Tarih: 03.10.2020 11:36

İslâmî Nazizm

Facebook Twitter Linked-in

En başından şunu belirtelim ki bu yazıda ele alacağımız konu bizatihi İslam’ın değil, tıpkı İmam el-Eş’arî’nin “Makâlâtü’l-İslâmiyyîn” adlı eserindeki “İslâmiyyîn” nitelemesi gibi kendilerini İslam’a nispet edenlerin Nazizmidir. Ayrıca burada bahis konusu olan “Nazizm” 1930’lardan itibaren on küsur yıl boyunca Almanya’nın resmi ideolojisi olarak uygulanan “Nasyonal Sosyalizm”in (Hitlercilik) ruhundaki iflah olmaz faşizanlığa işaret etmektedir. Aslında hiçbir kurumsal dinî gelenek faşizanlıkla özdeş “Nazizm”den masun değildir. Tersinden söylersek, her kurumsal dinî gelenek kendine özgü naziler ve faşistler üretmiştir.  Nitekim İslam geleneği de on beş asır boyunca kendi nazilerini üretmiştir. İlim, fikir, sanat, edebiyat gibi alanlarda farklılıkların tehdit ve tehlike değil, renklilik, çeşitlilik ve zenginlik olarak algılandığı, dinî alanda görüş ve yorum farklılıklarının rahmet sayıldığı, Beytü’l-Hikme örneğinde olduğu gibi özellikle bilim ve felsefenin büyük teveccühle karşılandığı dönemlerde nazi ruhu adeta kabzolmuş; buna mukabil otoriter, totaliter, tekçi, tekelci, tek hakikatçi söylemlerin hüküm sürdüğü devirlerde Nazizm ruhu hortlamıştır ki on beş asırlık süreçte bu ruhun Havâric, Ashâb-ı Hadis (Selefiyye), Haşviyye, Hanâbile ve Gulât-ı Şia gibi muhtelif çevrelerde sık sık dolaştığı malumdur. 

“İslâmî Nazizm” ruhu maalesef bugün de hortlamış durumdadır. Başka bir ifadeyle, Nazi ruhlu “İslâmiyyîn”lerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Bunlardaki ruh bir müslümanın ölmesinden büyük sevinç ve mutluluk duyabilecek ve bu aşağılık duygu halini sosyal medya üzerinden cümle âleme ilan etmeyi marifet bilecek kadar süfli bir ruhtur. Nitekim bu ruh, bir hafta kadar önce koronavirüs tedavisi gördüğü hastanede vefat eden Prof. Dr. Hasan Onat hocayla -Cenâb-ı Hak engin rahmet, merhamet ve mağfiretiyle muamele etsin- ilgili olarak Şirin Payzın’ın bir twitter mesajıyla üzüntüsünü dile getirmesi üzerine “görüş ve düşünceleri İslam’ı bozma adına işinize yarıyordu. Üzülürsünüz tabii…” şeklinde çok çirkin bir mesajla karşılık verme derekesine kadar alçalabilmiştir. Bu derekeye düşen biriyle ilgili olarak söylenecek tek söz kanımca şudur: Ortalama bir insan olmanın iktiza ettiği vasıfları dahi taşımadıktan sonra, sözüm ona seçme müslüman havasında olsan ne olur, kendini değme Sünnî gibi tanımlasan ne olur? 

Bu bağlamda tüm Nazi ruhlularımıza söylenmesi gereken şey herhalde şudur: İslam sizin babanızın malı mı ki diliniz bu konuda tek tasarruf sahibi gibi konuşabiliyor? Dinî hakikatler sizin doğru bildiklerinize göre mi belirleniyor? Din alanındaki doğrularınız bizzat Cenâb-ı Hak’tan ve/veya Rasûlullah’tan alınmış onaya mı dayanıyor yoksa tarihsel süreçte ortaya çıkmış ve tarihin/talihin cilvesiyle kendisine fazlaca taraftar bulmuş bir beşeri görüş ve anlayışın sizin nezdinizde tek doğru olarak kabul edilmesine mi dayanıyor? Bir mezhebin doğrularını “Hakiki İslam sadece budur; bundan başka İslam yoktur” şeklinde dayatma hakkını size kim veriyor? Siz hangi yetkiye istinaden insanların İslam’ı bozup bozmadıklarına karar verebiliyorsunuz? Siz Allah’ın yeryüzü temsilcileri misiniz? Yoksa siz Mehdi, Mesih misiniz? Doğru bildiğiniz İslam’ın da şu veya bu şekilde bozulmuş İslam olabileceği ihtimalini neden hiç düşünmezsiniz? 

Bütün bunlar bir yana, ey nazi ruhlular, ilmî ve akademik hayatını her insan gibi kusuruyla küsuruyla İslam dinini anlatma ve dinî alanda aklın imkânlarını kullanma yolunda harcamış bir hocamızın Rabbü’l-Âlemîn’e rücu etmesinden keyif alacak kadar alçalmak ve dinî konularda sizin gibi düşünmeyen insanlara hemen her gün çamur atıp durmak yerine, genç kuşaklarımızın, özellikle de dindar çevrede yetişmiş genç insanlarımızın İslam’la ilgili olarak beyin yakan sorularına cevap bulmaya mesai harcasanız acaba günaha mı girersiniz? Mesela, birkaç gün önce mailime gelen mesajdaki şu feryatlar hakkında ne dersiniz?

“Mustafa Hocam, çevremdeki ateist arkadaşların, ‘Allah’ın muradı insanların ve cinlerin çoğunu cehenneme doldurup yakmak mıdır? (Bu soru galip ihtimalle A’râf 7/179. ayetin problemli çevirisine dayanıyor). Bizler ateşte yanınca Allah’ın bundan ne kârı olur? Miras ve şahitlik konusunda ‘Kadın erkek eşittir’ buyursaydı, ulûhiyetinden ne eksilirdi?’ şeklindeki sorularına cevap bulamıyorum. Öte yandan, Allah, Peygamberimizin Hz. Âişe evliliğine mani olsaydı hiç kimse bu konuda -haşa- pedofili isnadında bulunamazdı. Yine Peygamberimiz evlatlığının boşadığı kadınla evlenmeseydi, kadınlar hususunda kendisine ayrıcalık tanımış gibi bir iddia söz konusu olmazdı. Ve bunlar gibi daha pek çok şey… Hocam, ben bu sorular ve sorunların altından kalkamıyorum; lütfen bana yardımcı olun…”

Adım gibi eminim ki sizin derdiniz, genç kuşakların bu tür yakıcı soruları/sorunları ile alakadar olmak değil, son yıllarda maddi zenginlikten makam, mansıp, kariyer sahibi olmaya değin hemen her alanda iş gören din sermayesinden en büyük payı kapmak ve/veya din pazarında azami oranda parsa toplamaktır. Bu bağlamda habire vurgulanan “Ehl-i Sünnet” ve “Ehl-i Sünnetçilik”, başkalarının bu sembolik sermayeye uzanacak ellerini kırmaya yarayan bir sopadır. Bu sopanın Sünnîliği ise bugünkü siyasi otoriteyi en üst seviyede temsil eden iradenin teveccühüne mazhar olan birkaç hatırlı kişinin “Ehl-i Sünnet” hassasiyetiyle maruf olmasıyla yakından alakalıdır. Ama unutmayın ki “Buna dünya derler, hepisi geçer; hangi günü gördün akşam olmamış…” (Kul Hüseyin) dizesinde de çok güzel ifadesini bulduğu üzere elbet bu günler de geçecek ve elbet bir gün sizin Nazi ruhlu faşizanlığınızın da sonu gelecektir. Yine unutmayın ki mahkeme kadıya mülk olmadığı gibi bu âlemde ilâ nihâye dem-i devran sürmek de hiç kimsenin kârı ve harcı değildir.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —