slam’ın Batı ile teması yeni konuların gündeme gelmesine ve buna dair çözümlerin üretilmesine neden oldu. Bu temas sonucu kendine uygun hale getirdi ve insanların ortak diğeri olan kazanımlara çevrildi. Ayasofya örneğinde olduğu gibi bazen mevcut yapıyı koruyup kendine ekleyerek dönüşüme gerçekleştirmiştir.
Batı ile temasta önceliklerimiz:
İslam yalnızca Allah’a kulluğu esas alır. Allah’ın dışında ya da Allah’ın yanında başka unsurların insan yaşamında yer almasını istemez. Böyle olması Kur’an’ın tabiriyle iki efendisi olan bir hizmetli durumuna sokar, kişisel düzeyde duygu ve davranışında bozulmaya neden olur. Toplumsal boyutta sosyal sorunlara neden olur. Bu durumu İslam şirk olarak tanımlar.
Hz Adem ile başlayan, ilahi iradenin hayata müdahalesini amaçlayan ve ilahi bir proje olan İslam’ın, tarihi süreç içinde bozuldu. İlahi iradenin vahyin kılavuzluğunda ve Hz. Peygamberin (a) örnekliği sayesinde insanların yaşamına yeniden yön verdi. Öncülerin görevi bu nehri başlangıçtaki saflığı ile sonradan katılanları fark ederek aslını koruyarak geleceğe taşımak bu konuda şahitlik ve önderlik oluşturmak durumundadır.
Mevlana’nın pergel anaforunda; bir sabit ayak birde sabit olmayan ayak bulunur. Sabit ayak vahyi ve peygamberin yaşamını, sabit ve değişmez kısmı ifade eder. Diğer ayak değişkendir. İnsana ait değişen ve gelişen unsurlarını almak için sürekli hareket halindedir. Pergelin bu sabit ve değişken iki ayakla varlığı mümkün olması gibi İslam toplumunda sabit ve değişkenleri olmalı. Birlikte var oluşunu ve gelişimini gerçekleştirmelidir.
Müslüman Aydınlar ve önderler, pergelin sabit ayağını oluşturan vahiy ve onun canlı örnekliği olan peygamberin hayatının sabit ve esas olmalı. Diğer taraftan hareketli ayağı mesabesinde olan insana, hayata ve herkese ait olan değerleri olarak ancak kendi içyapısında değiştirip kendi yapısına uygun şekle dönüştürdükten sonra kollanarak yol alması yönünde gayret içerisinde olmak durumundadır.
Akan bir nehir örneğinde; başlangıçta temiz ve gür akan nehir, geçtiği yerlerden birtakım unsurları yapısına katar. Yerleşim yerlerinin yakınından geçerken kirlenir. Başlangıçtaki unsurları taşımakla birlikte, saflığını ve temizliğini kaybeder. İslam Mekke de ve Medine’de doğuşundan sonra tarihi süreç içinde diğer toplumlar ile teması sonucu bunlara ait unsurların bu akışa katılması ile bazen değişmeden bazen değiştirilerek yapıya katılması söz konusu.
İslam’ın yeniden hayata taşınması bütüncül olarak ve diriltici unsurlarıyla bir çaba ile mümkün olur. Parçacı yaklaşımlar ondan istenen girişim ve dönüşümü sağlayamaz. Bu tutum onu etkisiz hale getirir. Dinin birey ve toplum hayatında bütüncül olarak karşılık bulmaması, Allah’ın istediği hedeflere ulaşılmaması, İslam’ın insan yaşamında diriltici sonucun ortaya çıkmamasına neden olur.
Roma imparatorluğu olanca baskısına rağmen Hıristiyanlığın yayılmasını önleyemeyince, görünüşte resmi din olarak kabul etmiş ancak özde kabul etmeyip zamanla dinin özünün değişmesine işlevselliğinin yitirilmesine neden oldu.
İki kanadıyla uçan bir kuş adeta öldürülüp, içi boşaltıldı daha sonra samanla dolduruldu. Canlılığına neden olan unsurlardan arındırıldı. Kendine zarar vermeyen unsurlar bırakılmış. Hayata müdahale edemez hale getirilmiş. Bir köşede saygı duyulan hale getirlmiştir. Bu durum İslam’ın da içine düşülmesi istenen bir durumdur. Bu çaba Allah resulünün hayatında denenmek istendi. Ancak başarılı olamadılar. Örneğin; “Mescid-i Dırar” örneği bu yönde sergilenen bir çaba olarak görülebiliriz. Daha sonra ilk halife döneminde ortaya çıkan yalancı peygamberlerin ortaya çıkması bu yönde çalar olarak bakılabilir.
İslam coğrafyasında Müslümanların kendi içinden çıkan, kendi öz dinamiklerini bilen, batının iç yapısına vakıf, batıya karşı çaba içerisinde olan değerli insanların gayretlerini gördük. Bu çabaları mutlaklaştırmadan, ancak geleceğimizi kurma adına bu çabalardan faydalanmak durumundayız. Tarihimize sövgü veya övgü dolu bir yaklaşımla değil tecrübelerimiz olarak bakıp faydalanmak durumundayız.
İslam’ın Batı ile mücadelesinde kendi dinamiklerini ve diriliş unsurlarını bilen öncülerin olması gereklidir. Bu öncülerin İslam’ın kendi dinamiklerine ve diriliş unsurlarına vakıf olduğu kadar, batının ruh köklerini ve ona karşı geliştirilecek mücadele yollarını da bilmesi gerekir. Bu mücadeleyi yapacak dönüşüm öncüleri bunu bir kadro hareketi şeklinde gerçekleştirebilir.
İslam adana girişten çabalar kendi öz dinamiklerine ve kurumlarına dayalı olarak sürdürülmelidir. Batıya ait olan değer ve kurumlarla İslami çabaların sürdürülmesi uygun olmadığı gibi bu çabaların ilahi yardımdan uzak kalacağından başarılı olması mümkün olmayacaktır.
Müslümanların batı’yla mücadelede kullanılacak kavramların ve usulün ne olacağı yönünde farklı yaklaşımlar olmuştur. Bir görüşe göre; batıya ait kavram, kurum ve usulünün kullanması sakıncalıdır. Kendi kavram, kurum ve usulün kullanılması ve ön planda tutulması gerekir. Bu tutum bizi kendimize getirir, canlı tutar ve diriltir Dönüştürürcü etkisi geç olur ancak daha kalıcı ve etkili kılar. Bu yönde sergilenen çabalara Seyyid Kutub örnek gösterilebilir.
Seyyid Kutub’un İslami dirilişin başlangıçta vahyi esas aldığını, Allah Resulü’nün örnekliği etrafında şekillendiğini ifade eder. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de vahyi ve Allah resulünün örnekliğini esas alınıp İslam’ı hayata yeniden taşımanın mümkün olduğunu söyler. Aliya izzetbegoviç’in “düşmanına benzeyen çabaların kaybedeceği ve başarılı olamayacağı” sözü bu duruma özetlemektedir.
Diğer görüşe göre; Batıya ait kavram, kurum ve usulünün kullanması gerekir. Bu tutum, bize karşı oluşacak tepkinin kırması için gereklidir. İçte ve dıştan gelecek eleştirilere karşı uluslararası ve yerel kabul gören kavram ve kurumların kullanması gerekir. Bu yönde sergilenen çabalara Mevdudi örnek gösterilebilir. Yine milli görüş hareketi, İslami selamet hareketi, FİS hareketi çabalara örnek olarak gösterilebilir.
İslam’ın bütüncül diriltici yönü yerel ve ulusal düzeyde bu şekilde parçacı yaklaşımlarla ya da asıl can damarını oluşturan unsurların hayattan uzaklaştırma suretiyle işlevsiz hale getirerek suretiyle adeta koruyormuş gibi yapılarak hayatın dışına itilmek suretiyle yok etmeye çalışan bir çabanın daima var olduğunu görmekteyiz.
Müslümanların tarihi süreç içinde karşılaştığı sorunlara, çevresi ile olan münasebeti ile geliştirdiği çabaların sonucu ortaya çıkan ürünler elbette ki değerlidir. Bunları tekrar ele alınıp bu süreçte değerlendirilmeli. Bu çabalar mutlaklaştırılmadan, esasa dayalı bir şekilde yeniden ele alınmalı.
Geçmiş dönem temas ve neticeleri:
İslam’ın Batı ile karşılaştığı ilk dönemde İslam’ın hayata müdahalesi güçlü özne durumda iken, batıya ait unsurlar ayıklanıp kendine uygun duruma getirilip büyüme ve gelişiminde kullandığı görülür.
Emevi döneminde batıya ait düşünürlerin fikirleri tercüme edilip yorumlanır. Bilginler toplanarak önlerinin açılır. Müslümanlar, Emeviler döneminde Endülüs’te medeniyet kurar. Batıyla temasa geçilir. Afrika üzerinden güneyden İslam Avrupa içlerine kadar ulaşır. Daha sonra Osmanlı döneminde kuzeyden fetih hareketleri ile Avrupa içlerine gidilir. Karlofça anlaşmalarıyla durdurulur. Durdurulmasaydı Avrupa tamamen fetih edilecekti. İslam dini ve etnik yapıları yok etme, kendine katma yönünde bir yöntem izlemedi. Bu unsurların kendine bağlayıp kendi halinde bıraktı. Bu sayede çok unsurlu toplumsal yapının sürdürülmesi sağlanabildi. İnsanlık İslam’ın hak ve adalet anlayışı üzerindeki yönetim sayesinde barış ve huzur içerisinde yaşamışlar.
İslam’ın yayılması, batıyla teması neticesi merkezden uzaklaşma neticesi adeta enerjinin fiziki olarak çevreye doğru gittikçe zayıflamasına neden oldu duraklamayı da beraberinde getirdi. Karlofça antlaşması batıya kayan merkezden uzaklaşan ve zayıflayan enerjinin durdurulması olarak görülebilir. Her büyüyen yapıda olduğu gibi Müslümanlar da medeniyetin beraberine getirdi rahatlama sonucu beraber duraklama ve gerileme sürecini başlattı.
İslam daima hakkı, ilahi ölçüleri esas alan bir yaklaşım sergilerken, batı ise daima gücü esas alan yağmacı insan merkezi bir yaklaşım içerinde olmuştur. Bu yaklaşım nedeniyle insanlık batının zalim yönetimleri altında acı çekmiştir.
İslam’ın Batı ile teması yeni konuların gündeme gelmesine ve buna dair çözümlerin üretilmesine neden oldu. Bu temas sonucu kendine uygun hale getirdi ve insanların ortak diğeri olan kazanımlara çevrildi. Ayasofya örneğinde olduğu gibi bazen mevcut yapıyı koruyup kendine ekleyerek dönüşüme gerçekleştirmiştir.
Batının islam’a karşı atakları Haçlı savaşları sırasında yıkıcı ve öç alıcı şekilde meydana geldi. Haçlı saldırıları batının Müslümanlar nezdinde bulunan değerlerin yağlanmasına, buradaki ilmi birikimin batıya taşınmasına, Rönesans tan sonra bir girişim sürecinin oluşmasına neden oldu.
Daha sonra Müslümanların tabir caizse gemi dümenini kaybetmesi gibi geminin batının dümene geçmesi, hayatı kendimize uygun hale dönüştürülememesi, içimizdeki batı sevicilerin çabaları sonucu dönüştürücü ve diriltici yönünden uzaklaşılır.
Batının islam’la teması ettiği ilk dönemde belirleyici olan Müslümanlar olduğu için zarar verici etkileri görülmez. Müslümanların belirleyici unsur olmasın ortadan kalktığı daha sonraki dönemlerde bu temas zarar verecek hale gelmiştir. Batı ile temas sırasında karşılaşılan siyasi ekonomik ve askeri yenilgiler 3. Selim ve 2. Mahmud dönemlerinde bunun nedenini batılaşarak çözüleceği düşünülür. Bu yönde adımlar atılır. Batı tarzında kurumsal yapıların dönüştürülerek bu başarısızlığın aşılacağına inanılır.
Bu dönemde bir kesim bu olumsuz durumun giderilmesi için batı’ya ait kavram ve kurumların içimize taşınması ile aşılacağı söylenmiştir. Tanzimat döneminde görülen Yeniçeri ocağının kaldırılıp Nizami Cedid’in kurularak Ordu’da görülen bir birtakım yenilemeler bunun sonucudur. Savaşlarda yeniçeri ocağının geleneksel yapıyı temsil ettiği bu yenilgiler geleneksel yapı ile aşılamayacağı, yerine modern anlamda askeriyenin kurumsallaşması ve donanımın yenilenmesi yoluna gidilir. Siyasi başarısızlıklar askeri yönden yenilenilerek aşılacağı düşünülür.
Bu dönemde bunun dışında Mehmet Akif gibi bazı aydınlar bu olumsuzlukların aşılması için batıdan ilim ve fenni alınmasının gerekli olduğu, kültürünün ve yaşam tarzının alınmasının yanlış olduğu bunun topluma zarar vereceğine dikkat çekilir. Adeta yarı geçirgen zar gibi bir düşünce ve tavır sergilediklerini görmekteyiz. Batı’yı tek bir dişi kalmış canavara benzetmek suretiyle ona karşı duruşun bu sayede sağlanması bunun çözüm yolu olduğu ifade edilir.
Kur’andaki “biz günleri aranızda döndürürüz” gerçeğinden hareketle, güç ve nimet batı ile İslam toplum arasında döndürüldüğü ve bir nevi ilahi imtihana tabi tutulduğu söylenebilir.
Yakın dönem temas ve neticeleri:
İslam’ın o diriltici misyonunun önüne geçmek adına batıda oluşturulan enstitülerde üretilen düşünceler ve oluşumlar adeta İslam coğrafyasında kuluçkaya yatırılan yumurtalar konumundadır. Bunlar büyüme ve gelişmeye bırakılır. Zamanı gelince bu yumurtalar kırılır çıkan unsurlar ile toplumsal dinamikler kontrol edilmeye çalışılır. Bu çalışmalar sayede İslam coğrafyasında Müslümanların kendi dinamikleri ile buluşması ve İslam’ın yeniden hayat bulması önlenir. Bir yazarın hatıratında batıda bulunan bir binanın katlarında her bir ülkeye ait, ülkemiz için her bir bölgeye ait masa olduğu veri toplanıp strateji üretildiği görülür.
Batının içimizde oluşturduğu, kuluçkaya yatırıp büyüttüğü, bizdenmiş gibi görülen adeta yumurtaları mesabesinde olan yapıların zamanla bize zarar veren, bize karşı operasyonlarında kullandığı unsurlar haline gelebilmektedir. Batı bu tür oluşumları bize karşı kullanmak üzere oluşturup üretmektedir. Batının İslam coğrafyasından devşirdiği ve eğittiği yapılar sayesinde İslami fobi dalgası oluşturulmak suretiyle batının çöküşü geciktirilmekte ve İslam’ın batıda yeniden yayılmasının önüne geçilmek istenmektedir. Diğer taraftan bu unsurlar gerekçe gösterilerek İslam coğrafyasına müdahale edilmektedir. İşid, Boko Haram gibi yapılar bu tür yapılardır. Işid gerekçe gösterilip Ortadoğu’ya, Boko Haram gösterilip Batı Afrika’ya, el kaide gerekçe gösterilip Afganistan’a operasyon yapıldı. Bazen ikiz kuleler örneğinde olduğu gibi, zengin yer altı zenginliğin ve bölgenin kontrolü için Afganistan’ı işgal için kendi içine operasyon çekebilir. ABD nin 1. Dünya savaşında Japonya’ya karşı askeri müdahaleye sıcak bakmayan iç siyasi yapının görüşünü etkileyip değiştirmek için Pearl Harbor baskınını düzenlediğini gördük.
Başlangıçta samimi amaçla çıkan çabaların, daha sonra dıştan yapılan müdahalelere, içerde samimi olmayan çabalara dönüşmesi, farklı noktalara varması mümkün olabilir.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Fransa tipi bir İslam söylemi, İslam’ın batıda ve Fransa’da kabul görmesi, İslam’ı kendi toplumsal yapısına uyarlanarak kendisine zarar vermeyecek bir konuma getirmek için söylenmiş bir söz olarak bakılabilir. İslam’ın diğer ülkelerde yerelde sindirilme veya dönüştürülme şeklinde bir tehlike ile de karşı karşıya kalma ihtimali olduğu söylenebilir.