İslâmcılık Modern Dünyayı Nasıl Anlamlandırıyor? 1-2

Sosyolog yazar Abdururahman Arslan´ın, biri 9.12.2018, diğeri ise, 11.12.2018´de hertaraf.com´da yayımlanan ?İslâmcılık Modern Dünyayı Nasıl Anlamlandırıyor?? adlı her iki makalesini, yararlanılması dileğiyle yayımlıyoruz?

İslâmcılık Modern Dünyayı Nasıl Anlamlandırıyor? 1-2

Yazar Abdurrahman Arslan´ın Araştırma Kültür Vakfında yapmış olduğu Konuşmasını, Umran Dergisinin Temmuz 2012 Sayısında yayınlanan "İslâmcılık Modern Dünyayı Nasıl Anlamlandırıyor?" başlıklı yazısını bölümler halinde siz değerli okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz.

1-

Kutsal kitapları anlamak için de akla ihtiyaç var.

Hem İslâmcılık, hem de modernlik biraz açıklamaya muhtaç iki farklı olgu diye düşünüyorum.

Bir defa, öncelikle bir modernlikten başlayıp sonra da İslâmcılık üzerinde durup asıl mevzuumuza geçmemiz gerekir.

Yani kısa bir açıklama yapmak lazım diye düşünüyorum.

Modern dünyayla modern olmayan dünyayı birbirinden ayıran şeyler ne?

Âcizane gördüğüm süreçte bugünü ifade etmek için postmodernizm kavramını kullanıyoruz.

Çoğu zaman da Müslümanlar diyor ki: ?Yani tamam da, modernlikten postmodernliğe geçtik diyorsunuz ama hayat devam ediyor.? Doğru, gerçekten de biraz öyle. Sık sık söylediğim gibi, evdeki masa örtülerinin buruşuk hâli olmasaydı belki postmodernizmi anlatamazdık insanlara. Modernlik de biraz öyle. Yani hayat bir bakıma o devam eden hâliyle ya da kurulmuş o olagelen hâliyle devam ediyor. Olmakta olana baktığımızda aslına bakarsanız öyle çok keskin böyle anlık değişimler yok.

Fakat her zaman hayat dediğimiz olay belli bir bilgi biçiminin üzerine kuruludur.

Biz çok zaman bunun farkında olmayız. Çok zaman da yaşadığımız hadiselerle ilgili genel birtakım analizler yaptığımızda ya da mesela hastalandığımızda ya da bir suç işlediğimizde yasanın önüne gittiğimizde bir kanunla karşılaşırız. Aslında sadece kanunla karşılaşmayız. Yine orada da gözümüzden kaçan önemli bir husus vardır. Çünkü o kanunun da arkasında onu besleyen bir bilgi biçimi vardır ve hiçbir bilgi biçimi de tarafsız değildir, mutlaka taraflıdır.

İslâm´ın ki de taraflıdır, zaten bunu İslâm başından itibaren açıklıyor. Bilginin evrensel, düşüncenin evrensel olduğunu söyleyen Batılılar da günümüzde bunun böyle evrensel olmadığını söylüyorlar. Hatta enteresan bir şey, Müslümanlar evrensellikten bahsediyor, bence üzerinde çok düşünmediğimiz bir kavram. Batılılardan bir kısmı da, yani biz de diyebiliriz, mesela biz evrensel olanla emperyalizmi nasıl birbirinden ayırt edebiliriz? Bu da ciddi bir sorundur, ama biz onların ürettiğini papağan gibi tekrar ettiğimizden dolayı temellere bir türlü inemiyoruz.

Problem bu, ama benim kişisel olarak naçizane fikrim, ümidim postmodern dediğimiz bu yeni dünyayla birlikte belki de bu temellere inmek gibi bizi bir zaruretle karşı karşıya getirecektir. Ümidim odur. Çünkü bu aynı zamanda bizi zorluyor buna.

Artık bu modernliğin nefsi müdafaa dönemini biraz geçirdik. Şimdi yeteri kadar moderniz artık, ondan dolayı da bazı şeyleri kaybettiğimizin farkındayız ve tekrar yeniden köklere, bu anlamda, İslâmcılığın dediği anlamda değil, ama bilgi anlamındaki köklere dönmekte fayda vardır diye düşünüyorum ve de galiba bu süreç bizi zorunlu olarak oraya götürüyor. Eğer Müslümanlar görünüşte Müslümanlık deyip işte biz erkekler sakal bırakarak, kızlarımız, hanımlarımız da başlarını örterek böyle bu işi geçiştireceksek ona bir diyeceğim yok, ama yok, eğer bunun bir ilmi temeli vardır ve bizim de bu ilmi temellere dönmemiz gerekir diyeceksek bu iş böyle gitmez. En azından ben böyle düşünüyorum.

Peki, o zaman modernlik neydi?

Mademki o hayatın bir kuruluş dönemi vardır, Batıda ortaya çıktı bu iş. Batıda çıkmış hâliyle işte onların bir kuruluş dönemi vardır. İşte eski Greklerden, Yunanlardan gelen, işte Hıristiyanlıkla birlikte kendine göre bir şekil bulan bir hayat dönemi vardır.

Ne oldu da Rönesans dediğimiz dönemde modernlik dediğimiz bir şey çıktı, toplumun hayatında da bir değişim oldu? En azından meydana çıktığıyla değişimin hızlı bir şekilde anlaşılması arasında nereden baksanız uzun sayılabilecek bir zaman geçti. Birdenbire hayat eski ritminden farklı bir ritme, değişim ritmine döndü. Aşağı yukarı bizim de hayatımız böyle.

Modernlik neydi?

Böyle çok kabaca tabii modernliği herhangi bir sebebe indirgemek çok indirgemeci bir şey olur, ona da haksızlık olur. Çünkü bazen bakıyorsunuz ki milyonlarca karmaşık sebebin içerisinden bir şey çıkıyor ortaya, ama birbirini besleyen, birbirini nakzeden, yani reddeden, birbirini kabul eden, öyle çok karmaşık bir süreç.

Öyle karmaşık bir süreç ki sanki Allah birçok şeyi o yıllarda bir araya getirmiş. Matbaanın icadından tutun da bilginin değişimine kadar olan bütün süreçleri bir araya getirmiş, böyle bir şey. Eğer bütün bu karmaşıklığı ve modernliğin de o karmaşık dünyasını basite indirgersek belki de şöyle dememiz mümkün. Kitaba ya da tanrıya, ama genel olarak da kitaba bağlı bir düşünce, yaşama faaliyetinde akla dayalı bir düşünce ve faaliyet alanına, bir bilgi üretme biçimine geçiş olarak bunu izah etmemiz mümkündür.

Çünkü o döneme kadar insanlar doğumdan ölümüne kadar karşılaştıkları bütün sorunları kutsal kitaba müracaat ederek çözmeye çalışıyorlardı. Kutsal kitabın temsilcisi Hıristiyan dinindeki din adamlarıydı ve o din adamları sadece bu kitabı okuyup yorumluyordu, insanların sorunlarını da buna göre çözüyordu. Fakat artık bu süreçten sonra kutsal kitabın otoritesinin yerine aklın otoritesi geçti. İnsanlar artık akıllarına müracaat ederek sorunlarını akıllarıyla çözmeye çalıştılar.

Dolayısıyla dün bir tek kitap vardı, insanlar ona göre sorunlarını çözüyorlardı, ama modernlikle birlikte her akıl bir bakıma yeni bir kitabın yerine geçti, herkes kendi aklına göre sorunlarını çözmeye çalıştı. Tabii bunları da belirleyen bir üst akıl da vardı devlet aklı diyeceğimiz, daha sonra eğitimle, işte deyim yerindeyse terbiyeyle, bilgiyle, vesaireyle oluşturulan büyük bir akıl vardı. Biz o büyük aklın içerisinde kendi küçük akıllarımızı kullanarak sorunlarını çözmeye çalışıyorduk.

Dolayısıyla da modernlik basitçe ifade edersek bir bakıma kutsal kitabın yerine aklın ikame edilmesiydi Tabii bu bilgi düzeyinde başka bir şeyi de beraberinde getiriyordu. Bilginin üretilmesinde artık kutsal kitap söz konusu değildi. Şimdi bu geçiş birçok şeyi değiştirdi. Yani insan tanımını değiştirdi, yeni bir insan birlikteliği olarak beşeri birliktelik biçimi olarak toplum dediğimiz kavram ortaya çıktı. Onun siyasal birliği olan ulusdevlet ortaya çıktı.

Bilginin mahiyeti değişti ve amacı değişti.

Eskiden öteki dünyayı hedef alan bir bilgi biçimi insanı iyi ve muttaki, dindar yapmak isteyen, ister Hıristiyanlık anlamında, ister Müslümanlık anlamında dindar yapmak isteyen bir bilgi biçiminin yerine modern bilgi dediğimiz bilimsel bilgi aldı ve bu dünyadaki sorunların çözümü için, bu dünyadaki yeni emellerimizi gerçekleştirmek için öyle bir bilgi biçimi ortaya çıktı.

Bu bilgi tabiattan elde edilecek bir bilgiydi, mutlaktı, doğruydu, bundan dolayı da aynen kutsal kitabın dediği gibi kendisinden şüphe edilmemesi gerekirdi. Bu amaçla ortaya çıktı.

Dolayısıyla kendisine verilen bir sürü siyasi, sosyal projelerle beraber çıkıp geldi. Tabii burada şöyle de algılamamak lazım: Kutsal kitapları anlamak için de akla ihtiyaç var. Çünkü Kur´ân-ı Kerim´de burada akla karşı bir pozisyon söz konusu değil, aklı ilahlaştırmak gibi bir şeyle malul galiba modernlik. Çünkü doğrusunu isterseniz bunu böyle detaylı olarak ele aldığımızda çok daha faydalı olur diye düşünüyorum. Şimdi modernlik bir akıl tanımı yaptı.

Aslında bu akıl Aristo´dan beri gelen ya da Eflatun´dan beri gelen, Hıristiyanlık içinde yer eden, orada bir bakıma kuluçka devre sini ya da orada birtakım faaliyetlerde bulunan, Hıristiyanlık adına faaliyetlerde bulunan, sonra da Rönesans´la birlikte yeniden ortaya çıkan, bu defa da modern dünya adına faaliyette bulunan bir akıldan bahsediyoruz. Kanaatime göre Batının bütün tarihsel süreçlerinde bugüne kadar akıl pek değişmedi, fonksiyonu değişti, iştigal alanları değişti.

Çünkü aklın dün kutsal kitaba yönelik ufku sonradan tabiata yöneldi, ama aklın bizzat kendisi üzerinden bir şey konuşulmadı. Şimdi tabii ki akla dayalı, yani akla dayalı dediğimizde de modernlik rasyonel olanı ifade eder. Yani işte mesela bilgi meselesinde yöntemin imkânlarıyla insanın kendisine ait bir düşünceyi, yani ona kanaat diyorlar.

Kanaatla düşünceyi modern dönemde birbirinden ayırmak ciddi bir sorun olmuştur.

Çünkü insanlar tabiattan bilgi elde edeceklerdir, ama bunu o üreten insanın kendi kanaatiyle karışmaması lazım. Çünkü öyle olsa bilgi objektif olmayacak, sübjektif olacaktır.

Çünkü burada bilgi iki vasfıyla öne çıkarılıyor. Bilgi objektiftir, yani nesneldir. Dolayısıyla da bundan dolayı da o evrenseldir.

Böyle olunca da tabii ki böyle nesnel olabilmesi için de onun kanaatten, düşüncenin kanaatten ayrılması lazım.

Ayırt edebilirsek eğer o nesnel bilgiyi elde edecektir modernlik. O da ancak işte yöntem dediğimiz onunla, yani yöntemin aracılığıyla kanaat ve düşünce birbirinden ayrıştırılacak, bilimsel bilgi dediğimiz bilgi kanaat ona müdahale etmeden, karışmadan ayrılacak ve o evrensel bir bilgi olarak önümüze gelecek.

Yani Çinli de onu sofrasında kullanacak, Müslüman da onu kullanacak, vesaire ve burada da bu bilgiyi üreten akıl evrensel bir akıldır.

Tabii ki evrensel akıl derken de dediğim gibi Aristocu, Eflatuncu, yani Batının tanımladığı bir akıldır aşağı yukarı. Ve bu aklı siz Hıristiyan bir din adamında da görebilirsiniz, Marks´ta da görebilirsiniz, Hegel´de de görebilirsiniz. Birbirlerine ideolojik olarak zıt olmalarına rağmen aslına bakarsanız aynı akıldan hareket ederler ya da aynı aklı kullanırlar.

Şimdi biz Müslümanlara gelince bu son dönemlerde mesela benim de dikkatimi çeken eleştirilerden biri, daha doğrusu bu konuda konuştuğumuzda bu aklı ret mi edeceğiz?

Çünkü Müslüman´ın da zihninde bir akıl var. Dolayısıyla da akla yönelik herhangi bir eleştiri ya da modern dünyayı akılcı bir temelde kurdular dediğimizde eğer biz de mantıksal bir sonuç olarak biz de modernliğe karşıysak demek ki biz akla da karşıyız gibi bir netice çıkardı Müslümanlar.

Üstelik de çok farkına varmadan özellikle de mesela Gazali´yi Müslümanların eleştirisi onun aklı reddetmesi üzerine ya da aklın ihmal edilmesine sebep olan bir adam olarak da tanımlanmıştır. Şimdi buradaki problem şu: Bir kere İslâm´ın akıl dediğiyle modernin akıl dediği arasında bir mahiyet farkı var. Yani mesela taşla su gibi, aradaki farkı düşünün, bunun gibi bir fark var. Nüans değil, yani bunu bilelim. İkinci husus ikisinin de yerleri, yani anlayabilmemiz için bize yaklaştırılmış oldukları mevkilerine baktığımızda ikisinin de yerleri çok farklıdır. Birinde akıl derken beyni kastediyor, ratio dediğimiz şeyi, birinde İslâm akıl dediğinde de kalbi kastediyor.

Yine benim öğrendiklerimin içinde İslâm asla akıl demiyor.

Genel olarak da akletme fiilini kullanıyor. Yani burada bir isimden çok bir fiille karşı karşıya geliyoruz.

Dolayısıyla buradaki sorun aklı reddetmek değil, ama belli bir akıl biçiminin üzerinde konuşmaktır.

II-

Bir de modernlik belli bir akıl biçiminin üzerinde konuşmuştur. İslâmiyet de zaten böyle bir şeyden bahsetmektedir.

Onun için ben sık sık şunu ifade ediyorum, İslâmiyet akıl dini değildir, akıl inşa eden bir dindir. Çünkü akıl, insan bedenindeki kimliği hemen hemen en belirsiz organdır.

İşte akciğerlere buradan kirli kan girer, buradan temiz çıkar, ama ona başka bir şey, mesela su verseniz o suyu temizlemez, öyle bir görevi yok, zaten öyle fonksiyonu yok.

Ancak akla ne tür bilgi verirseniz o bir bakıma o bilginin ışığında çalışır, ona göre bir netice çıkarır.

Dolayısıyla Kur´ân-ı Kerim´de defalarca tekrar edilen ?akıl etmez misiniz?? ifadesiyle düşünmenin belli bir biçimine dikkat çekilir. En azından benim kişisel olarak çıkardığım netice bu.

Allah katında muteber olan düşüncenin belli bir biçimine orada atıf vardır diye düşünüyorum. Yoksa akıl faaliyet gösteriyor, düşünüyor. Yani Çin´in dünya görüşü içinde düşünüyor, Hıristiyanlığın dünya görüşü içinde düşünüyor, birçok dünya görüşü içerisinde akıl düşünüyor.

Kültürün içinde düşünüyor ya da beden sahibi olan insanın yaşadığı şartların içinde düşünüyor. Burada bir problem yok, aklın görevi düşünmektir, ama onun nasıl düşüneceğini sağlayan onun beslendiği dünyadır. Yani akıl neyin içinde sosyalleşmişse deyim yerindeyse ki ben kişisel olarak bunun böyle daha açıklayıcı olduğunu düşünüyorum, akıl neyin içinde sosyalleşmişse o dünya görüşüne göre bilgi üretmektedir. Mutlaka onun ürettiği bilginin içinde, içeriğinde o dünya görüşünün emelleri var, beklentileri var, öncelediği sorunlar var ve gelecek kaygısı vardır ve bilgi böylesine üretilir.

Bundan dolayı da mesela Gazali aklın görebilmesi için ışığa ihtiyacı vardır der, o ışık da vahiydir der. Dolayısıyla da burada aklı reddetmek diye bir şey yok, ama modernliğin aklını reddetmek diye bir şey diyorsanız evet, ben o aklı reddediyorum. Çünkü ben naçizane bilgilerim ışığında o aklın Müslümanların kullanabileceği bir akıl olmadığını düşünüyorum.

Ancak buna rağmen ilkokuldan itibaren üniversitede, -ilahiyatlar da buna dâhil olmak üzere- bütün bir eğitim o akıl üzerine kurulmuştur.

Müslümanları esas tehdit eden budur.

O akıl ve o aklın üzerine kurulu o bilgi biçimidir. Biz Müslüman olabiliriz, ama o akıl tarafından şekillenen zihnimiz daima Müslümanlığımızla kendisi arasında bir yarık, bir yırtınma yaratmaktadır ve yaratıyor da.

Bugün bu daha açığa çıkmaya başladı diye düşünüyorum. İşte laiklik de zaten budur, bir cehdinde de laiklik de bir bakıma da budur, böyle bir durum var.

Şimdi iki yıl önce bir konuşma yaptığımda benimle beraber iki arkadaş daha vardı. Arkadaşlardan biri sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.)´i modern olarak tanımladı.

Çünkü onun zihnindeki modernlik yenilik getirendi. Yani siz eğer modernliği yenilik olarak görüyorsanız o zaman bütün peygamber bu anlamda yenilikçidirler. Yani o toplumun uzaklaştığı, unuttuğu ya da kalıntılarının olduğu, ama özünün kaybolduğu vahyi getiriyor.

Bu anlamıyla bir yenilik getiriyor. Oysa modernlik bu değildir.

Eğer modernlik yenilikse ki bir yönüyle evet, öyledir. O zaman modernlik kendine ait bir yeni getiriyor.

Bu yeninin İslâm´ın tanımladığı bir yeniyle ne kadar akrabalığı olup olmadığını düşünmemiz lazım.

Onun için biraz evvel belki haddimi aşarak konuştum, ama ben doğrusunu isterseniz biraz sabrı giderek tükenen bir adam olduğum için biraz artık böyle konuşmak gerektiğini hissediyorum.

Yani yenilik masum bir iş değildir, az önce onun için bilgiye vurgu yaptım. Bilgi masum değildir.

Bunu kabul edelim. Evet, masum değildir, böyledir öyledir, ama ben bu bilgiyi tercih ettim diyorsanız eyvallah, ona saygım var, ama saf bir şekilde bu bilginin İslâm´a uygun olduğunu söylüyorsanız hayır, ona saygım yoktur.

Ben bugünden itibaren, yani 21. yüzyıldan itibaren Müslümanların bu hafiflikleri terk etmeleri gerektiğini düşünüyorum.

Eğer entelektüel bir kaygı taşıyorlarsa, bir sorumluluk taşıyorlarsa bu iş bu kadar basit değildir. Yeni olan nedir?

Bu soruyu sormak durumundayız. Hatta siyasal olan nedir?

Hep sık sık söylüyorum, iki yıl felsefe okumuştum, estetik felsefe okumuştum.

Hoca ilk derse girdiğinde dedi ki, ?Eski Yunanlılar estetik meselesine şu soruyla başlarlar: Ti esti tokala.? Tokala eski Grekçede güzel demekmiş. Ti esti tokala, ?güzel olan nedir?´  Bu soruyu sorarak eski Grekler cevap ararlar estetik kaygıya.

Biz Müslümanların da böyle sorular sorması gerekir.

Güzel olan nedir?

Başkalarının tanımladığı güzellerin, başkalarının tanımladığı sanat anlayışlarının peşinden daha nereye kadar gideceğiz?

Bakıyorsunuz ki orada Müslüman öbürünü taklit ediyor, kendine ait bir sanat eseri ortaya çıkartıyor. Arada bir diyor ki, bizim ahvadımız da böyle yapmıştı, bunu da böyle etmişti. Doğrusunu isterseniz burada yapılan bayağı bir iştir, diğer sanat eserinin taklididir.

Yapanın Müslüman olması onun yaptığını Müslüman bir sanat anlayışına dönüştürmüyor.

Zaten bizim problemimiz bu.

Şimdi dolayısıyla tekrar İslâmcılık ve tecdit ilişkisine dönersek sözü uzatmadan şunu söyleyebiliriz: Tecdit İslâm´ın kendi içindeki bir yeniliktir. Öze dönüştür, asla dönüştür. Aslın belirlediği bir durumu ifade etmektedir, ama burada anladığımız şey şudur: Eğer dallar budaklar, ağacın gövdesinden çıkan dallar budaklar biraz anormal yayılmışsa, deyim yerindeyse -biraz sembolik konuşursak- komşunun ağaçlarının dallarına tecavüz etmişse o zaman gövde alıyor bunu, kendine göre onu yeniden düzenliyor. Diyor ki, sen böyle gidemezsin, böyle gideceksin, senin için daha uygun olan budur. Burada dikkat ederseniz bir şeye bağlılık vardır, bir temele bağlılık vardır, oradan bir yeni. Yenilik merkeze bağlılığa göre tanımlanıyor, sıradan bir tanım değil yenilik.

Oysa modernlik herhangi bir şeye bağlı kalarak yeniyi tanımlamaz, önemli olan mevcuttan farklı olmasıdır. O onun için yenidir.

Mesela işte araba markaları, elbise modellerimiz, kazaklarımız, gömleklerimiz. Bundan dolayı sürekli olarak bir model değişimi var, yenilik bu anlamda geliyor, ama peki, bu bizim için gerçekten muteber sayılacak bir yenilik midir? Çünkü bu yeniliği kabul ettiğinizde en azından giyim kuşam anlamında tüketici oluyorsunuz. Çünkü kullanım değeriyle eşyanın değeri arasında bir kopukluk oluyor. Bu kazağın modası geçti diye atıyorum yenisini alıyorum.

Bu ne oluyor?

İsraf toplumuna dönüşüyor. Dolayısıyla şimdi tecditten, İslâmcılığın bazen tecdidi çağrıştıran bir tarafının olduğunu kabul ediyorum, öyle bir çabası var, ama İslâmcılığın esas hedefini belirleyen başka bir şey olduğundan dolayı onun tecdit meselesinde kuşku taşıyorum, ama gene de söylüyorum. Ben kendimi ?İslâmcı? kabul ediyorum.

O zaman diyeceksiniz ki, peki, İslâmcılık nedir, bir sapma mıdır?

Ne derlerse desinler, ama İslâmcılık bence Müslümanların kendilerinin üzerine gelen modern dünya karşısındaki nefsi müdafaa halleridir.

Ben İslâmcı değilim diyen adam da gündelik hayatını ya da herhangi bir şeyde bu bize uygun değil, yani bu bizim kültürümüzde yok, bu bizim ananemizde yok, bu bize uymaz dediği andan itibaren ben onun İslâmcı olduğunu, farkına varmadan İslâmcı olduğunu düşünüyorum.

Dolayısıyla da İslâmcılık öyle tercih meselesi değil.

Bu ifade son zamanlarda bence öyle çok ucuza geldi. ?Efendim ben Müslüman´ım, İslâmcı değilim. İslâm bunu karşılamıyor mu??

Elbette ki karşılıyor, fakat orada başka birtakım durumlar var. Yani biz eğer o durumlara eğilmezsek, onlar üzerinde analiz yapmazsak elbette ki orada problem var.

Yoksa elbette ki İslâm kelimesi her şeyi karşılıyor, ama gene de yeni bir durum karşısında bir dikkat çekme var. İslâmcılık evet, dışarıdan bir isimlendirmedir ama her şeye rağmen Müslüman´a dışarıdan gelen saldırılar karşısında bir nefsi müdafaa vaziyeti alıştır.

İslâm dünyası Moğolların sebep olduğu büyük bir saldırıyla karşılaştı.

Derler ki, Dicle ve Fırat kan aktı, insan kafalarından piramitler yapıldı, ama hiçbir zaman yere düşen Müslümanlar kalktıklarında, bu dinimizin yüzünden başımıza bunlar geldi demediler.

Ancak tarihlerinde ilk defa Müslümanlar dışarıdan gelen saldırıyla yere düşüp kalktıklarında bir kısmı dedi ki, bu dinimizin yüzünden başımıza geldi.

Bir kısmı da dedi ki, biz bu dini iyi anlayamadığımızdan dolayı başımıza geldi. İslâmcıların çünkü öyle iki tarafı var.

Laik tarafı düşünürsek Müslüman dünya için söyleyelim, laik tarafı düşünürsek dinimizin yüzünden bu iş başımıza geldi, diyen kısmı bir tarafa, bu tarafta da ondan çok daha rahat konuşulmamıştır. Orada, biz dinimizi iyi anlayamadık denmiştir.

Bu ne demektir?

Kaynak: hertaraf.com