Tarih: 07.12.2020 12:06

İsrail solunun düşüşü: Toplumsal dönüşüm ve değişen jeopolitik arasında (1)

Facebook Twitter Linked-in

Dr. Gökhan Çınkara Independent Türkçe için yazdı(*)

İsrail'in ilk başbakanı David Ben Gurion yeni kurulan devlette ulusal sorunun ve kurum inşasının ivedilikle üzerinde durulması gereken temel politika alanları olduğunu düşünüyordu.

Öte yandan Diaspora Yahudiliğinin aktivist ve entelektüel sosyalistleri ise İsrail'de sınıf savaşımının kapitalizme geçişte zorunlu bir tarihsel durak olup olmadığını tartışıyorlardı.

İsrail'de sol işte bu iki eksende bugüne kadar kurumsal ve entelektüel kimliğini bulmaya çalıştığı söylenebilir. Hakim Yahudi kimliğinin temel eksen olduğu ve aynı zamanda kıt kaynakların devlet kurumları eliyle planlanmasını ve dağıtımına öncelik veren sosyal-demokrasiyi andıran Yahudi solu ile evrensel ve kozmopolit değerleri temel siyasi girdisi alan sol arasında gerginlik geçmişten bugüne devam etmektedir. 


1948 yılında kurulan İsrail devleti siyasal kurumlarını ve kültürünü gönüllülük esasına dayalı devlet öncesi durumu işaret eden Yişuv (Yerleşim) Dönemi'nden miras aldı.

Yişuv Dönemi'nde (1920-1948) siyasete verilen öncelik siyasal güçlerin toplumsal güçlerden daha olgun olduğunu kanıtlıyordu.

Bu siyasetin toplumu kontrol ettiğinin ve yönlendirdiğinin bir nevi işaretiydi. Öte yandan toplumsal yapıların otonomisinin sınırlandırılması da söz konusuydu.

Çünkü Sol Siyonist elitler mevcut toplumsal yapıyı yeniden ele almak gerektiğini düşünüyorlardı. Sol Siyonistler için Yahudilerin hem vatandaşlaşması hem de çalışana dönüşmesi elzemdi. 


Diaspora Yahudiliğinin kurduğu bir dizi siyasi parti Yişuv'da faaliyetlerini sürdürüyordu. Sol siyasi partiler toplumun önüne geçerken aynı zamanda emeği örgütleyerek sermayenin de üzerinde hegemonya kurmayı başardılar.

Kısaca sol siyasi partiler yukarıda ifade edildiği gibi gönüllüğe dayanan organizasyonlardı ve ideolojik olarak motive olmuş toplumsal hareketlerdi denilebilir. 


Filistin'de veya İsrail solcularının deyimi olan Eretz Yisrael'de (İsrail Toprağı) solcular için temel sorunlar devasaydı.

"Topraksız bir halk ve halksız bir toprak" düşüncesi İsrail solcularının temel zihinsel motivasyonunun özetiydi.

Toplumsal rollerin ve faaliyetlerin nasıl olması gerektiğine dair kurgu ise İsrail solcuları için iki temel süreçte ele alınacaktı: ulusal bağımsızlığın temini ve siyasal egemenliğin tesisi.

İsrail solcuları temel aktördü çünkü İsrail'de sağ ve dindar partiler örgütlülük ve toplumsal taban açısından dar bir nicelik (sayısal olarak azınlıklardı) içerisinde siyaset yapıyorlardı. 


İsrail'de ilginç bir sosyo-ekonomik dinamiğin devrede olduğunu söylemek mümkündür. Batı tipi kapitalizmde organize olmuş sermayeye karşı haklarını korumak amacıyla yükselen bir emek hareketi vardı.

Burada temel düşünce işçilerin sermaye güçlerine karşı bireysel olarak mücadele etmesinin imkansız olduğuna dayanıyordu.

İsrail örneğinde ise siyasallaşmış emek hareketi endüstriyel emek hareketinden daha öncelikli hale gelmişti. Batı'da görülen sendikaların siyasi partiye evrilmesi İsrail örneğinde tam tersi istikamette vücut buluyordu.

Batı'da emek ve sermaye arasındaki ilişki ekonomik alanda ceryan ederken İsrail örneğinde bu siyasal alanda kendini gösteriyordu.

Bu amaçla İsrail'de ulusal sendika emekçiler tarafından değil sol hareketin kurucu elitleri tarafından inşa edilmiştir. 


Ahdut HaAvoda (Birleşik Emek), HaŞomer HaTzair (Genç Muhafız) ve HaPoel HaTzair (Genç İşçi) gibi bir dizi sol hareket ve parti sendikayı ve sosyal refah uygulamalarını andıran kurumları kontrol ediyordu.

Bu süreç beraberinde kamusal sermayeye dayalı sektörler yarattı ve doğal olarak sermaye birikimi oluştu. Böylece İsrail solu sermayeyi ve emeği sendikalar eliyle yönetilebilir kılıyordu.

Sermaye ve emeğin kontrolü ve organizasyonu toplumun önemli ve geniş sektörlerini politize ediyor öte yandan emek liderleri yeni kurulan devletin bürokrasisinde yönetici elit haline geliyorlardı. 


Yişuv'dan devlete geçişte siyasal deneyimin nitelik ve içeriğinin de dönüşüme uğradığı görüldü. Yişuv'da herhangi bir yasal/meşru zor ve şiddet olmadan iktidar ve muhalefet arasındaki ilişki kurgulanıyordu.

Yeni devlet ise otoritesini, meşruiyetini ve kapasitesini siyasal deneyimin her boyutuna ve elitlerin tüm kesimlerine genişletme yolunu seçti.

Bunlardan ilki 29 Kasım 1947 tarihli Birleşmiş Milletler Taksim Planı ertesinde Yişuv elitleri demokratik sisteme geçişin yolunu tuttular.

Oy verme hakkının genişletilmesi, nisbi temsilin sağlanması, yasamaya sorumlu yürütme organının kurulması ve insan hakları ve temel özgürlüklerin esas olduğu bir sistemi düşlüyorlardı. İsrail siyaseti bu aşamada 3 ana eksene bölündü.

Sol, sağ ve dindar partiler. Sol MAPAI (Mifleget Poaley Eretz Yisrael, İsrail Vatanı İşçi Partisi), MAPAM (Mifleget HaPoalim HaMeuhedet, Birleşik İşçi Partisi) ve Komünist Parti arasında bölünmüştü. Kurumlarda ağırlık sol ve milliyetçi ekseni gösteren MAPAI elitleri ile temsil ediliyordu.

Gerek yasama organı Moetzet Ha'am'da gerekse yürütme organı Minhelet Ha'am'da MAPAI hakimiyeti göze çarpıyordu. 


İsrail solunun devlet kurulurken kurumsal hakimiyeti ona 1977'ye kadar iktidarda kalmanın imkanlarını da sunacaktı.

MAPAI'ın solculuğu David Ben Gurion'un formüle ettiği ve uygulamaya koyduğu Memleketçilik (Mamlahtiyut) kavramında özetleniyordu.

Ben Gurion sınıfsal çıkarların ve bu çıkar çatışmalarının körüklediği sınıf savaşımının İsrail'de ulus inşasına ket vuracağını düşündü.

O yüzden, özel/partiküler grup çıkarları yerine genel çıkarı önceleyen ve genel çıkarın devlette özdeşleştirildiği bir pratik kavram inşa etti.

Bu kavramın doğal sonucu ise emek hareketine ait sendikal, ekonomik ve kültürel alanının devletin hizmetine eş koşulmasıydı.

Bu dönüşüm İsrail'de solun devletle kurduğu ilişki açısından yeni bir düzeyi temsil etmekteydi. İktidarın en büyük ortağı MAPAI böylece partinin devletini inşa edecekti. 


İsrail solunun devletin kuruluş döneminde karşılaştığı en önemli meydan okumalar etnik, kültürel ve ideolojik hatlardan geliyordu.

MAPAI için sosyo-ekonomik, güvenlik, dış politika ve devlet-din meselelerinin çözülmesi bu bahsedilen toplumsal yarılma hatlarının yönetilmesi açısından önemliydi.

Arapların, sağcıların, dindarların ve komünistlerin siyasete katılımı nasıl olacaktı sorusu bu açıdan önem kazanıyordu.

Ben Gurion kurucu lider olarak danışmanlarıyla 1949 Seçimleri öncesinde Arapların seçimlere katılmasının tek başlarına mı yoksa Arap ve Yahudi karışık listenin tercih edilebilir olacağı üzerine tartışmalar yürüttü.

Seçimlere katılımın yani oy kullanma hakkının bir gruptan mahrum bırakılması tam ve eşit vatandaşlık rejimine bir tehdit olabilirdi. Şahin danışmanlar ise Arap katılımının minimalize edilmesi gerektiğini söylediler.

Eğer bu mümkün değilse Arap siyaseti parçalanmalıydı. Ben Gurion ise iki tarafın tezlerinden farklı bir yol olarak Arapların siyasi partilerden seçilebileceklerini vurguladı.

Ben Gurion'a devletin sınırları ve karakteri netleşmeden bir ulusun diskriminasyonunun oldukça tahribat verici olacağını düşünüyordu.

Bu sayede 1949 seçimlerinden MAPAI,  Arap bölgelerinden yüzde 61,3 oranında oy aldı. İsrail solunun Araplarla kurduğu bu ilişki setleri solun bugün varlığını devam ettirmesinde en önemli dinamiklerden olsa gerektir.  

Neticede Genç İsrail toplumunda toplumsal çeşitlilik ve yoğun ideolojik farklılıklar siyasal alanının yönetilmesini ancak majoriteryen/çoğunlukçu demokrasi ile değil seçim barajının çok düşük olduğu ve nisbi temsil sisteminin esas olduğu sistemle idare edilebileceği kanaatine vardırdı. 


İsrail'de solcuların karşılaştıkları diğer büyük bir meydan okuma ise kendilerinin antagonizması (uzlaşamaz zıtlık) olan sağcı aktör ve partilerle nasıl sağlıklı bir ilişki seti geliştirebilecekleriydi.

İsrail sağının kurucu babalarından Menahem Begin için Ben Gurion ve onun temsil ettiği siyaset kokuşmuş, yoz ve oligarşikti.

Begin için İsrail devletinin hem siyasal alanda hem de kamusal alanda devletin bu derece etkin olması kabul edilemezdi.

Devlet, Begin için "gece bekçisi" olmalıydı. Bu açıdan Begin İsrail'de anayasa çalışmalarının somutlaşmasını istiyordu.

Çünkü anayasa ile devletin genişleyen yetkilerine gem vurma imkanı doğacaktı. Bu amaçla Begin ve arkadaşları Herut Partisi'ni kurdular.

Sağcılar, İsrail solunun kamusal ve siyasal alanın her boyutunda hakim güç olmalarının toplumsal gerginliği her geçen gün yinelediklerini düşünüyorlardı.

Ben Gurion ise Begin'in Siyonizmi militarist buluyor ve ideolojik deli gömleği olarak nitelendiriyordu. Ben Gurion bu açıdan kendisinin de kurguladığı siyonist ideolojinin Yahudi ulusunun tarihsel bir gerçekliği olarak ele alıyordu.

Ben Gurion İsrail'de bir sol devrim yapma fikrine bu açıdan karşıydı. İhtiyaç olan ne sağ ne de sol radikalizme savrulmadan merhaleler içerisinden evrimsel bir süreci benimsemekti.

Ben Gurion ve Begin arasındaki gerginlikler İsrail siyasi tarihinde sol ve sağ arasındaki temel çatışma alanlarını belirlemesi açısından kurucu niteliğe sahipti.

İsrail'de sol gittikçe daha devletçi ve yerleşik-elitlerin savunucusu olacakken, sağ ise serbest piyasacı ve popülist bir çizgiye yerleşecekti.


Dizi yazı olarak kurguladığım bu çalışmanın ilk bölümünde İsrail solunun devletin kuruluş döneminde karşılaştığı temel problemleri ve ürettiği kurumsal yanıtları ele almaya çalıştım.

Yazının ikinci bölümünde ise İsrail Sağı'nın Herut/Likud ile yükselişiyle İsrail solunun jeopolitik ve güvenlik kavramlarına olan bağımlılığını ele alarak, solun teknik politik yapıcılıktan kimlik siyasetinin taşıyıcısı konumunu ele alacağım.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

(*)Dr.Gökhan Çinkaya, Siyasal Analist ve Araştırmacı, İsrail ve Filistin Çalışmaları, Jeopolitik, Karşılaştırmalı  Siyaset uzmanı




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —