İslâmcılık bir tepki hareketi midir?

Selçuk Türkyılmaz, yenisafak.com’da “İslâmcılık bir tepki hareketi midir?” başlıklı bir yazı kaleme aldı

İslâmcılık bir tepki hareketi midir?

İslâmcılık üzerine yapılan tartışmalarda çokça tekrar edilen tezlerden biri, bu ideolojinin bir tepki hareketi olmaktan öteye gidememesidir. Bu tezi dillendirenlerin İslâmcılık düşüncesi ile tepki hareketi arasındaki bağı kolonyalizm ve emperyalizm karşıtlığı üzerinden kurduklarını söyleyebiliriz. İslâmcılık ideolojisinin en önemli temsilcilerinin Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıktığı da bilinen bir durumdur. Onlara göre ideolojinin ortaya çıkmasında en belirleyici faktör Tanzimat sonrasında Batı medeniyeti ile yakınlaşmamızın ortaya çıkardığı sorunlardır. Batı medeniyeti ile kurulan ilişkiler büyük bir tepki uyandırmış, aydınlar tepkilerini dile getirmişlerdir. Böylelikle bir tepki hareketi olarak İslâmcılık ideolojisi ortaya çıkmıştır.

Batı medeniyeti ile karşılaşmanın ortaya çıkardığı sorunlar görmezden gelinemeyecek kadar sarsıcıydı. Bunun da bir sonucu olarak Osmanlı’nın son dönem aydınlarını, Batı ile ilişkilerimiz çerçevesinde ele almadan incelemek neredeyse imkânsızdır. Bu, edebî akımlar için geçerli olduğu kadar siyasî hayatımız ve eğitim alanlarındaki yenilik arayışları için de geçerlidir. Aslında hemen hemen her sahada büyük değişiklikler yaşanmıştı. Bütün bu büyük değişimleri tepki olarak görmek ve ona göre izah etmek imkânsızdır. Bu, ideolojiler için de geçerlidir. Onlar da bir tepkinin eseri değildi. Batı ile karşılaşmanın ortaya çıkardığı sorunlarla yoğun bir şekilde meşgul olmak ise ayrı bir meseledir.

Edward Said, “Yeats ve Sömürgesizleşme” (Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın, Kabalcı Yayınları) başlıklı yazısında “Direniş kültürünü, kendi haklarına sahip uzun bir bütünsellik geleneği ve gücü olan kültürel bir girişim olarak, Batı emperyalizmine karşı yalnızca tepkisel bir tavır olarak algılanmayan kültürel bir girişim olarak tanımlamak bütün aydınların ve onlarla birlikte çalışan hareketlerin önemli bir başarısıydı.” diyor. Said’in “kültürel bir girişim” tespitinin İslâmcılık için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Zaten “tepki hareketi” tezine dikkatimi çeken de bu uzun cümledir. Said, “uzun bir bütünsellik geleneği ve gücü” ile hem geçmişten hem de devamlılıktan bahsetmiştir. Geçmiş ve gelecek arasındaki devamlılık tepki hareketinin sınırlarının çok ötesindedir.

Peki, neden İslâmcılık gibi kolonyalizm ve emperyalizm karşıtı hareketler tepki hareketi olarak tanımlandı? Bu soruya net bir cevap veremeyebiliriz fakat bir zamanlar bu hareket içinde yer aldığını düşündüğümüz çok meşhur şahısların dahi İslâmcılık ile alakalarının kalmadığını beyan ettiklerini gördük. Hatta bunlar içerisinde “talak-ı selase ile boşandığını” ilan edenler dahi çıkmıştı. Kimileri ise uzaklığını kanıtlayabilmek için işi “-cılık, -cilik” pespayeliğine kadar vardırdı. Fakat yine de soru cevapsız kaldı. Neden sorusuna cevap vermemiz gerekiyor. Net bir cevap veremeyebiliriz, diyerek biraz selamete çıkmaya çalıştığımı itiraf etmeliyim. Buna rağmen bu kurnazlıkların işe yaramayacağını da kabul ediyorum.

Bugün artık sivil toplum kurumları ve bireyler düzeyinde İslâmcılık düşüncesinin güçlü bir şekilde temsil edildiğini söyleyemeyiz. Hatta bu bağlamda kendini İslâmcı olarak tanımlayan herhangi bir grup ya da kişi kalmadığı dahi çok açıktır. İstisnaî durumları değerlendirme dışında bıraktığımı özellikle belirtmek isterim. Eğer güçlü bir şekilde temsilden bahsedilemiyorsa Edward Said’in “uzun bir bütünsellik geleneği ve gücü”nün kırıldığına mı hükmetmemiz gerekiyor. Yani İslâmcılık ideolojisinin yol göstericiliğinden mahrum mu kalınmış olunuyor? İslâmcılık düşüncesinin hazır reçeteler sunan bir ideoloji olmadığı bilinir. Bu şartlarda “yol göstericilik” kavramı biraz daha önem kazanır. Sivil toplum kurumları ve bireyler açısından temel sorunu biraz daha belirginleştirdik. Bu durumu ahlâkî çöküş, çağın hastalıkları, kazanç hırsı gibi her dönem karşılaşılacak temalara boğmamak gerekir. Devlet, İslâmcıların elinden bütün malzemelerini aldı, cümlesi de son derece yüzeyseldir. Böyle bir iddianın da “uzun bir bütünsellik geleneği ve gücü”nü kabul etmemeye dayandığını söyleyebilirim.

Doğu-Batı meselesinin eskiye göre çok daha farklı boyutlarda ele alınacağı günlere geldik. Geçmişin konuları önemini yitiriyor, “Şark Meselesi” gibi konu başlıklarının yerini “Avrupa meselesi” alacak gibi görünüyor. Yeni başlıklar yeni bakış açılarını mecbur hâle getiriyor. Bu da fikrî hareketler açısından verimli bir dönem anlamına gelir.

 

Kaynak: farklı bakış