İslâmcılık kavramı hakkında çeşitli kişilerin tanımları mevcuttur. Siyasal İslam hakkında çalışması olan Tarık Zafer Tunaya İslâmcılık akımının Osmanlı’da var olan Batıcılık, Türkçülük ve Osmanlıcılık akımlarından daha kuvvetli olduğunu belirtmektedir. İsmail Kara ise 19-20. yüzyılda İslâm’ı inanç, ibadet, ahlak, felsefe, siyaset ve eğitim gibi bir bütün olarak yeniden akılcı bir metodla yorumlamak ve hayata hâkim kılmak fikriyle ortaya çıktığına dikkat çekmektedir. Kara, siyasal İslâmcıların Batı sömürüsüne başkaldırırken, bir taraftan zalim yöneticilerin zulmünden kurtulmaya, diğer yandan hurafeler ve taklitten kurtulmaya çalışıldığını ve bu yüzden dinde reformist yönü ağır basan bir siyasi harekete dönüştüğünün altını çizmektedir. Kara’nın bu tespiti son derece önemlidir ve İslâmcılık düşüncesinin klasik Ehl-i Sünnet İslâmlığı’ndan ziyade Cemaleddin Afgani’nin başını çektiği dinde reformist ve yenilikçi anlayışın etkisinde kaldığının ilanıdır.
İşin doğrusu İslâmcılık akımı, kendi içinde homojen bir yapıya sahip değildir. İslâmcıları sayarken Mustafa Sabri Efendi ve Ahmet Naim Babanzade gibi geleneksel İslâmcılardan bahsetsek de Taşkın Yüksel&Suavi Aydın “1960’tan Günümüze Türkiye Tarihi” kitabında İslâmcılığın İslâm âleminin çöküşünün sorgulandığı, eski şaşaalı günlere dönülmesi için neler yapılması gerektiğinin planlandığı bu dönemde “Batıcı, ilerlemeci, seküler bir arayışın Müslüman entelektüeller arasında kökleşmesini sağladığından, İslâm’da da, Batı’daki Protestanlık gibi reform ve ıslahatı öngören görüş ve tezler yaygınlık kazandığı”ndan bahsetmektedir.
Bu anlayışı Tarık Zafer Tunaya şöyle tarif eder: “Derin bir tevekkül, kadere iman neticesinde İslâmiyet, ataletten (hareketsizlikten) başka ne sağlayabilir? Sorusu ile başlayan tenkit, İslâmiyetin, parlak medeniyet mazisinden çok uzakta olduğunu belirtiyordu. Artık teknik ve milliyet çağında bulunulduğu için, İslâmiyet’le buyük bir devleti kalkındırmanın imkânsızlığını, bu bakımdan İslâmlığın ve İslâmlaşmanın ileriliğe engel olduğu ileri sürülüyordu. Bu hırpalayıcı görüşün vardığı sonuca göre, Müslümanlık modern dünyanın sosyal prensipleriyle bağdaşmazdı”.
Sosyolog yazar Müfit Yüksel, bu dönemde “Osmanlı coğrafyası başta olmak üzere, İslâm dünyasında, Batı’nın neden terakki ettiği, İslâm âleminin neden çöküşe uğradığı yönündeki sorgulamalar hızlandı. Bu sorgulamalar, başta İslâm âleminin yeniden güç bulması, eski şevketli ve satvetli dönemlerine dönmesi yönünde niyetler taşır gibi görünse de kısa zamanda Batıcı, ilerlemeci, seküler bir arayışın Müslüman entelektüeller arasında kökleşmesini sağladı. Bu yönde İslâm’da da, Batı’daki Protestanlık gibi reform ve ıslahatı öngören görüş ve tezlerin yaygınlık kazandığı” görüşündedir.
Gerek Yüksel’in gerekse Tunaya’nın dikkat çektiği İslâmcılığın dinde reformcu anlayışı Mason Cemaleddin Afgani ile simgeleşmiştir. Günümüzde Cemaleddin Afganî’nin siyasal İslâm’ın önderi olduğu yönündeki propagandalar zaman zaman gündeme getirilmektedir. Yabancı yazarların İttihad-ı İslam hareketinin 1870’lerde başladığı ve öncüsünün de Mısır maşrık-ı azamlığına getirilen Mason Cemaleddin Afgani olduğunu ileri sürmesi ve Afgani’nin öncü olduğu yönündeki propagandasının etkisi büyüktür. Dinde reformcu İslâmcılık düşüncesi daha çok Batılı sömürgecilerin işgal ettiği İslâm topraklarında yani Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetini kaybettiği bölgelerde görülmüştür. Özellikle İngiliz işgali altındaki Hindistan, Ortadoğu’da Mısır ve civarı, Kuzey Afrika bölgeleri bunlardandır. “Kur’an İslâmı, Dinleri Birleştirme Teşebbüsü, Dinlerarası Diyaloğ, Dinde reform ve İctihad” teşebbüsleri bu minvalde gelişmiştir.