Tarih: 28.10.2020 03:01

İslâm Arşivleri -İslâmofobi’ye Karşı “Batılı” Tezler-

Facebook Twitter Linked-in

Sait Alioğlu yazdı; 

Batıyı çoğu kez görebildiğimiz şekilde resmetmeye çalıştığımız üzere, onun bir bütün olarak görebileceğimiz gibi, bazı öznel durumlar açısından da, gerek devlet, gerek kültürel havza ve gerekse de AB benzeri çıkarlar birliği bağlamında da değerlendirebilirdik. Bu üçlü durum, çoğu kez, doğuda ‘kendince’ bir hesabı olan bir batılı devletin, kendi çıkarını korumaya yönelik uğraşılarının yanında, birçok açıdan hemen hemen aynı temellere sahip diğer devletler tarafından önemsiz görünse dahi, çoğu kez de, Charlie Hebdo olayı örneğinde olduğu üzere bir dayanışma içerisinde olduğunu göstermektedir. Bu dayanışma, bir açıdan da her zaman sağlam ilişkilerin kurulması gerektiği bir zamanda, karşılıklı olarak güvensizliği, düşmanlığı ve kırılma noktalarını çoğaltmıştı diyebiliriz.

Bu kırılma noktalarından birisi, 2005’lerde Danimarka’da başlayıp birçok olayın meydana gelmesine sebebiyet veren ve en son Charlie Hebdo’nun, kendi şahsına yönelik vuku bulan saldırıları tetikleyen yeni karikatür krizi ve akabinde, birçok aktör açısından ilgi görmese bile, kendi tabanını; batılı değerleri korumak ve yaymak adına, ötekisine, yani İslâm’a ve Müslümanlara karşı kışkırtmada oluşan noktadır.

İşte “Adamın ağzı çuval değil ki büzesin” kabilinden, ‘barışçıl bir çizgi adına’ siz ne kadar korumacı reflekslerle yaklaşsanız bile, kendi ideolojik/itikadi serüvenini başka bağlamlarda tamamladığı görülen birçok radikal aşırı uca mensup Müslümanların, mahallenin deliliğine soyunarak, batıda, ya da başka yerlerde batılı hedeflere karşı saldırıları, bu işi sanki Müslümanların tümü onaylamış, hatta yapmışlar gibi oluşan bir anlayış, bu kez batılı radikal unsurları kendi mahallelerinin delileri olarak ortaya sürmektedir.

Batılı radikal seküler uçlar, ileride silahlı eyleme tevessül ederler mi bilinmez, ama bunlar öteden beri, ‘kendileri açısından’ bir sanat olması hasebiyle karikatür olgusu üzerinden dini değerlere, oblelere saldırıyı, batıcı mantığın tüm insanlığın ortak değeri ve korunması gereken mirası olarak değerlendirmektedir.

Hem karikatür yoluyla dini değerlere saldır, hakaret et, hem de öteki mahallenin delisi –sonuçta o da neye hizmet ediyorsa- gelip size saldığında vaveyla kopar, koca dünyayı ayağa kaldır, tekrardan gündem oluştur ve yine suçlu hep ötekisi olsun! İşte Jyllans Posten’da başlayan ve Charlie Hebdo’da devam eden ve Hz. Muhammed(s)’i resmeden karikatür krizinin, alt yapısını oluşturan manzara…

Charlie Hebdo’nun yayımladığı karikatürler, ona karşı yapılan saldırıların gerek görünen ve gerekse de görünmez tarafı ile ilgili birçok şey yazılıp çizildi. Bu konu ve bağlaşığı olan birçok konu ile ilgili, bundan sonra da yazılıp çizilecek, hakkında analizler yapılacaktır. Bu konuda dergi ve gazete sayfalarında yayımlanmış materyaller olmakla birlikte, kitaplarda yayımlandı. Bunlardan birisi, Slavoj Zizek ile birlikte, Hamid Dabashi ve Fransız yazar Alain Badiov’la birlikte, konuya kendi bakış açılarıyla yaklaşan yazarların yazılarından oluşan bir derleme ve çeviri çalışması olan “İslam Arşivleri” adlı çalışmaydı. Bu yazıların birçoğu, salt olarak değerlendirildiğinde bir yandan İslam’a olan ilgi, merak, onun karşısından seküler reflekslerle “varolan” kendi tabularını korumaya yönelik hareketlerle birlikte, birçok eksiğine ve gediğine rağmen, hem batının geldiği noktadan olmak üzere ifade ve düşünce özgürlüğünü şeksiz şüphesiz savunmasının yanında, ‘bazı Müslümanların’ kendi başlarına buyruk hareket ve eylemlerinden hareketle, İslâm’ı, bir din olarak değil, sekülerizmle eşit bir ideoloji olarak görme eğilimin bulunanlarla birlikte, ister batılı olsun, ister doğulu(Müslüman) olsun, gelinen nokta açısından solun o çok meşhur öz gürlükçülüğünün yerinde yellerin estiğini görüp bunun hayırlı bir gidişe işaret sayılamayacağını ‘ısrarla’ dile getiren yazarların çalışmalarından oluşmaktadır.

Bu yazarlardan olan ve eserin büyük bölümünde imzası bulunan ve Marksist çağdaş batılı düşünür Slavoj Zizek, yukarıda yaptığımız kategoride kendine özgü bir noktada bulunarak meseleyi özetlediğinde şunları söylemektedir; “Doğu ve Batıyı, kader ve özgürlük diye karşı karşıya getirmek için ne kadar uğraşırsak uğraşalım, İslam bu ikili karşıtlığı çökerten üçüncü bir konuma karşılık gelir. Ne kör kader teslim olmak ne de canının çektiğini yapmak, bunların yerine aha derin bir özgürlük: kaderimiz değiştirmek ya da seçmek.”

Zizek, hoşgörülü aklın çatışkılarından hareketle “Danimarka’da yapılan Hz. Muhammed karikatürlerine yönelik Müslüman öfkesi de bizi hoşgörülü aklın bu tür bir çatışkısıyla karşı karşıya bırakıyor sanki.” (14) deme suretiyle, adeta ‘haklılığı olsa bile’ Müslüman öfkesinin, varolan Avrupa hoşgörüsünün bir çatışkıya meydan verdiğini söylemektedir.

Yine Zizek, Danimarka’da yayımlanan karikatürlerden ötürü, bir kısmı kendi müşterisi olan Müslümanların öfkesinden hareketle, küresel ölçekte iş yapan bazı markaların davranışını eleştirmektedir; “Basın özgürlüğünü en yüksek değerlerden biri sayılan bir Batılı liberale göre olay nettir. Karikatürleri tiksintiyle reddetsek bile, onların yayımlanması hiçbir şekilde cinayetlere yol açan linç şiddetini ve bütün bir ülkenin damgalanmasını haklı çıkarmaz. Bazı şirketlerse oyunun yeni kurallarını çoktan kavradı –Nestle ile Carrefour da bu şirketler arasında.”(14)Deme suretiyle, onları batının gelmiş olduğu yere uygunsuz davrandıklarını belirtmektedir.

Batıda bulunan bazı muadillerine göre, her şeyden ziyade, başka diyarlardan gelip Avrupa toplumunun, bir açıdan esaslı parçası olarak değerlendirilebilecek göçmenlerin, özellikle de Müslümanların, kendi değerlerini koruma hakkı ile birlikte, bir dini çerçeve içerisine sığdırılmadan, ve temelini aydınlanma felsefesinden alan bir tarzda, yerine göre kendi inançlarına yönelik eleştirileri de, batının kendi ontolojik bağlamında görüp durumu normal karşılamalılar demektedir, sonuca bakıldığında…

Zizek seküler tanım ve meseleyi kavrama ve kavratma açısından olaya böyle yaklaşmakla birlikte, incinen Müslümanlara şu yolu da önermektedir; “Karikatürlerden gücenenlerin devletten özür talep etmek yerine, bir mahkemeye gidip kendilerini gücendiren kişilere dava açmaları gerekir” tarzda bir yolu da salık vermektedir.(15)

Yukarıda da değindiğimiz gibi, 2005 deki Danimarka’daki ve Charlie Hebdo’da yayımlanan kariakürlerin oluşturduğu kriz ve vukubulan bazı saldırılardan hareketle yönünü bu yana dönen insanların, olaya yönelik düşünce üretmeleri en başta, “yanlışlık kendilerinden sadır olduğu halde” seküler mantalitenin, normal bir şeymiş gibi dini değerleri de “ti”ye alabileceği gerçeği karşısında durmaya çalışan şahısların –ki bir kısmı da Batılı- adeta bir sınava tabi tutulduğu eserde kendine yer bulmaktadır.

Zizek’i konumu açısından kendine özgü ve her iki tarafa da, yine her iki çevrenin yapmış olduğu eylemlerin –karikatürleri yayımlamak ve ona karşı Müslümanların demokratik ve en önemlisi de hukukî yollarda sonuç almalarına yönelik bir yaklaşım içersinde bulunarak, bir açıdan “Burası Batı, burada Hz. Muhammed, ya da Hz. İsa fark etmez hemen herkes “ti”ye alınabilir, buna gücenilmemeli, onun yerine hakkınızı korumalı ve batılı mantaliteyi özümsemelisiniz” yaklaşımı içerisinde, kendini gelinen süreçte, batının küresel liberal işleyişine adapte etmeye çalışan Batı solu olarak değerlendirmekte ve buna katkı sunulmasını, tüm çevrelerden beklemekte ve batılı seküler güçleri cesaretlendirmektedir.

İkinci baskısı yapılan ve konu ile ilgili birçok makalenin “Ekler” bölümünde yayımlan “İslam Arşivleri” adlı çalışmada Zizek ile birlikte gerek Batılı ve gerekse de Batıda yaşayan bir kaç Müslüman entelektüelin düşüncelerine göz attığımızda, bu yazılardan batılılara ait olanları kendi bağlamlarında değerlendirdiğimiz gibi, ister sosyolojik anlamda, isterse de inanç, kültür ve yaşam olarak İslam’a bağlı entelektüelimizin, birbirinden farklı düşünceleri ve olayla karşısında aldıkları tavırlar da anılmayı, meselenin özünü kavrama açısından elzem kılmaktadır. Ki, Bu meyanda kitabı derleyip çeviren Sabri Gürses’i, Alihan Mestçi’yi, Amir Taheri’yi vs.; onun karşısında da Alain Badiou’yu ve Hamid Dabashi’yi, yer yer birbiriyle örtüşen, çoğu kez de keskin bir karşıtlığı içeren yaklaşımları açısından anmamız gerekmektedir.

Yine Zizek’e dönecek olursak; sekülerizmi savunan bir batılı olmasına ve batıda hayat bulduğu gözlemlenen ifade özgürlüğünü savunmasına rağmen, bir farklılık yaparak, dengeyi koruma ve gözetme adına; “lib eral demokrasi hakkında eleştirel olarak konuşmayanlar dini köktencilik konusunda susmak zorundadırlar.” (79) diyerek, bunca eksiğe ve seküler bakışa nazaran bir farkı tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

(*) İslam Arşivleri; Slavoj Zizek/Hamid Dabashi/Alain Badiou

Derleyen ve çeviren Sabri Gürses, 144 s. Genişletilmiş 2. Baskı, Şubat-2015 Çeviribilim Yayınları, İstanbul




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —