Bizim tezimiz siyasanın reel ortamında bir karşılık bulmadı.
Biz, İsrail´in Türkiye´nin himayesini talep eden duruşuna Türkiye´nin olumlu cevap vermesi gerektiğini öngörüyorduk. Bu tezimiz gerek Yahudi milletinin tarihsel geçmişiyle gerek Türk milletinin tarihsel geçmişi ve bu iki milletin tarih boyunca birbiriyle olan ilişkileri muvacehesinde bir uygulama zemini bulacağı kanaatine istinat ediyordu.
Yahudiler son 70 yıl öncesine kadar kendi devletlerini kurabilmiş değildi. Dünyanın her tarafına dağılmış olarak ve bulundukları her yerde sığıntı (sığınmacı değil, sığıntı) halinde yaşıyorlardı. Böyle yaşamanın getirdiği sıkıntılar söylenmese de anlaşılabilecek bir sarahattedir. Sığıntı olarak yaşayan kimse bulunduğu yeri benimsemez, itilip kakılır. Tam da bu nedenle onun gayrimenkul ile iştigal etmesi engelli halde bulunur. Ve gene aynı nedenle Yahudi gayrimenkulle değil menkulle, yani nakitle iş görür. Kovulacağı gün parasını, menkulünü (altın vb. kıymetli madenini, kıymetli evrakını) cebine koyup götürmek ister.
Sonunda, belki bir devlet haline gelirse sığıntı olmaktan kurtulacağını düşünen Yahudi bu emelini bugünkü İsrail devletini kurmakla gerçekleştirebileceğini düşündü. Belli safhalardan geçmek suretiyle bu emeline de kavuştu. Fakat heyhat! Emniyette bulunacağını hayal ettiği bu devlet de ona hayalindeki teminatı sağlamaya güç yetiremedi. İlkin bu devlet, Türkiye hariç, komşuları tarafından tanınmayıp reddedildi. Reddedildikçe hırçınlaştı. Hırçınlaştıkça saldırganlaştı. Saldırganlıkla boyun eğdireceğini düşündüğü komşularıyla geçimsizliği arttı.
Onun bozuştuğu ülkelerle arası iyi olan, dolayısıyla ona selamet içinde yaşama güvencesi bahşedebilecek tek ülke Türkiye olarak görünüyordu. Türkiye özellikle Ak Parti hükümetleri döneminde bir süre ona istediği selamet ortamını sağlamaktan geri durmadı. Ne ki bu dönem uzun sürmedi ve Davos´ta dananın kuyruğu koptu. Orada, münasebetsiz bir moderatörün basiretsiz tutumu, işbu iyi geçinme şartlarını berhava etmeye yetti.
Durum böylece ilk haline avdet etmiş bulunuyor.
İsrail Türkiye´nin dostluğuna ölümüne muhtaç durumda bulunurken ona karşı hasmane bir tavır içine girmesi o ülkeyi yönetenlerin basiretini sorgulatmalıdır. Onunla iş tutmaya çıkan bazı Arap ülkelerinin (örneğin BAE, S. Arabistan) durumu da Osmanlı Devleti´nin son birkaç on yılında ortaya çıkan İttihatçıların tutumuna benziyor. Sultan Abdülhamit´i devirdiler ama Osmanlı Devleti´nin de çökerttiler. Böylece dünya barışının denge unsurunu ortadan kaldırdılar. Maksatları bu muydu?
Durum, bireylerin kişisel iyi niyetiyle açıklanacak boyutu aşıyor. Olay tarihsel gidişatın makro düzlemde bakışıyla değerlendirilmeli. Uzun vadede kimin kiminle iş tuttuğu, kimin kime alet olduğu daha vazıh biçimde görülecektir. Bu günden yarına verilecek mesaj şudur: bu ülkeler, BM´de Türkiye´nin teklifine olumlu tepki veren 129 ülkenin basiretiyle Türkiye´nin gelecek vizyonunu anlamaya çalışmalı ve ona sahip çıkmalı, destek olmalıdır. Öbür türlüsü sadece karışıklık ve kargaşa vadediyor.
Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti´nin ortadan kaldırılmasıyla bozulan dünya dengesi, Türkiye´nin şimdiki politikasını idrak edip onu sahiplenmekle iade edilecektir.