Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

İsrail, siviller ve Filistin direnişi üzerine

Bülent Şahin Erdeğer, indyturk.com’da “İsrail, siviller ve Filistin direnişi üzerine” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

İsrail, siviller ve Filistin direnişi üzerine

Filistin sorunu 1948’den bu yana süregelen ve çözüm arayan bir problem. Sorunun adil bir çözüme halen kavuşturulamamış olması da taraflar arasında sağduyunun ve gerçekçi bakışın değil duygusal hamasetin baskın olmasına yol açıyor.                                                                                                                        

İsrail devletinin kuruluşunun uluslararası meşruiyeti meselesinden başlayalım. 

Osmanlı’nın 402 yıllık idaresi altında yaşayan Filistin kuzeyi Beyrut Valiliği’ne, güneyi ise Kudüs Mutasarrıflığı şeklinde yönetildi.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı orduları General 1918 Megiddo Muharebesi’nde ağır bir yenilgi aldı.

Muharebe sonucunda Yıldırım Ordular Grubu’nu oluşturan 4. Ordu, 7. Ordu ve 8. Ordu, General Edmund Allenby kumandasındaki Britanya İmparatorluğu Mısır Seferi Kuvvetleri (Egyptian Expeditionary Force) tarafından imha edildi.

Allenby’nin güçleri ile iş birliği yapan diğer taraf ise Şerif Faysal ve beraberindeki Arap ulusalcılarıydı. Böylelikle 1922’de Filistin İngiliz mandasına dönüştürüldü.

Elbette tüm Araplar İngiliz yanlısı değildi. 1922’de Hayfa’da İngilizlere karşı ilk direnişi başlatan isim Şeyh İzzeddin el-Kassam olacaktı. Kassam 1935’te manda güçleri tarafından öldürüldü.

“İsrail”in doğuşu ya da “Siyonist Varlık”

1948’e geldiğimizde Siyonist yerleşimciler II. Dünya Savaşı sonrası değişen dünya konjonktüründen de yararlanarak İsrail devletini ilan ettiler.

Arap dünyası bu ilanı tanımayarak 5 ülke birden Yahudilere savaş açtı. Mısır, Suriye, Irak, Ürdün ve Suudi Arabistan güçleriyle savaşan İsrail 1949 itibarıyla kesin bir zafer kazandı.

İsrail tarafı tarihe I. Arap-İsrail Savaşı olarak geçen bu savaşı kendi “Kurtuluş ve Kuruluş Savaşı” olarak görüyor ve bölgedeki varlığının meşru temeli olarak tanımlıyor.

Filistin tarafı ise her ne olursa olsun İsrail’in işgal üzerine kurulduğunu ve gayri meşru olarak görüyor. Bu yüzden İsrail yerine “Siyonist Varlık” ifadesini kullanıyor.

Bu savaş sonrası kaba hatlarıyla bugünkü ayrışma ortaya çıktı. İsrail bir tarafta; GazzeBatı Şeria ve Doğu Kudüs diğer tarafta.

1967’ye geldiğimizde 6 Gün Savaşları da İsrail’in kesin zaferi ile sonuçlandı. Tel Aviv yönetimi Mısır’dan Gazze ve Sina Yarımadası’nı, Ürdün’den Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı, Suriye’den Golan Tepeleri’ni ele geçirdi.

Türkiye Dışişleri Bakanı Sabri Çağlayangil, Türk hükümetinin kuvvete başvurularak toprak kazanılmasını kabul edemeyeceğini açıkladı.

BM Güvenlik Konseyi’nde Türkiye’nin bu görüşü kabul görmüş ve konseyin 242 sayılı Kararı’nda İsrail’in son savaşta işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi istenmiştir.

İsrail, Sina’dan çekilse de diğer işgal ettiği bölgelerden çekilmemişti. Bugüne kadar da bu durum devam ediyor. 
 

​​Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim birimleriyle demografik işgal 

Velhasılı kelam uluslararası toplum 1949 Arap-İsrail savaşının sonucu olarak İsrail’in varlığını kabul etmekle beraber, 1967 sonrası ele geçirdiği toprakları işgal olarak görmekte ve sorunun “iki devletli çözüm” ile hallolabileceğini söylemektedir.

Yani İsrail, Doğu Kudüs, Batı Şeria, Gazze ve Golan’dan çekilecek, başkenti Doğu Kudüs olan Batı Şeria ve Gazze’de bağımsız egemen bir Filistin devleti kurulacak.

Peki bu ortalama çözüm planı gerçekçi midir?

Bu soruya yakın vadede evet diyebilnmek zor. Çünkü İsrail Batı Şeria’yı Yahuda ve Samarya bölgeleri olarak adlandırarak kendi toprağı olarak görüyor.

Bu çerçevede de sistematik olarak bu bölgelere silahlandırılmış paramiliter yerleşimcilerle işgal altında tutuyor. İsrail bu tavrıyla Filistin tarafını da sürekli terörize ediyor.

İki devletli çözüm yine de İsrail’in önündeki makul bir çıkış yolu. Ancak İsrail iç dengeleri Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ten tamamen çekilmeyi bugün itibarıyla imkansız hale getiriyor.

“Nehir’den Deniz’e Tek Filistin” ideali

Buna karşın Arap sosyalist ulusalcı söylemi ile Hamas gibi İslamcı direniş gruplarının ortak ülküsü Nehir’den Deniz’e tek birleşik Filistin’in kurtarılmasıdır.

Bu yaklaşıma göre İsrail diye bir devlet gayrimeşrudur ve yıkılmalıdır. 1948 öncesi İngiliz mandası dönemindeki sınırların tümü Filistin ulus devleti şeklinde kurulmalıdır. 

el-Fetih’in başını çektiği bir diğer söylem ise İsrail’in istense de istenmese de bir vakıa olarak kabullenilmesi gereken olgu olduğu, dolayısıyla öncelikle kurtarılması gereken kısmın Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs olduğudur. Yani 1967 sınırlarında iki devletli çözüm.

Tabi burada tek bir Filistin tarafından bahsedemeyiz. Aslında Filistin adına konuşan taraflar mevcut.

Kabaca ifade etmek gerekirse bugün itibarıyla;

  1. İslamcı Filistinliler
    a. Hamas
    b. İslami Cihad
  2. Seküler Filistinliler
    a. Fetih
    b. Marksist akımlar
  3. Filistin Diasporası
  4. İsrail vatandaşı Filistinliler 

İslamcı Filistinliler Gazze’de yoğunlaşırken İsrail’in devlet ve toplum olarak sivil-asker gözetmeksizin imhasına yönelik en sert söylemi sahiplenen taraf.

Genellikle bu söylem İran’ın Filistin’e yönelik vesayetinin de etkisi altında.   

Seküler Filistinlilerin el-Fetih kanadı uluslararası meşruiyet arayışında. Bu sebeple iki devletli çözümde ısrarcı.

Marksist akımlar da genellikle İslamcı söylem ile örtüşüyor ve Esed rejiminin Filistin’e yönelik vesayetinin etkisi altında. 
 

1.jpg

İstanbul’da yaşayan Filistinliler’den İsrail protestosu

En şahin olan Filistin kesimi ise diaspora. Sürgün edilmişliğin travmasının da getirdiği haklı öfkenin de katkısıyla Lübnan, Avrupa ve Türkiye’de ikamet eden Filistinlilerin İsrail’i imha eksenli 1948 öncesi Filistin özlemini sert siyasal bir söylem olarak dillendirdiklerine şahit oluyoruz.
 

2.JPG

İsrail hükümet ortağı İslami Hareket lideri Mansur Abbas

 

Nüfusun 9 milyona ulaştığı İsrail’de nüfusun yaklaşık 2 milyonunu “İsrailli Araplar” olarak tanımlanan İsrail vatandaşı Filistinliler oluşturuyor.

İsrail vatandaşı Filistinliler, ülke nüfusunun yüzde 20’sine tekabül ediyor. Bu kesim İsrail demokrasisinde önemli rol alıyorlar.

İki büyük siyasal ittifakları var. Biri Netanyahu’yu deviren Değişim Koalisyonu’nun da ortağı olan İslami Hareket’in başını çektiği Birleşik Arap Listesi (Ra’am) diğeri de muhalefetteki seküler Filistinlilerin oluşturduğı Ortak Arap Listesi.

İsrail içerisindeki Filistinliler gerçekliğin bizzat içinde yaşadıklarından iki devletli çözümü savunmanın yanısıra İsrail içerisinde de eşitlik mücadelesi veriyorlar. Bu sebeple de çoğunluğunun şiddete karşı olduğunu görüyoruz.  
 

3.jpg

İsrail vatandaşı Filistinlilerin yaşadıkları bölgeler

 

İsrail’deki Yahudi kamuoyuna baktığımızda da orada da tıpkı Filistin tarafında olduğu gibi çok parçalı bir yelpaze bulunuyor.

İsrail’de günümüzde birkaç nesil yetiştiğinden sürekli çatışmayı isteyen, Batı Şeria, Golan, Doğu Kudüs ve Gazze’nin tamamen ilhakını savunan radikal kesimler olduğu gibi, 1967 sınırlarında iki devletli çözümü savunan barışçı kesimler de mevcut.

Konjonktürel bağlama göre bu iki kesimin toplum üzerindeki psikolojik üstünlükleri ise sürekli yer değiştiriyor.

İki devletli çözümü savunan söylem şiddet sarmalının arttığı dönemde zayıflarken şiddetin karşılıklı olarak azaldığı dönemlerde güçleniyor. 1

Hatta Filistinlilerin insan haklarını savunan pek çok sivil toplum örgütü faaliyet gösteriyor.

 
İsrail’de sivil var mı, yok mu?

İsrail içerisindeki her türlü şiddet eylemini savunan İslamcı ve Marksist çevreler ülke içerisindeki herkesin asker olduğunu, sivillerin de silahlı olduğu, silahlı olmasalar da zaten işgalci oldukları için açık hedef olduklarını savunuyorlar.

İlk duyulduğunda mantıklı ve haklı gibi gözükse de bu argüman acaba gerçeği yansıtıyor mu? 

İsrail’de 9,5 milyon insan yaşıyor. Bu nüfusun yüzde 20’si Filistinli. Yukarıda da belirttiğim üzere Filistin 1948 İslami Hareketi şu an İsrail’de hükümet ortağı.

İsrail’i tümden yok sayan 1948’ci Filistinli kesimlerin dillendirdiği “İsrail’de sivil yok” klişesi ise yanıltıcı ve gerçeklikten uzak.
 

4.jpg

 

İsrail vatandaşı Filistinlileri hariçte tutarsak ülkede yaşayan 7 milyon 600 bin Yahudi içinde silahlanmış sivil kıyafetli paramiliterler ve sivil polisler olduğu gibi halkın büyük çoğunluğu silahsız sivillerden oluşuyor.

Filistinlilerle içiçe yaşayan onlara destek veren de yüzbinlerce Yahudi var. 

İsrail toplumu diğer ülkeler gibi içiçe farklı etnik yapılardan oluşan sivil hayatın devam ettiği kendi demokrasisini inşa etmiş bir toplum. 74 yıl içinde bir çok nesil bu topraklarda doğmuş durumda. 

Özellikle Tel Aviv ve Akdeniz sahil şeridi savaş atmosferinden bağımsız, fanusta yaşayan Batılı bir konfor sahası olarak yaşıyor. Ortadoğu’nun Paris’i sanılanın aksine Beyrut değil Tel Aviv.

7 milyon 600 bin insanın hepsini ayrımsız biçimde sürmek ya da “işgalci” diye öldürmek gerçekliği olmayan bir durum.

Bu gerçeküstü isteği bir an dikkate alsak bile ABD’den Güney Amerika kıtasına Güney Afrika’dan Kazakistan’daki Rus nüfusa kadar demografik olgular ne yapılacak?

Sonuçta bir sosyolojik vakıayı sürgün, savaş ve ölüm dışında da değerlendirebilmeliyiz.İsrail-Filistin sorununda Güney Afrika’da Apartheid rejimi örnek gösterilebilir.

İşgalci Hollandalılar ve İngilizler zaman içerisinde tüm ülkeyi ele geçirip kendi devletlerini kurdular.

Uzun süren bir mücadelenin ardın ülkenin asıl unsuru olan siyahiler aynı devlette eşit şartlara ulaştılar.

Ama birkaç nesil önce ülkeye gelen “işgalci” toplumun ve onların ülkede doğan sonraki nesillerinin tüm fertlerini soykırıma uğratmadılar ya da sürmediler.

Benzeri bir örneği Malezya ve Endonezya’da da görüyoruz. Tüm bu toplumlar bazı şiddet olayları yaşasalar da bu toplumlarla yüzleştiler ve yeni bir toplumsal düzen kurabildiler.

Dolayısıyla gerçekçi durum milyonlarca insanla nasıl adil biçimde bir arada yaşayabilecek bunun cevabını aramalı.

Peki, İsrail’de silahlı kaç Yahudi var?

Kayıtlara göre yaklaşık 500 bin İsrail vatandaşının silahı var. Bu da toplumun yüzde 6,5’ine tekabül ediyor.

Yani toplumun yüzde 93,5’i silahsız sivillerden oluşuyor. Bu sebeple İsrail içerisinde sivil noktalara saldırmanın bir anlamı bulunmuyor. 2
 

5.jpg

Toplum içerisinde silahlanmanın sebebi ise İsrail içerisinde gerekleşen şiddet eylemleri. Bu kısırdöngü hem Yahudilerin hem Arapların karşılıklı silahlanmalarının artmasına yol açıyor

 

İsrail, devlet ve toplum olarak farklı yaş gruplarından, siyasal kesimlerden oluşan ve dünya tarafından da meşruiyeti tanınmış bir devlet.

192 Birleşmiş Milletler üyesi devletin 160’ı (yüzde 83) İsrail’i tanımakta geri kalan ülkelerin de çoğu İsrail’le fiilen ilişki içinde. 

Bu gerçeklikle sadece şiddet eylemleri yoluyla mücadele etmenin sonuçları Filistin tarafına zarardan başka bir şey getirmiyor.

İsrail devleti Filistinlilere yönelik kendi devlet terörüne hem iç kamuoyunda psikolojik meşruiyet sağlarken hem de dünya kamuoyunda dezenformasyonuna malzeme yapıyor.  

İsrail bunun yanı sıra, Müslüman dünya ile de stratejik ilişkiler geliştirmeyi başardı. Böylece gerek 1949 savaşı gerekse de 1967 savaşı sebebiyle oluşan çevresindeki geniş ablukayı ise zamanla etkisizleştirdi. 
 

6.jpg

Filistin Endüstrisi

Ayrıca, 1967 sonrası Sosyalist Arap ulusalcıları Ortadoğu’da Libya, Suriye ve Irak’ta iktidarı ele geçirmelerinin ardından Filistin davasını araçsallaştırdılar.

Kurdukları Baas diktatörlüklerini meşrulaştırmak için Filistin sorununun şiddet temelinde kangrenleşmesini bizzat sağlayan bu despot rejimlerdi.

Kendi ülkelerinde Filistincilik yapan bu dikta rejimleri kendi halklarına uyguladıkları zulümleri Filistin bayrağı ile örtmeyi verimli biçimde kullandılar.

Norman G. Finkelstein’ın siyonizmin Yahudi Soykırımını politik olarak araçsallaştırması için kullandığı “Soykırım Endüstrisi”nin karşı yansıması “Filistin Endüstrisi” oldu.

1979 İran Devrimi sonrası İran’da gittikçe diktatörleşen Tahran rejiminin Filistin söylemi de bu endüstrinin bir parçasına dönüştü.

Saddam rejiminin baskıları da Esed rejiminin Suriye’de ve Lübnan’da insanlığa karşı işlediği suçlar da hep “İsrail’e karşı Direniş” sloganlarıyla süslendi.

İran rejiminin Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen’deki emperyalist politikaları “Kudüs Gücü” kisvesiyle uygulanageldi. 

Filistin üzerinde kurulan bu vesayet çok verimli bir endüstri olduğundan pastadan pay kapmak için sonraları Türkiye ve Katar yönetimleri de İsrail’le ilişkilerini iyi düzeyde sürdürseler de söylemde Filistin davası retoriğini çokça kullandılar.

Peki ama kendi halklarına uyguladıkları hukuksuzlukları Filistin’le perdeleyen Arap ve Arap olmayan bu tarz yönetimler gerçekten de Filistin sorununun çözümünü istiyorlar mı?

Ne de olsa çözüm demek endüstrinin de sonu demek. 

İsrail ile de ilişkileri iyi olan Katar’ın Gazze’deki Hamas otoritesini fonlamasının da bir bedeli var.

Peki, Hamas Gazze’de şeffaf, hesap verilebilir, muhaliflerine yaşam hakkı e diğer tanıyan bir yönetim pratiği ortaya koyabildi mi?

Yolsuzluklar ve insan hakları ihlalleri konusunda kamuoyuna açık mı?

Bu sorular cevaplanmış değil.

Aynı durum Ramallah’taki El-Fetih yönetimi için de geçerli.

BM’den ve diğer uluslararası kurumlardan alınan fonların hesap verilebilirliğinin yanısıra muhaliflerine tahammülsüzlüğü Filistin tarafının tüm kanatlarıyla kendi içerisinde adaleti tesis edemediğini gösteriyor.

İslami Cihad’ın doğrudan İran’la bağlantılı olması, Marksist örgütlerin ise Esed rejimiyle girdiği kirli ilişkiler de cabası…

      
Böylesi bir tabloda hamasetten ziyade gerçekçi bir hak arayışı ve mücadele gerekiyor.

Bu da Filistin tarafının 1948 öncesini uzun vadeli ideal olarak benimse de yakın vadeli çözüm arayışına odaklanmasını gerekli kılıyor.

Elbette bu çözümün yolu da İsrail kamuoyunda iki devletli çözüm taraftarlarının ağır basması ile gerçekleşebilir. Uluslararası camiada da bu çerçevede bir diplomasi yürütülmelidir.  

Unutulmamalıdır ki bu çabalar halk direnişinin alternatifi değil destekçisidir.

İsrail’in krizi

Öte yandan İsrail’in Filistin sorununu çözmek isteyip istemediği de başka bir çıkmaz. BM kararlarına rağmen sadece güce dayalı biçimde zor ve baskıyla bölgede huzurlu yaşanamaz ki yaşanamıyor da.

Batı Şeria’da Yahudi yerleşim birimleri inşa ederek işgali kalıcı hale getirmeye çalışmak, paramiliter yerleşimcilerin Filistinli sivillere yönelik saldırganlıklarına destek vermek Filistin tarafındaki travmatik tepkiselliği besliyor.

Bu da İsrail içlerinde toplumsal patlamalara yol açıyor. Son olarak 6 Mayıs 2021’de Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesinde yaşanan tahliye olayları sonrası 21 Mayıs’a kadar İsrail vatandaşı Filistinlilerin toplu ayaklanmalarına, Gazze’den İsrail’e roket atışlarına ve İsrail’in Gazze’yi bombalamasına şahit olundu.

Yaşanan çatışmalarda 250 kişi ölürken Netanyahu koltuğunu kaybetti. 

İsrail güç üstünlüğünün Filistin tarafında sadece öfke ve direnişi beslediğinin farkında olsa da bu kısırdöngüden çıkmıyor.

Oysa bu kısırdöngü sürdürülemez bir çıkmaz sokak. Mescid-i Aksa başta olmak üzere Müslüman ve Hristiyanlara ait mabedlere saygısızlık, yerleşim birimlerinin Batı Şeria’da artarak süren varlığı, Gazze’nin abluka altında tutulması ve İsrail içerisindeki Filistin nüfusuna yönelik ayrımcı baskı politikaları İsrailli sivilleri de içine alan bir kara delik gibi.

Bu kara delikten ise en çok aşırı şiddet yanlıları nemalanıyor. IŞİD’in son süreçte sahneye çıkması bu açıdan manidar. 

22 Mart’ta Berşeba’daki evinden çıkan Muhammed Galib Ebu el-Kian 8 dakikada 4 kişiyi öldürdü. El-Kian önce bir bisikletliye aracıyla çarptı.

Sonra girdiği bir benzinci ve ardından alışveriş merkezindeki 3 kişiyi bıçakladı. Saldırıya hedef olan 3 kişi hayatını kaybetti. El-Kian, silah taşıyan bir otobüs şoförü tarafından vurularak öldürüldü.

27 Mart’ta Tel Aviv’in kuzeyindeki Hadera’da 2 IŞİD mensubu 2 İsrail sınır muhafızını öldürdü. 

Tel Aviv’in doğusundaki Bnei Brak kentinde 29 Mart akşamı düzenlenen silahlı saldırıda ise biri polis 5 kişi hayatını kaybetmişti.

7 Nisan’da Tel Aviv Dizengoff Caddesi’nde restorana rastgele açılan ateş sonucu 2 kişi öldü. Ardı ardına yapılan bu 4 saldırının ilk ikisini IŞİD düzenledi.

Hamas ve İslami Cihad ise IŞİD saldırıları da dahil olmak üzere tüm saldırıları alkışladı.
 

7.JPG

 

10 Nisan’da Filistinliler Yahudiler için kutsal kabul edilen Hz. Yusuf Türbesine saldırarak tahrip ettiler.

Bu süreçte de İsrail işgal güçleri Filistinli sivillere yönelik muamelelerini sertleştirdi ve Filistinli bir kadını bıçak taşıdığı iddiasıyla öldürdü.

Gerçekçi olarak bakalım. Güçlü olan taraf İsrail devleti. Dolayısıyla nihilist şiddet eylemleri sadece daha fazla Filistinlinin zarar görmesine yol açıyor.

Aynı zamanda zaten militarize edilen İsrail toplumunu daha fazla sağa kaydırıyor. İsrail’in varlığının uluslararası meşruiyeti zaten sorgulanmıyor bir de üstüne uyguladığı devlet terörü de “terörle mücadele” söylemiyle meşrulaştırılıyor.

Peki, bir kurtuluş mücadelesi, güç dengesinde uçurum varsa nasıl kazanılabilir?

Öncelikle dünyada sivil toplum, kamu diplomasisi, siyasi ittifaklar gibi güçlü destekçiler edinerek, psikolojik/ahlaki üstünlüğü her daim koruyarak ve aşamalı olarak direnişi tüm topluma yayarak.

Hayırlayalım Birinci İntifada böylesi bir ahlaki üstünlüğe sahip elinde sadece taş olan çocuklarla tüm dünyada sempati kazanmıştı.

Ancak kötüye karşı kötüleşerek sadece bir nihilizm ve depresyon tablosu çizmek çözümsüz ve sorunun parçası olmak demek.

Oysa İsrail’deki kamuoyunu da yanına çekebilecek ahlaki bir üstünlük potansiyeline sahip Filistinliler.

Peki, bu saldırıların bağlamı neydi?

Yukarıda da belirttiğim üzere geçen yıl yine ramazan öncesi böylesi bir gerilim yaşanmış ve tüm bölge savaşa sürüklenmişti.

İsrail içerisindeki dengeler pamuk ipliğine bağlıyken İsrail’i şiddetten uzaklaştırmak için siyaset yapmak gerekiyor.

Yine tekrarlamak gerekiyor ki bir tane Filistin olmadığı gibi bir tane İsrail de yok. Filistinlileri kör ve sonuçsuz şiddete teşvik eden siyasi iradenin İran’daki ruhban rejimi olduğunu da görmek gerekiyor.

Filistin Endüstrisi için sorunun sürmesi gerekiyor çünkü…

İsrail devlet aklının militarizmle malül işgalci bir zihniyete sahip olması İsrailli sivillerin de sürekli bir sıkıyönetim teyakkuzunda olmalarına yol açıyor.

İsrail devletinin bu zorba devlet terörü bitmeden İsrailli sivillerin sükûnet içinde normal bir hayat sürmeleri imkansız.

İsrail içerisindeki gerek iktidardaki gerekse de muhalefetteki Filistinlilerin siyasi temsilcilerinin gündemleştirdiği gerçek de bu.    

Türkiye’de Filistin adına konuşanların kendi siyasi perspektiflerini tüm Filistin öyleymiş gibi yansıtmaları Filistin’i ve İsrail’i gerçekçi biçimde tanımayı anlamayı engelliyor.

Bu tespitlerimiz elbette İsrail devlet terörüne karşı meşru direnme hakkına karşı olduğum anlamına gelmiyor.

İsrail devletinin her türlü insan hakları ihlaline ve savaş suçuna, militarizmine karşı Filistin halkının haklarını ahlaki üstünlüğü koruyarak ve Filistin’in acılarını istismar etmeden savunmalıyız.

Sonuç yerine

İsrail’in varlığını korumak için kilitlendiği açmaz işgalin sürdürülebilir olmamasında yatıyor. Bu konuda ilk kırılma yukarıda da detayını verdiğimiz 2021 Nisan olaylarıdır.

İlk kez İsrail vatandaşı Filistinlilerin kitlesel isyanlarına tanık olundu. Hatta İsrail ilk kez Lid (Lod) gibi şehirlerde tamamen devlet otoritesini kaybetti.

O halde İsrail’in önünde sadece iki yol kalıyor. Ya kendi iradesiyle seçeceği iki devletli çözüm ya da yüzleşmek zorunda kalacağı bir halk devrimi.

Sadece Gazze ve Batı Şeria’da değil İsrail içerisinden de başlayabilecek kitlesel sivil itaatsizlik ve devrim ayaklanmaları 2021’dekinin daha geniş kapsamlısı olarak gerçekleşebilir.

2021 olayları İsrail’de modern konfor fanuslarını çatlattı. Filistin asıllı Mısırlı aydın ve siyaset bilimci Temim Bergusi bu olasılığı ifade etmişti.

Çeviri: Genç Müslümanlar Çeviri Ekibi

Güney Afrika’da sürdürülebilir olmayan Apatheid rejiminin geniş bir halk ayaklanmasıyla çökmesi gibi İsrail’de de hem içerisinde hem de Batı Şeria’da İsrail güçlerinin felç olma ve devlet otoritesinin çökme olasılığı bulunuyor.

Elbette bu İsrail’in tümden yıkılmasını gerektirmiyor. 2021 dalgasının tsunami versiyonu özellikle Batı Şeria’da ve İsrail’de Arapların yoğunlukla yaşadığı bölgelerde Filistinlilerin bağımsızlıklarını kazanabileceklerini gösteriyor. Yani rızayla olmasa da zorla kazanılan bir iki devletlilik…

Dolayısıyla bireysel ve doğrudan İsrailli sivillere rastgele yönelik şiddet eylemleri yerine hedefi silahlı işgalcilere yönelen toplumsal ve kitlesel halk ayaklanmalarının meşruiyetine vurgu yapmak gerekir.

İsrail’deki 7 milyon 600 bin insanın huzur içinde yaşamasının da yolu çözümden geçiyor.

Çözüm İsrail devlet aklının razı olacağı ya da zorlanacağı kısmen de olsa bazı bölgelerde Filistinlilerin bağımsızlığında yatıyor.  

 

1. bkz. https://www.jpost.com/arab-israeli-conflict/with-only-40-percent-support-israelis-still-think-2-states-best-option-poll-675838
2. bkz. https://edition.cnn.com/2018/08/21/middleeast/israel-gun-laws-relaxed-intl/index.html                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     
   Kaynak: Farklı Bakış 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER