Stockholm’de bir grup İslamofobik fanatiğin Kuran-ı Kerim yakması, üzerinde çok yönlü durulması gereken bir olaydır. Ciddiyetle ele alınmalı ve mutlaka Müslümanlar bir de kendilerine bakmalıdır.
İslamofobinin antisemitizm gibi totaliter, faşist bir davranış olduğunda şüphe yoktur.
Stockholm’deki menfur hadise İslamofobinin bir dışavurumudur.
Stockholm’de kutsal Kitab’ımızı yakan Rus asıllı Rasmus Paludan, üç yıl önce de Danimarka’da Kuran yakanların başındaki isimlerden biriydi. O zaman, iftar vakti Belediyle Meydanı’nda yapmışlardı bu menfur eylemi. (2 Haziran 2019)
Bu defa eylem için mesela Afganistan veya İran gibi bir ülkenin değil, Türkiye’nin büyükelçiliğini seçmeleri, eylemin Türkiye’ye odaklandığını gösterir.
PUTİN VE AŞIRI SAĞ
NATO üyeliği sürecinde Türkiye ile İsveç arasında gerilimler var. Eyleme Türkiye’nin göstereceği haklı tepkinin, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olmasındaki gerilimleri büyüteceğini, bunun Türkiye ile Batı arasındaki ilişkileri daha da gereceğini hesaplamamış olamazlar. Din ve vicdan hürriyetine tecavüz ve ağır tahrik niteliğindeki bu menfur olayın ardından PKK gösterilerinin sahnelenmesi de aynı plana uyuyor.
Bu gelişmelerin en çok Putin’e yarayacağı bellidir. Kutsal kitabımızı yakan aşırı sağcı Rasmus Paludan’ın Rus olması böyle bir tabloda dikkat çekmekte ve Putin’in KGB ajanlığından gelen becerilerini akla getirmektedir.
Putin, Batı’da çatlakları büyütecek her hareketi, özellikle de aşırı sağı destekliyor. Fransız aşırı sağının lideri Marine Le Pen’le Putin arasında karanlık siyasi ilişkiler bunun örneğidir. (Guardian, Jon Henley, 29 Nisan 2017)
Türkiye Batı’dan uzaklaştıkça Batı PKK için daha müsait hale gelecek, Türkiye-Rusya ilişkilerinde Putin’in eli güçlenmeye devam edecektir.
ETKİN DİPLOMASİ
Gerçi Erdoğan, Amerikan CBS televizyonundaki mülakatında bile “sevgili dostum Putin” diye konuştu. (21 Eylül 2022) Fakat Erdoğan, G-20 Antalya zirvesinde Putin’in kendisini nasıl suçladığını unutmamalı. (25 Kasım 2015)
Böyle sisli dönemlerde günün olaylarına ve kalabalıklara kapılmadan öngörülü ve uzun vadeli davranmak şarttır; buna diplomasi diyoruz. Atacağımız her adımın sonuçlarını öngörmek ve başkalarına mesela PKK’ya ve Yunanistan’a fırsat kazandırmadan Türkiye’nin jeostretejik ve diplomatik ittifaklarını gözetmek gerektiği açık.
Stockholm’deki menfur hadiseye bütün partilerimizin tepki göstermesi alkışlanacak bir olaydır.
Sivil planda en güzel tepki, Mardinli bir grup gencin kiliseleri ziyaret ederek gül dağıtmalarıdır.
İsveç, NATO’ya girme konusunda Türkiye ile imzaladığı “Üçlü Taahhütname”ye uymuyor, teröre karşı taahhütlerini yerine getirmiyor. Bu konuda Türkiye haklıdır ve birçok NATO ülkesinin desteğini alabilir. Hükümet, konuyu seçim meydanlarına indirmeden diplomatik kanallardan sonuç alabilir. Gerilimi tırmandırmak PKK’nın ve İslamofobiklerin ekmeğine yağ sürer.
MÜSLÜMANLAR VE İSLAMOFOBİ
İslamofobi Hindistan ve Çin’de de var. Hele Çin Nazi usulü toplama kampı niteliğinde.
Fakat siyasal İslamcılar “Batı İslam düşmanı” diye genelleme yaparak Batı hukukunun eşitlik, özgürlük ve insan hakları normlarına karşı zihinsel bir sed oluşturmaya çalışıyorlar.
Elbette İslamofobi’nin Batı tarihinde kökleri var… Göçmen sorunlarının rolü var… Wilders, Le Pen, Urban, Trump gibi aşırı sağcı liderlerin tahrikleri var…
Ama Müslümanların da ağır sorumluluğu var. El-Kaide’ler, IŞİD’ler, Boko Haram’lar, Taliban’lar İslamofobiyi körüklüyor.
Eski DİB Başkanı Mehmet Görmez Hocamız zamanında, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun hazırladığı ‘DAİŞ’in Temel Felsefesi’ adlı ilmi raporda şu tespit vardır:
“Günümüzde ortaya çıkan nesebi gayri sahih bu dinî tezahür; İslam’ın cihanşümul hak ve adalet anlayışına, sevgi, şefkat ve rahmet mesajına gölge düşürmüş, medeniyet yürüyüşünü sekteye uğratmış, Batı dünyasındaki İslamofobik korkuların oluşmasına sebep olmuş…” (s. 9)
Rapor şöyle devam ediyor:
“DAİŞ vakası ve benzeri ‘tekfirci’ eğilimler sadece ‘dış mihrakların komplosu’ diye geçiştirilemez. Bu bir komplo olsa bile, ‘bu komplonun tutmasında bizim bünyemizin hiç mi zaafları yoktur?’ suali sorulmalıdır.” (s.11)
Evet, İslam dünyasının asıl sorunu budur: Soramamak ve sorunlarını çözememek… ‘Epistemolojik’ bir sorundur bu. Hür düşünceye açılarak çözülebilir ancak.