Cemaatler/tarikatlar meselesine kafa yormak gerekiyor. Cemaatleşme yüzünden devlet içinde devlet ortaya çıkmış, başımız büyük belâya girmiştir.
"Kümeleşme" insan tabiatında vardır. Kümeleşmede başı çekenlerin inisiyatifi "hakikat"ı aramada büyük rol oynamaktadır. İdeolojik hareketlerde de böyle. Hâl ehlini bulmak çok zor. Ve "bulunan" zatın ehl-i hâl olduğunu tayin edecek kıstaslardan da mahrumuz.
Cemaatçilik, tarikatçılık yozlaşmıştır. Her biri kendine göre bir "din" anlatmakta ve mutlak olarak "Allah´a ulaşma benden geçer!" demeye getirmektedir.
Mustafa Kemal, Millî Mücadele´de, hem tarikatlardan destek aradı, hem onlara en büyük darbeyi vurdu, denir. Meselâ şöyle:
"19 Mayıs 1919´a gelindiğinde ´Tekkeler kalsın mı gitsin mi?´ şeklindeki bir soruyu sorma lüksü ortadan kalkmıştı. Bunun en açık belgesi Mustafa Kemal´in aynı günlerde Anadolu´nun muhtelif şehirlerinde yaşayan şeyh efendilere bir mektup yazarak onların Millî Mücadele´ye omuz vermelerini istemesidir. O günkü Osmanlı toplumunun yapısını bilenler tasavvuf erbabını ´atlayarak´ toplu bir hareketin gerçekleştirilemeyeceğini iyi biliyorlardı. Bu gerçeğin uzantısı olarak 23 Nisan 1920´de Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir tarikat pîri olan Hacı Bayrâm-ı Velî´nin kabri ziyaret edilerek açılmış, seçilen iki başkan vekilinden biri Konya mebusu Abdülhalim Efendi, diğeri Kırşehir mebusu Cemâleddin Efendi olmuştur. Birinci isim Konya Mevlânâ Dergâhı, ikinci isim Hacı Bektaş Dergâhı şeyhi idi. Başka bir ifade ile birinci isim dünyadaki Mevlevîler´in, ikinci isim Bektaşîler´in önderi idi ve uluslararası bir güç ve otoriteleri vardı." (Mustafa Kara, "Cumhuriyet Türkiyesi´nde Tarikatlar", Türkiye´de Tarikatlar Tarih ve Kültür, İSAM Yayınları, 2011).
Makalenin devamında, tarikatların ve tekkelerin kapatılması üzerinde uzun uzun durulur ve "Keşke kapatılmasaydı." demeye getirilir.
Tarikatlar olmasaydı, Osmanlı´nın ilk dönemleri ve daha öncesi Türk tarihi üzerine kafa yormuş, kitaplar yayınlamış biri olarak söyleyeyim, İslâm çok yere ulaşamaz ve ulaşsa bile çok yerde sapmalar olurdu. Diyeceksiniz; tarikat aynı zamanda sapma değil mi? Evet sapma! Ama ilk dönemlere baktığınızda, kişilerin öğretileri ve bu öğretiler etrafında kümelenen insanlar görüyorsunuz. Kur´an esas. Elbette tartışılacak taraflar bulunuyor, ancak, bunlar tâlî kalıyor.
M. Kemal Millî Mücadele´ye başlarken, kimin gücü, kimin etrafı varsa onu kazanmak istemiştir. Başta tavır almasının bir manası yoktur. Tarikat liderleri yanında, M. Kemal, aşiret reislerini de kazanmak istemiş ve her birine mektuplar yazmıştır. Kimini kazanmıştır da.
Onlar da hatalarıyla savaplarıyla bu ülkenin insanlarıdır. İnsafa gelenler, gerçeği görenler, medet umanlar Millî Mücadele´ye destek vermişlerdir.
Yukarıda iktibas ettiğim makaleyi yazan, ilmî hayatını tasavvufî konulara ayırmıştır. Birçok ayrıntıyı kendisinden öğreniyoruz ama "taraf" olduğu da açık görülüyor. (Bunun yanında, tartışılacak yönleri olsa da, Zekeriya Işık´ın "Devlet ve Tarikat" kitabı, ayrı bir bakış açısı getirmektedir.)
Tekrar tekrar söylüyorum: Diyanet; "Osmanlı şöyle tedbir almıştı. Tarikatları bir çatı altında kontrol ediyordu." gibi geriden ileriye bakmayı bırakmalı ve zamanın ruhunu yakalamalıdır.
İslâmı anlatmayı, birbirine düşman "yeni din icatçıları"nın eline bırakmayalım.
Kaynak Yeniçağ: İslâmı kim anlatır? - Arslan TEKİN