İsrail bu pervasızlığında nereden kimden güç alıyor?

Prof. Dr. Şinasi Gündüz yazdı;

İsrail bu pervasızlığında nereden kimden güç alıyor?

Hemen her yıl mutat olduğu üzere bu Ramazan ayında da işgalci İsrail saldırganlığı yeniden ivme kazandı.

Müslümanların nesiller boyu yaşadıkları Kudüs mahallelerinden atılmaya çalışılması ve Kudüs'te Mescid-i Aksa'ya yönelik engellemelerle tacizler yeni bir zulüm dalgası başlattı.

İşgalci polis, asker ve yerleşimci güçlerinin şiddetine Filistin tarafından gelen misilleme daha önce de sayısız kez görüldüğü gibi Siyonist işgalcilerin tüm askeri imkanlarıyla Gazze'ye, Batı Şeria'ya ve Filistinlilerin yoğun yaşadıkları diğer bölgelere saldırmalarına gerekçe yapıldı. 

Bu bağlamda özellikle son bir haftadır, başta Gazze olmak üzere Filistin'in işgal altındaki yerleşim birimlerinde polis, asker ve yerleşimci Siyonistler marifetiyle yürütülen saldırılarda anne karnındaki bebekler de dahil çocuklar, kadınlar ve diğer birçok masum katledildi. 

Bu arada Siyonist güçlerin saldırılarıyla çıkan yangın Müslümanların en mukaddes üçüncü mabedinin, Mescid-i Aksa'nın avlusunu alev alev sarmışken hemen aşağıda Burak duvarının önünde coşkuyla dans ederek kutlama yapan radikal Yahudilerin ruh halini yansıtan fanatizm dikkat çekiciydi.

Zulmün ve barbarlığın bu fanatiklerce nasıl içselleştirilmiş olduğunun bir ifadesiydi.

Buna, çeşitli yerleşim merkezlerinde Filistinlilere yönelik yapılan linç girişimlerini de eklemek gerekir.

Bu noktada insan şu soruyu sormadan edemiyor:

İsrail'in ne kadar seküler ya da ne kadar din devleti olduğu tartışması bir tarafa, kendisini dindar kabul eden ve Mescid-i Aksa'da çıkartılan yangın karşısında şarkılar söyleyip dans eden bu Yahudiler için, Musa'ya verilen on emir arasındaki "öldürmeyeceksin" emri bir anlam ifade ediyor mu?

Ya da "komşunu kendin gibi seveceksin" ilkesi… 


Ya, tüm bu zulüm ve insanlık dışı tavırları görmezden gelenlere, meşrulaştıranlara ne demeli?

Çocuk ve kadın demeden katledilen Filistinlilerin çığlıklarına kulak tıkayanlara, Müslümanların kutsallarına yapılan tacizleri görmezden gelenlere…

Müslümanlar, Filistinliler söz konusu olduğunda insan hakları kavramının bunlar için, örneğin Siyonist güçlerin zulmüne çanak tutan sınırsız destek veren uluslararası güçler için bir anlamı/değeri var mı? 

Yine Batı halkları arasında Siyonist çetelere kayıtsız şartsız arka çıkan ve kendisini kilise müdavimi dindar bir Hıristiyan olarak görenler için, kutsal metinlerindeki yukarıda zikredilen ilkeler bir anlam taşıyor mu? 


Yoksa bunlar için yaşam, kendini ifade ve mülkiyet hakkı gibi temel insan hakları sadece kendisini dünyanın efendisi sayan muktedirler için mi geçerli?

Ya da kendileri dışındaki haklar ve kültürler söz konusu olduğunda esas alınması gerekli ilke, Tora'daki "Tanrınız Rabbin elinize teslim ettiği halkların tamamını yok edeceksiniz; onlara acımayacaksınız…" emri mi? 

Öyle anlaşılıyor ki en azından kendisini dindar olarak değerlendiren fanatik Yahudi ortodoksisi ve bunlara sınırsız destek verenler açısından esas alınan dini referanslar, Kitabı Mukaddes'teki "kentlerin obaların ateşe verilmesi", "şehirde ne varsa hepsinin kılıçtan geçirilip yok edilmesi" gibi ifadeler…

İşgal altındaki topraklarda yapılan katliam ve buna seyirci kalanlarla destek verenlerin tutumu ister istemez bunu düşündürüyor.


Peki, Siyonist işgalciler bu pervasızca saldırılarda ve giriştikleri katliamda nereden kimden güç alıyor?

Bugünlerde birçok kişinin sorduğu ve cevap aradığı bir soru…

Kuşkusuz burada birçok kişinin aklına gelen ilk şey, başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin İsrail işgal gücüne verdikleri sınırsız destek…

Noam Chomsky'nin de bu yakınlarda altını çizdiği gibi ABD desteği olmadan işgalcilerin böylesi bir pervasızlığı sürdürmeleri mümkün değil.

Ancak yalnızca ABD değil, bu son olaylarda Almanya'dan Avusturya'ya ve Fransa'ya birçok ülke açıktan Siyonist işgalcilerin yanında tavır aldı. 

Almanya ve Avusturya gibi ülkeler belki de Yahudilere yönelik kendi katliamcı geçmişlerinin ezikliği altında işgalci İsrail'e en üst perdeden ardı ardına destek mesajları yolluyor.

Fransa örneğinde olduğu gibi bazıları ise bu mesajlar yanında, Filistin'de yapılan katliama dikkat çekmek amacıyla yapılması planlanan toplanma ve gösterileri yasaklıyor; yapılan sınırlı toplantıları da polis marifetiyle dağıtıyor. 


Bu arada Batı'nın önde gelen birçok medya kuruluşu Filistin'de yaşanan çocuk bebek katliamına sağır kalırken, katliama el yapımı sınırlı imkanlarla direnen halkın bu imkanlara nereden nasıl sahip olduğu sorusunu ön plana çıkarıyor. 

Bu ülkelerde tarihsel anlamıyla Yahudi karşıtlığının/düşmanlığının ifadesi olan Antisemitizm, İsrail karşıtlığı/eleştirisi şeklinde dar bir anlama sıkıştırılmış durumda…

Dolayısıyla işgalci İsrail'i eleştirmek ve yaptığı zulümleri barbarlığı protesto etmek antisemitizm kapsamında görülen bir suç olarak değerlendiriliyor. 

Avrupa'nın yakın tarihine kara bir leke olarak yapışmış olan Holokost ise bugün neredeyse tüm Batı toplumlarını esir almış gibi...

Öyle ki yakın tarihlerindeki bu katliamın ezici baskısıyla Batılı yönetimler, Siyonizm ve bunun ürünü olan işgalci İsrail karşısında ezik ve mahcup…

Her fırsatta işgalci Siyonistlere destek vererek bu ezikliği telafi eder görünüyorlar. 


Bazı yazarların dikkat çektiği gibi Holokost, Siyonist işgalcilerin Filistin dahil içinde yaşadığımız bölgede yaptığı her zulmü her barbarlığı Batılılar nezdinde meşrulaştıran, bu konuda tepe tepe kullanılan bir endüstri haline gelmiş…

Bugün bölgede yaşanan olaylara ve Siyonist işgalcilerce girişilen katliama kör ve sağır kalan Batı kamuoyunun oluşumunda dahası bu yönde maniple edilmesinde kuşkusuz en büyük rol medyadan, finans sektörüne, siyasetten ekonomiye ve kültüre hemen her alanda etkili role sahip olan Siyonist oluşumlara ve destekçilerine aittir. 

19'uncu yüzyıl sonlarında seküler milliyetçi bir oluşum olarak ortaya çıkan Siyonizmin, özellikle 20'nci yüzyıl başlarından itibaren etkili olduğu bilinmektedir.

Siyonist locaların etkisi Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı'nın yıkılışı ve Osmanlı topraklarının Batılı güçler tarafından paylaşılması esnasında daha görünür şekilde ortaya çıkmıştır.

Nitekim 1917 yılında İngiltere tarafından dışişleri bakanı Arthur Belfour aracılığıyla İngiltere Siyonist Federasyonu başkanı Lord Rothschild'e gönderilen Belfour Deklarasyonu ile Osmanlı toprakları olan Filistin'de bir Yahudi ulusal anayurdu oluşumu sözü verildi.

Bu söz doğrultusunda İngiliz işgali altındaki Filistin'e dünyanın dört bir tarafından Yahudilerin göç etmeleri teşvik edildi ve İsrail işgal gücü böylece şekillendi.

Böylelikle ulus-devlet furyasının bir ürünü olarak ortaya çıkan Yahudi ırkçısı seküler Siyonizm hareketi işgalci İsrail'i üretti.

Bunun oluşumunda kuşkusuz en büyük pay; yöreye yönelik çıkar ve menfaatleri doğrultusunda planlar yapan ve yörenin geleceğini buna göre planlayan İngiltere'ye aittir. 


Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde bölgeye yönelik Batılı devletlerin politikalarında Siyonist işgalci gücün korunup kollanması öncelikli olmuştur.

Bu koruma ve kollama ile içinde yaşadığımız coğrafyaya yönelik çıkar ve menfaatlerinin korunması doğrultusunda bölgenin dizayn edilmesi politikası yanında başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri İkinci Dünya Savaşı öncesi kendi ülkelerinde yaşayan Yahudi halka yaptıkları katliamın bu yolla bir şekilde diyetini ödeme ve böylelikle günah çıkarma yoluna gittiler.  


Bu arada yalnızca Batılı devletlerle yönetimler değil, işgalci Siyonistlerin desteklenmesinde özellikle ABD ve Kanada gibi ülkelerde etkili olan evanjelik kiliseler de aktif rol almıştır.

İşgalci Siyonistleri desteklemenin dini bir görev ve sorumluluk olduğuna dair geliştirdikleri teolojik argümanla kendilerine bağlı milyonlarca Hıristiyanı sorgusuz sualsiz Siyonistlerle iş birliğine ve onlara destek vermeye kanalize etmişlerdir/etmektedirler.

ABD siyasetinde de etkili olan evanjelikler, bu özellikleri nedeniyle "Hıristiyan Siyonistler" olarak tanımlanmaktadır.

Peki, Siyonist işgalcilerin zulmüne ve barbarlığına kör ve sağır olan yalnızca Batılı siyasal güçler ve Hıristiyan Siyonistler mi?

Müslüman dünya ve örneğin İslam İşbirliği Teşkilatı (OIC) ve Arap Birliği de dahil Müslüman dünyadaki organizasyonların ya da bölge ülkelerinin tavrı farklı mı?

Maalesef bölgede Türkiye ve Katar gibi birkaç örnek hariç tutulursa bölgedeki aktörlerin hatırı sayılır kısmının yaşanan hadiselere yönelik yaklaşımı Batı ülkelerinden fazla farklı değil.

Tabi burada bugün uluslararası ortamda sesini en fazla yükselten Türkiye'nin zamanında İsrail işgal devletini ilk tanıyan ülkeler arasında olduğunu da hatırda tutmak gerekir.

OIC ve Arap Birliği gibi organizasyonlar ise cılız bazı sesler dışında bugün yaşananlara kör ve sağır… 


Aslında Siyonist işgalcilerin pervasızlıklarındaki bir diğer dayanakları bölge ülkelerinin bu tavrı…

Hayli sınırlı imkanlarıyla Hamas'ın direnişi istisna edilirse, bölgede kendilerine karşı çıkacak, güçlü bir karşılık verecek bir gücün olmadığı kanaatinden güç alıyorlar.

Daha önce sayısız kere başvurdukları katliamlara, işgallere, haydutluklara bölgeden herhangi bir kayda değer karşılığın gelmemesi bu fütursuz saldırılarının en önemli dayanaklarından birisi.


Hatta bölgede işgalci Siyonistlere karşı çıkmak bir tarafa, bölgenin kukla yönetimleri kendi çıkar ve menfaatlerinin işgalci Siyonistlerin açıktan ya da üstü örtük desteklenmesinden geçtiğini düşünüyorlar.

Geleceklerinin buna bağlı olduğunun hesabını yapıyorlar. Zira Filistin'de gelişip başarılı olacak bir özgürlük hareketinin, hak hukuk mücadelesinin eninde sonunda kendilerini de tehdit edeceğini düşünüyorlar.

Bu nedenle olsa gerek ki Siyonist işgalcilere ve destekçisi olan Batı ülkelerinin plan ve projelerine arka çıkıyorlar. 


Nitekim şu son yaşanan hadiselerle ilgili Emirlikler ve Suudiler gibi Arap ülkelerinin önde gelen medyasına bakıldığında olayları nasıl işgalci Siyonist perspektifinden okudukları ve yansıttıkları açıkça anlaşılır.

Bu nedenledir ki ABD'nin Kudüs'ü tamamıyla Yahudileştirme, Filistinlileri yaşadıkları bölgeden sürüp başka bir bölgede iskan etmeye dayalı şeytani planına Bahreyn, Emirlikler başta olmak üzere çeşitli Arap ülkeleri balıklama atlamışlardır.

Geçmişte Osmanlının mirası üzerine bölgeye yönelik Fransız ve İngiliz çıkar hesapları doğrultusunda kurulmuş olan bu kukla yönetimler, bir süre Filistin ve Kudüs meselesini Arap meselesi olarak görmüşlerdi ve işgalcilere karşı Arap ulusal kimliği etrafında bir kamp oluşturmuşlardı.

Devamı >>>