25. 09. 2018 Salı
İSTANBUL - Ceyhun Çiçekçi
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen hadise, İsrail´in bölge düzleminde meydana getirdiği kırılganlığa işaret etmesi açısından önemli bir göstergeydi: Suriye semalarında operasyon yapan İsrail jetleri, Rus uçaklarını kendi varlıklarını perdelemek için kullanınca, Suriye hava savunma sisteminden fırlatılan füzeler Rus uçağına isabet etmiş ve 15 Rus askerinin ölümüne sebep olmuştu. Bunun üzerine ivedilikle açıklama yapan başta Savunma Bakanı Şoygu olmak üzere üst düzey Rus yetkililer, söz konusu hadise kapsamında İsrail´in doğrudan suçlu olduğunu net bir biçimde ifade ettiler. Fakat buna mukabil, Putin´in görece tonu yumuşak bir açıklamayla yetinmesi, Rusya´nın bölge siyasetinde İsrail´e verdiği önem bağlamında ele alındı.
Soğuk Savaş dönemi olarak adlandırılan ve Rusya´nın selefi Sovyetler Birliği´nin iki kutuplu uluslararası sistemde kutuplardan birini temsil ettiği periyot, İsrail´in ve hatta Akdeniz-Ortadoğu hattının süper güçler arası rekabet ve denge unsurlarıyla tanımlandığı bir dönemi temsil ediyor. İsrail´in çeşitli düzeylerde yanına çekmeyi başardığı Batılı büyük güçlere nazaran Sovyetler Birliği, özellikle de Filistin sorunu temelinde İsrail karşıtı bloğun tedarikçisi pozisyonuna kendisini konumlandırmıştı. İsrail girdiği hemen bütün büyük savaşlarda, Sovyetlerin teknolojisiyle ve kurmay aklıyla mücadele ediyordu. Özellikle de Arap dünyasının liderliğine soyunan Mısır´daki Nasır rejimi, ?müşteri/bağımlı devlet? (client state) olarak da isimlendirilmeyi hak edecek düzeyde Sovyet üretimi silah ve ekipmana bağımlıydı. Kaldı ki Soğuk Savaş döneminde iki kutuptan biriyle alışveriş yapabiliyordunuz. Kısacası İsrail´in Batılı büyük güçlerce desteklenmesi, başta Mısır olmak üzere diğer Arap rejimlerine fazla bir seçenek bırakmamıştı. Böylece İsrail-Sovyet ilişkileri uzun yıllar boyunca sıkıntılı bir düzlemde seyretmişti. Sovyetlerin tedarik ettiği silah sistemleriyle ulusal güvenliği dolaylı olarak tehdit altına giren İsrail, kuruluş kodlarında da var olduğu üzere, büyük güçlerle açıktan mücadele etme olasılığı doğuracak eylemler içine girmekten kaçınmıştı.
1990´lı yıllara gelindiğinde ise iki ülkenin ilişkileri oldukça farklı bir seyir izlemeye başladı. İlk olarak, Soğuk Savaş dönemi sona ermiş, çift kutuplu katı güçler dengesi sisteminin doğurduğu riskler ortadan kalkmış ve Ruslar bu ?uzun soluklu savaşın galibi? ABD´ye bir nevi boyun eğmişti. Bu yeni dönemde ?yeni bir dünya düzeni? tesis etmeyi hedefleyen ABD´nin bölge politikaları da üstünlüğünü tescil ettirici ve bu minvalde bölgesel güçlerin rızalarını arayıcı bir süreci doğurmuştu. Bu dönemde bölgede gerçekleştirilen konferanslar veya elde edilen barış anlaşmaları, Beyaz Saray´ın dekoratif niteliklerini gözler önüne seren fotoğraf kareleriyle anımsanır. İşte bu, tam olarak bir ?Amerikan Barışı?ydı (Pax-Americana). Haliyle bu dönemde kendisini toparlamaya çalışan Rusya, İsrail ile düşük seviyede yürüttüğü temsil ilişkilerini restore ederek işe koyuldu. Çünkü aynı bugün de olduğu gibi İsrail, Batı dünyasına temas edebilmek ve meramını diplomatik arka kapılardan iletebilmek için biçilmiş kaftandı. İsrail´le iyi ilişkiler tesis etmek, Batılı güçlerle de potansiyel işbirliklerinin önünü açıyordu.
Putin iktidara geldiğinde, söz konusu ilişkilerin seyrinde herhangi bir dalgalanma olmadı. Merkeziyetçi politikalarıyla Putin, Rusya´nın Sovyetler dönemi süper güç statüsüne özlemin cisimleşmiş haliydi. Lakin İsrail ile ilişkiler, yükseliş trendine olanca hızıyla devam etti. Bu eğilimin başlıca kaynağı da terörizme karşı mücadele olarak belirginleşti. Nihayetinde İsrail, ulusal güvenliğine tehdit oluşturan ?terörist yapılarla? mücadelesinde mesafe kat etmiş bir devletti ve Rusya özellikle de Çeçen savaşlarıyla netlik kazanan ve İslami tonları ağır basan ?ayrılıkçılığın? mağduruydu. Nihai kertede iki ülke, aynı referanslara sahip hareketlerle mücadele ediyordu. İşte bu gerekçe, iki ülkenin ilişkilerini belli bir artış eğilimine sahip kıldı.
Bu aşamadaki en büyük istisna ise Rusya´nın bölge politikalarıyla ilgiliydi. Rusya, İsrail´in ulusal güvenliği açısından başat tehditler olarak görülen İran´a ve Suriye´ye silah satışlarına devam ediyordu. Ayrıca İran´ın nükleer faaliyetlerini, uluslararası platformlardaki veto yetkisine sığınarak himayesine alıyordu. Kısacası Rusya´nın bölge politikaları, İsrail´le iyi ilişkilere sahip bir ülkeden ziyade, ulusal çıkarını gündeminin tepe noktasına konumlandıran bir süper gücün stratejisini andırıyordu.
2015 Eylül´ü itibariyle Esed rejiminin talebi doğrultusunda uluslararası hukuk nezdinde ?yasallaştırılan? Rusya´nın Suriye´ye askeri müdahalesi, İsrail-Rusya ilişkilerini çok daha sıcak bir hatta taşıdı. Artık iki devlet, görece uzaktan geliştirdikleri ve belli bir seviyede tuttukları ilişkilerini sıcak bir sahada test etme imkanına kavuştular.
Suriye´deki Rus varlığı, Esed rejimine can suyu vermesi hasebiyle kritik önemdeydi. Aksi halde rejim haftalarla ömür biçilen bir süreç içindeydi. İsrail için Suriye´deki gelişmeler, İran ve Hizbullah eksenli okunduğundan, Esed´in düşmesi veya iktidarda kalmasından ziyade, bölgede kimin ne ölçüde etki alanı oluşturacağıyla ilgilendiler. İran patronajındaki Esed belki de İsrail için en kötü senaryolardan biriydi. Kaldı ki Esed´in yerine Suriye´yi bir bütün olarak egemenliğine alabilecek ?tanınmayan bir şeytan? veya bu olmasa da İsrail´le sınırdaş güney bölgelerinde oluşabilecek radikalist bir entite, İsrail´in ulusal güvenliği açısından yine kötü bir senaryo olarak algılandı. İsrail için optimum senaryo, Esed´in güçsüzleşmesi ve İsrail´in bu bölgede hava hakimiyetini tesis edebileceği bir dengede sabitlenmesiydi. Öyle de oldu. Lakin bu gelişme Rusya´nın İsrail´le olan ilişkileri neticesinde elde edildi. Halbuki Suriye´de konuşlu bulunan Rus S-400´leri Tel Aviv´deki Ben Gurion Havaalanı´ndaki uçak trafiğini dahi kesebilecek kapasitedeydi. Ancak Rusya´nın Suriye´ye müdahalesi akabinde sıklaşan Netanyahu-Putin temasları, İsrail´in ulusal güvenlik çıkarlarını kabullenen bir minvalde şekillendi. Netanyahu Putin´i ikna edebilmişti. Bu işbirliğinin altında da başlıca bir kaç sebep bulmak mümkün.
İlk olarak İsrail, yukarıda da ifade edildiği üzere, Batı´ya açılan bir pencere gibiydi. Özellikle de Yahudi lobilerinin ulaşamadığı bir iktidar odağının bulunmadığı akılda tutulursa, İsrail aslında bizatihi elde edilebilecek stratejik bir değerdi. Ukrayna ve Kırım´ın ilhakıyla aşırı derecede gerginleşen Batı´yla ilişkilerinde Rusya, Suriye´yi de bir manivela olarak kullanmıştı. Suriye´de Amerikan isteksizliğine mukabil, ?süper güç statüsünü büyük bir özlemle arayan? Rusya, aslında büyük bir pazarlık kozu elde etmiş oluyordu. Suriye´de oyun kurucu bir pozisyon aldı ve İsrail´in ulusal güvenliğini de dolaylı olarak belirleyen bir patron hüviyeti kazandı. Suriye´deki İran etkisi ve Hizbullah´a gönderilen mühimmat konvoyları, aslında Rusların İsraillilere karşı kullanabileceği önemli birer koza dönüştü. Bu vesileyle, hem ABD´nin Suriye stratejisinin PYD/PKK hattına sabitlenmesinden ve kısıtlanmasından faydalandı hem de İsrail´i bir nevi avucunun içine almış oldu. Artık İsrail, ulusal güvenliğine yönelebilecek tehditleri bertaraf edebilmek için Rusya´nın taleplerine daha da açık bir pozisyon sergilemeye başladı.
Bir başka gerekçe ise İsrail´in bölgede birlikte iş tutulabilecek potansiyele sahip olmasında yatmaktaydı. Her ne kadar Filistin sorunundaki ana akım söyleminde fazla bir değişiklik olmasa da Rusya, bölgede birlikte çalışabileceği önemli bir ortak kazanmış oluyordu. Muhtemelen uluslararası toplantılarda Filistin yanlısı pozisyonunu kuvvetli bir şekilde koruyacak olan Rusya, bölgede ve özellikle de Suriye denkleminde İsrail´i önemli bir oyuncu olarak algılıyor. İran ve Hizbullah´ın maliyetsiz bir şekilde dengelenebilmesinin yolu da bu iki oluşumu İsrail´e yem etmekten geçiyor.
Kısacası ?dengenin dengeleyicisi? olarak Rusya, Suriye iç savaşının belki de en büyük kazananıdır. Batılı yönelime sahip ülkeler olarak hem Türkiye´yle hem de İsrail´le ortak iş yapabilen Rusya, Batı´ya ve özellikle de ABD´ye net bir mesaj vermiş oluyor. Kaldı ki bölgede ?iş tutulabilecek? profesyonel kapasiteye sahip ülkeler de Türkiye ve İsrail´den ibaret. Özellikle de Arap rejimlerinin askeri operasyonlardaki başarı oranları hususunda, Yemen iç savaşı örneğinden kaynaklanan ciddi bir tecrübeye sahibiz. Bu bağlamda, İsrail-Rusya ilişkilerini Türkiye´yi de hesaba katarak değerlendirmekte fayda var.
İsrail-Rusya ilişkileri, bölge özelindeki bağlamını aşan hatlara da sahip. Lakin özellikle Suriye krizi, iki ülkenin ilişkilerinin geleceğini de belirleyebilecek önemde. Geçtiğimiz günlerde Rus uçağının Suriye semalarında düşmesine sebep olduğu açıklanan İsrail, Rusya´yla yaşayabileceği olası bir krizden nasıl etkilenebilir?
Suriye hava sahasının kontrolü Rusların elinde ve İsrail Rusya´yla yaşayacağı bir krizde, Suriye hava sahasındaki operasyon kabiliyetlerini yitirebilir. Bu olasılık, İsrailli güvenlik elitlerinin uykularını kaçıracak boyutta bir gelişme. Özellikle Suriye iç savaşıyla ciddi bir tecrübe kazanan ve nizami bir ordu görünümüne kısmen kavuşan Hizbullah´ın Golan tepeleri üzerinden tacizleri daha da mümkün hale gelir. İran´ın Golan sınırlarına yakınlaşmasının önü açılabilir ve böylece İsrail (Gazze´deki ve Sina yarımadasındaki oluşumları da hesaba kattığımızda) kuzeyden ve güneyden çevrelenmiş olur. Bu sebeplerle İsrail´in Suriye hava sahasını Rusya´nın kendisine açık tutmasına hayati derecede ihtiyacı var.
Aynı anda İsrail ve İran ile yakın ittifak ilişkisi kurarak bölge siyasetini hassas bir dengede yürüten Rusya´nın bölge Tel Aviv ile ilişkilerinde meydana gelecek muhtemel bir kriz, hiç şüphesiz Türkiye açısından da önemli sonuçlar doğuracak. Bu konu, İsrail´in bölgesel dengelerde güvenlik tüketen politikalarının sınırlandırılması ve çevrelenmesi açısından da Türkiye için bir manevra alanı temin edebilir.
Türkiye, Rusya ve İran´la geliştirdiği ilişkiler neticesinde, Suriye´deki başat aktörlerden biri olma konumunu pekiştirdi. Hatta Rusya´yla ilişkilerini o denli yüksek bir seviyeye ulaştırdı ki Batı/NATO ekseninden koptuğuna yönelik hem içeriden hem de dışarıdan eleştiri yağmuruna tutuldu. Halbuki Ruslarla benzer düzeylerde görüşmeler gerçekleştiren İsrail, benzer bir tepkiyle karşılaşmamıştı. Hem de Ruslara göbeğinden bağlı olmasına rağmen. Hem de ABD´yle ?özel ilişkilere? sahip olmasına rağmen.
Türkiye´nin Rusya´yla geliştirdiği ilişkiler elbette Suriye özelinde ağırlık kazanıyor. Suriye´nin kuzeyinde oluşabilecek bir terör hattı ihtimaline mukabil Türkiye, Rusya´yla geliştirdiği ilişkilerin de yoğun katkısıyla, hem Fırat Kalkanı hem de Zeytin Dalı operasyonlarıyla askeri gücünü bölge nezdinde tescil ettirmiş oluyordu. Astana süreciyle başlayan görüşmeler ağıyla birlikte değerlendirildiğinde, Suriye stratejisinde Fırat´ın doğusundaki PYD/PKK unsurlarını himayesine almakla yetinen ABD´ye karşılık olarak, Türkiye-Rusya-İran üçlüsünün ülkenin geleceğine şekil veren başat güçler olduğu gözlemlenebiliyor. Peki bu halde, İsrail için büyük bir ulusal güvenlik tehdidine dönüşebilecek Suriye girdabı, Türkiye açısından yeterli düzeyde fonksiyonelleştirilebiliyor mu?
İsrail´in Rusya´yla yaşadığı uçak düşürme hadisesi aslında söz konusu denge değişimine bir işaret olarak yorumlanabilir. Moskova-Tel Aviv hattında başgösterecek gerilimler, İsrail´in bahse konu politikalarının tahdidi açısından stratejik açılımlara zemin hazırlayabilir ve bu durum hem Rusya´yla olan ilişkilerimiz bağlamında hem de Rusların Akdeniz-Suriye stratejisi bağlamında ele alınabilir. Nihayetinde İsrail, bölgedeki istikrarsızlıklardan beslenen bir ulusal güvenlik paradigmasına sahip. Suriye´de taşlar yerine oturtulacaksa İsrail´in de dizginlenmesinde fayda olabilir. Suriye´deki İran ve Hizbullah varlığına, İsrail´in neredeyse Şam´a kadar uzanan güvenli gölge talebini boşa çıkartacak minvalde göz yumulabilir. Ya da sırf bu ihtimal canlı tutularak İsrail politik-askeri bir düzlemde geri adım atmaya zorlanabilir.
Ayrıca Doğu Akdeniz´deki gelişmeler de Ruslar açısından önem taşıyor. Bu bağlamda, Suriye stratejilerinin bir okuması da Akdeniz üzerinden yapılabilir. Doğu Akdeniz´deki tansiyon yüksekliği, diğer büyük güçlerin de bu bölgede varlıklarını tesis etmeye çabalamasıyla netleşmiş durumda. Bugün Türkiye´de de tartışılmakta olan Kuzey Kıbrıs´a askeri bir deniz üssü kurulması ihtimali, Rusların da bu bölgede varlık göstermeye çalışmasıyla bütünleşik hale getirilebilir. Ruslara bu bölgede açılacak alanla, şayet İsrail çevrelenecek bir tehditse, yukarıdaki olaylar dizgesiyle birlikte bu gerçekleştirilebilir. Suriye sahasında İsrail´in manevra kabiliyetini kısıtlayacak bir Rusya, Akdeniz´deki varlığıyla da buna net bir sınır getirecektir. Bu noktada Türkiye, elindeki kozların pazarlık maliyetlerini iyi hesap etmelidir. Filistin sorunu özelinde de ileri mevziler kazanabilmenin yolu, ya ulusal gücünüzle ya da bir diğer gücün desteğiyle yeni bir denge kurmaktan geçiyor. Rusya bu aşamada ideal adaylardan biri olarak görünüyor.
[Bandırma 17 Eylül Üniversitesi öğretim görevlisi olan Ceyhun Çiçekçi "Arap Baharı Sonrası İsrail Dış Politikası: Kavram, Bağlam, Pratik ve Kuram" kitabının yazarıdır]