bağlayan birçok kesim tarafından tepkiyle karşılandı. Bu gelişmeden en çok etkilenecek yerel aktörlerden biri de İsrail. Doğu Akdeniz´de Filistin´in, Lübnan´ın ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti´nin egemenlik haklarını doğal gaz transferi bahanesi ile çiğneyen İsrail siyasetinin, Hizbullah ve İran tehditleri gerekçesiyle Suriye´ye yönelik herhangi bir hamle yapıp yapmayacağı ise gündemin en önemli konularından birini teşkil ediyor. Öte yandan hakkındaki yolsuzluk iddiaları mahkemeye taşınma sürecinde olan Netanyahu yönetiminin, Suriye konusu ile iç siyaseti gölgelemesi de muhtemel bir strateji olarak karşımıza çıkıyor.
İsrail daha saldırgan bir tutum takınabilir
ABD´nin çekilme kararından önce Suriye-Lübnan ekseninde müdahaleci bir eğilim gösteren Netanyahu hükümeti, 2018 yazından itibaren hem Lübnan hava sahasını birçok çok kez ihlal ederek hem de Şam ve civarındaki hedefleri vurarak adeta nabız yokladı. Son bir ayda yaşanan gelişmeler ise İsrail´i Suriye yerine, belki de Suriye öncesi hazırlık safhası oluşturması açısından, Lübnan üzerine yöneltti. İsrail´in 4 Aralık 2018 günü Lübnan-İsrail sınırında bulunan bazı hedeflere yönelik düzenlediği ?Kuzey Kalkanı? operasyonunda Hizbullah´ın İsrail´e doğru açmış olduğu iddia edilen tüneller imha edildi. Başbakan Netanyahu´nun, Lübnan yönetimine atıfla, Hizbullah´a müsamaha göstererek kendisini riske attığını söylemesi ve ek olarak Hizbullah´ın bu tünelleri açma amacının İsrail´e karşı bir savaş ilanı olduğunu belirtmesi ise İsrail kamuoyunun ilgisini Filistin meselesi ve yolsuzluk gündeminden alıp kuzey sınırlarındaki güvenlik tabanlı politikalara odaklanmasına neden oldu.
Yaklaşık bir aydır, maruz kaldığı tehditleri gerekçe göstererek uluslararası kamuoyu önünde meşruiyet peşine düşen İsrail, tarihten pek çok defa öğrendiğimiz üzere, ?ilk yumruğu ben atmadım? politikası ile yeni bir çatışmaya hazırlanıyor. 1948 ve 1967 savaşları başta olmak üzere, devam eden silahlı ya da politik gerginlikleri bahane edip kendini koruma argümanı ile saldırılarını gerçekleştiren İsrail´in bu seferki hedefi çok açık bir şekilde Suriye-Lübnan hattıdır.
Son bir ayda İsrail politik kültürünün sol ve sağ cenahından pek çok yazar, Lübnan üzerinden gelebilecek olası bir İran tehdidi üzerine kalem oynatmaya başladılar. 1967´deki ?Altı Gün Savaşı? öncesi sanki tek bir elden çıkmışçasına yazılan Ma´ariv ve Ha´eretz gazetelerinin ortak haberlerini hatırlatan analizlerin içeriği ise Israil´in kuzeyinde artan Hizbullah ve İran tehdidine karşı olası tutumları konu edinmekte. Analizler üzerinden yapılan tartışmalar ise İsrail kamuoyunu adeta yaklaşan gelişmelere karşı hazırlarken bir yandan da eski savunma bakanı Avigdor Liberman´ın istifasının ardından siyasi aktörler arasında ??kim daha fazla şahin rolü üstlenecek?? yarışı da başlamış oldu.
2018 yılına kadar Suriye ve Lübnan´daki hedeflere İran tehdidi gerekçesiyle 100´den fazla saldırı düzenleyen İsrail, 2018 yılı başlarından itibaren özellikle Suriye´nin güneyine müdahale için her defasında uygun bir fırsat bulmay çalıştı. Eylül ayında İsrail´in düzenlediği saldırı sırasında bir Rus uçağının düşürülmesinin yol açtığı kriz, İsrail´in sabit ayağını Golan´a dayamış olduğu bir pergel hareketi ile askeri olarak kuzeye doğru esnemesine mani oldu. 2018 Temmuz başından itibaren kuzey sınırlarına ve özellikle de Golan bölgesine askeri sevkiyatı hızlandıran İsrail ordusu olası senaryolara karşı hazırlıklı bir durumdayken, bu senaryolar, bahsettiğimiz kriz ve bölgedeki çok uluslu çatışma ortamı nedeniyle devreye sokulamadı. Golan tepelerindeki işgali müddetince stratejik olarak hakimiyet sahası elde eden İsrail´in olası bir Suriye müdahalesinde kendi sınırlarını muhtemel saldırılara karşı güvencede tuttuğu aşikar. Dolayısıyla muhtemel müdahale durumunda İsrail´in askeri anlamda daha mütecaviz bir tutum takınması da öngörülebilir.
Suriye-İsrail ilişkilerinin özellikle sınır meselelerinde 1973´ten beri genel itibarıyla sakin bir seyirde devam etmesi ?bildiğimiz düşman bilmediğimiz düşmandan iyidir? mantığı ile İsrail´i Suriye iç savaşı başladığı günden bu yana Esed rejimine karşı büyük çaplı bir müdahaleden uzak durmasının temel sebebini teşkil etmiştir. Krizin ilerleyen yıllarında İran varlığının Rusya ve Şam yönetimi garantörlüğünde genişlemesi ise İsrail´in kuzey sınırlarını hakkındaki tedirginliğini daha da artırdı. Öyle ki bu konuda tek başına baş edemeyeceği etmenler bir araya geldiğinden, İsrail´in beş sene öncesine nazaran daha fazla tedirgin durumda olduğu söylenebilir. Golan tepeleri yakınlarında İsrail kontrolündeki Dürzi köylerinin Suriye ile olan bağı ve Esed´e olan desteği inkar edilemez bir gerçek. İsrail´in düzenlemek istediği yerel seçimlere karşı protestolardan Suriye´deki dindaşları ile birleşme isteklerine kadar bölgedeki yerel unsurların durumu da İsrail´in aleyhine görünen faktörler.
İsrail´in Akdeniz çıkışı
ABD Başkanı Trump´ın Suriye´den çekilme kararı, sadece dış politika alanında değil bir iç politika argümanı olarak da İsrail hükümetini zorlayacak. Yeş Atid (Gelecek Var) Partisi lideri Yeri Lapid ve eski Başbakan Ehud Olmert´in, Netanyahu´nun başarısız dış politika stratejisinin bir sonucu olarak ABD´nin bölgede İsrail´i terk ettiği ve Rusya ile de anlaşmanın zor olduğunu belirtmeleri, İsrail kamuoyundaki güvenlik endişesini tırmandıran bir diğer gelişme oldu. Toplum nezdindeki huzursuzluğu tırmandırmak istemeyen ve yolsuzluk soruşturması dolayısıyla üzerinde ciddi baskı bulunan Netanyahu ise İsrail´in bölgede kendi kendini koruyabilecek kapasitede olduğuna ilişkin açıklamalarla, kuzeydeki hedeflere müdahale ihtimalini gündemde tutacağının da üstü kapalı olarak ifade etmiş oldu.
ABD´nin çekilmesinin ardından bölgedeki etkinliğini Türkiye lehine devredecek olması, Rusya´nın ise İran kartından vazgeçmeyecek bir siyaset sergilemesi, İsrail hükümetini ilerleyen dönemlerde daha da zorlayacağa benziyor. İran tehdidi, İsrail için birincil derece önem arz ettiğinden ABD´siz bir Suriye, İsrail için müdahalesi kaçınılmaz bir ortam teşkil ediyor. Burada ise bu müdahalenin yönteminin nasıl olacağı sorusu öne çıkıyor. Bu konuda en güçlü ihtimal, İsrail, Suriye´ye doğrudan kara harekatı düzenlemesi yerine Lübnan´a yönelik bir operasyon düzenleyerek Golan´daki avantajlı konumunu kuzey batı hattında güçlendirmeye çalışması. İsrail´in bu doğrultuda bir adım atıp atmayacağını zaman gösterecek.
ABD´nin Suriye sahnesinden çekilmesinin ardından gündeme gelmesi muhtemel bir diğer senaryo da İran´a karşı Türkiye ile hareket edemeyeceğini bilen Netanyahu´nun, Türkiye´nin nüfuzunu zayıflatmak için çabalayacak olmasıdır. Netanyahu, bu minvalde Türkiye´nin bölgesel etkinliğini sınırlamak için Akdeniz ve Ege´de Yunanistan-Kıbrıs Rum Kesimi ittifakı ile hareket edecektir. Türkiye´nin bu suretle Akdeniz´de meşgul edilmesi, Suriye´nin kuzeyinde olası PKK/YPG iş birliğine doğru bir boşluk oluşturulması hedeflenebilir. Sonuç olarak Trump´ın Suriye´den çekilme kararından en fazla etkilenecek ülkelerden biri olan İsrail´in, gerek İran ve Hizbullah tehdidi gerekse Türkiye´nin nüfuzunu sınırlandırmak amacıyla atacağı muhtemel adımlar, bölge genelinde yeni gerilimlere de zemin hazırlayabilir.
[Yüksek lisansını Kudüs İbrani Üniversitesi İsrail Çalışmaları bölümünde tamamlayan Selim Han Yeniacun, Şanghay Üniversitesi Küresel Yönetişim Araştırma Merkezi´nde araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır]