İslami Varoluşun Hakkını Vermek

Atasoy Müftüoğlu: Bir gün ümmetin lideri olan, başka gün yerli-milli lider oluyor; her şeyi oportünizm belirliyor

İslami Varoluşun Hakkını Vermek

Modern tarihin son üç yüz yılını, insanlığın dünyası, araçsal akılcılık ve araçsal rasyonalite temelinde gerçekleştirilen, sömürgeci-ırkçı bir uygarlıkla, sömürgeci ve ırkçı evrenselliğin, ideolojik diktatörlüğü altında geçirdi. Bu zaman zarfında, hegemonyacı güç ideolojileri, kirli-sömürgeci içerikleriyle, evrensel yalanları meşrulaştırdı. Evrensel yalanları meşrulaştırarak, hakim ideolojik söylem ve bu söylemin oluşturduğu yorum tekeli, Batı dışı halkları-toplumları, özellikle de, İslam toplumlarını entelektüel-kültürel ve siyasal anlamda sessizleştirdi, edilgenleştirdi. Bu sessizlik ve edilgenlik sebebiyle, İslam toplumları sömürgeciliğin neden olduğu, entelektüel/kültürel/düşünsel yoksulluğun ve yoksunluğun farkına ve bilincine varamadılar.

İslam dünyası toplumlarında, İslam’a ve Kuran’a rağmen, bireyi ve özneyi yok eden otoriter bir gelenek oluşturuldu. Bu gelenek, Müslüman halkları evrensel sorunlara, toplumsal sorunlara, siyasal ve entelektüel sorunlara yabancılaştırarak, Müslüman kitlelerin içsel/manevi sorunlar etrafında yoğunlaşmalarına yol açtı. Batıni/tasavvufi geleneğin otoritesi, toplumları tek boyuta, tek bağlama mahkum etti. Batıni/tasavvufi geleneğin otoritesi doğrultusunda, tek boyuta mahkum edilen İslam toplumları, sahte-yanlış bilinç yoluyla her tür istismara açık hale getirildiler. Sahte-yanlış bilincin, İslam toplumlarında tayin edici hale gelmesi sebebiyle, Müslüman halklar, zihinsel-entelektüel köleliği fark etmeyen, biçimsel özgürlükler yoluyla ulus-devletler alanına dahil edildiler.

Günümüzde, İslam dünyası toplumlarında sahte-yanlış bilinçle, toplumsal-ekonomik-kültürel gerçeklik arasında derin uçurumlar var. İslam toplumlarında, her konjonktür değiştiğinde sahte-yanlış bilincin içeriği de değişiyor. Toplumlarımızda, hamasete dayalı kibirli içerik, eleştirel görüşlere hiç bir şekilde itibar etmiyor. Müslüman halklar, resmi tarih ve resmi kültür aracılığıyla tanımlanıyor. Resmi tarih ve resmi kültür, geçmişte, yanlış şeyler yapılabileceğini kabul etmediği için, geçmişe dokunulmazlık kazandırılıyor. Resmi tarihin ve resmi kültürün eleştirel yorumu yapılamıyor. Propaganda dili ve demagojik dil, yapısal bütün sorunların maskelenmesine yarıyor. Resmi tarih ve resmi kültür, saltanat tarihini, saltanat kültürünü kurumsallaştırarak, toplumsallaştırarak, günümüze taşımak istiyor. Günümüzde İslam toplumlarında, ulus-devlet kutsalları temelinde inşa edilen sahte-yanlış bilinç sebebiyle, kitlelere dayatılan resmi çerçeveyi-yorumu sorgulayabilecek hiçbir İslami entelektüel akım ya da eleştirel toplumsal hareket yok. Toplumlarımızda, resmi yorumları, resmi gündemi, resmi çerçeveleri troller ve aparatçikler temsil ediyor. İslam toplumlarının entelektüel ufku, bir yanda trol-aparatçik klişeleriyle kapatılırken, bir diğer yanda da evrensel zihinlere, evrensel içeriğe ve bilince kapalı, bencil cemaat aidiyetleri tarafından kapatılıyor.

Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, bencillikler/egoizmler bilinç alışverişine, görüş alışverişine izin vermiyor.

Sahte bilincin hakimiyeti, İslam toplumlarını, İslami bütünlük bilincinden uzaklaştırıyor.

Sahte bilincin karantinası altında bulunan İslam toplumlarında, her gün, bir politik lider “ümmetin lideri “ derecesine yükseltilirken, konjonktür gereği, aynı lider, bir başka gün ümmet liderliğinden alınarak, yerli-milli lider konumuna geçiriliyor. Sahte bilincin belirleyici olduğu toplumlarda, her alanda, her şeyi oportünizm belirliyor.

İnsanlığın dünyası kimi dönemlerde ideolojik anlamda karantina altına alınırken, kimi dönemlerde de, sahte bilinç yoluyla karantina altına alınıyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, insanlık, koronavirüs küresel sağlık krizi sebebiyle karantina altına alınmıştı. Koronavirüs küresel sağlık krizi, bütün insanlığı doğrudan ilgilendiren hayati bir sorun’du, ancak, bu hayati sorunla ilgili olarak, küresel ölçekte siyasal kararlar alınamadı. Bu dönemde, yaşlı nüfus bir kez daha resmen yalnızlaştırılarak, gözetimli yalnızlık kurumlarının himayesine terkedildi. Koronavirüs küresel sağlık krizi sırasında, yeni elektronik alanın/dünyanın, dijital bilgi ağlarının ve teknobilimin otoritesi belirleyici hale geldi. Günümüzde internet alanının mutlakiyetçiliği, otoritesi ve meşruiyeti, zihin ve ruh dünyamız üzerinde yeni bir kuşatma-karantina biçimi oluşturuyor. Bu kuşatma ve karantina karşısında bütün toplumlar ve kültürler edilgen bir teslimiyetçilik sergiliyor. Bugün, bütün bir insanlık, gerçeğin, medyatik algılarla yönlendirilmesi karşısında, zihinsel bağımsızlığını kaybetmiş görünüyor. Koronavirüs küresel sağlık krizi bağlamında alınan sosyal mesafe tedbirleri yoluyla bugün bireysel yalnızlıklar derinleşiyor. Günümüzde zihinsel-ruhsal yalnızlıkları aşmak üzere, ahlaki yakınlaşmalara, entelektüel yakınlaşmalara/dayanışmalara çok ihtiyacımız olduğu açıktır.

Günümüzde, insanlığın dünyası, internet iktidarının içeriğini, gündemini ve eğilimlerini analiz ederek, takip ederek, nasıl  bir geleceğe doğru yol aldığımızı görebilir. Hangi toplum ya da kültür olursa olsun, kendi bağımsız varoluşunu, herhangi bir otoritenin/ideolojinin vesayetine maruz kalmaksızın inşa etme  iradesine sahip olmadığında, dünyayı/tarihi/olayları ve büyük resmi doğru göremez, doğru yorumlayamaz.

Yanlış bilinçle, etkili/güçlü/kuşatıcı/eleştirel tanıklıklar yapılamaz.

İslami varoluş, her zaman doğru olanı söyleyerek, doğru olanı yaşayarak başlar, başlayabilir, resmi olanı değil. Doğruyu temsil ettiğimizde, doğruyu söylediğimizde, doğru alanda bulunduğumuzda bağımsız bir özne imkanına sahip olabiliriz. Ahlaki bağımsızlığını yitiren herkes, sonunda oportünizme mahkum olur. Resmi çerçevenin sınırları içerisine hapsedilmek demek, nesneleşmeye açık olmak demektir.

İslami varoluş insanlık ölçeğinde sorumluluk almak üzere, üstlendiğimiz, bizleri insanlık ölçeğinde onurlandıran bir varoluş biçimidir.

Her ırkçılık, insanlığa karşı sorumsuzluğun, küstahlığın, sorumsuz bir meydan okumanın ifadesidir. Bugün, pek çok ülke, toplum, kültür, maalesef, İslam ülkeleri/toplumları, halkları da, milliyetçiliği-ırkçılığı bir sorumluluk gibi algılıyor, algılayabiliyor. Bu durum, İslami varoluş bilincine hangi ölçüde yabancılaştığımızı gösterir. İnsanlığın ahlaki-vicdani alana, merhamet alanına yabancılaşması araçsal aklın iktidarıyla başladı. Ahlaki akıl, araçsal akılcılık karşısında tutunamadığı için göreli hale geldi. Ahlakın göreli hale gelmesiyle birlikte, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın arasındaki belirleyici sınırlar, belirsiz hale geldi. Ahlakın göreli hale gelmesiyle birlikte, bütün kötülükler normalleştirildi.

Modern tarih, hiçbir ahlaki-entelektüel-felsefi içeriği olmayan, ideoloji ve propaganda dili-söylemi aracılığıyla, ırkçı önyargıları, nesnel gerçeklikler gibi sunarak evrensel yalanları haklılaştırdı. Bu nedenledir ki, hakim ideolojik söylem ve bu söylemin yorum tekeli, bugün, ideolojik ve politik, bütün modern paradigmaların derin krizine rağmen etkisini sürdürüyor. Hangi toplumda olursa olsun, bütün vesayet sistemleri, bireylerin bağımsız düşünme yeteneklerini zaafa uğratıyor. İslam toplumlarında, hamaset-popülizm ve propaganda dili aracılığıyla uygulanan yanlış-sahte bilinç, bireylerin bağımsız tercihte bulunma, bağımsız karar alma yeteneklerini dumura uğratıyor. Vesayet ve propaganda sistemleri, insanların bireysel çıkar arayışlarını, beklentilerini ve umutlarını istismar ederek, onları araçsallaştırabiliyor, bu yolla kitleleri kontrol edebiliyor. Yanlış bilinç yoluyla kitleler, İslami sorumluluklarından, eleştirel sorumluluklarından arındırılabiliyor.

Hamaset, propaganda, yanlış bilinç yoluyla bireysellikleri yok edilen, düşünemez, sorgulayamaz hale getirilen, kişilikleri etkisizleştirilen kitleler, pragmatizmin evrenselleştirildiği, dijital değişim/dönüşümün belirleyici hale geldiği bir dünyada, istenilen zamanda istenilen doğrultuda manipüle edilebiliyor.

Irkçı sömürgecilik, ırkçı emperyalizm yoluyla her tür şiddeti sıradanlaştırarak gelişen, maddi araçların, maddi zenginliklerin maddi uygarlığı, ideolojik/entelektüel/felsefi fetihçilik yoluyla evrensel yalanlara dokunulmazlık kazandırdı. Evrensel değerler temelinde evrensel bir propagandaya maruz kalan toplumlar, bu propagandanın güçlü etkisi karşısında büyülendikleri için, varoluşsal-temel insanlık duygularını yitiren bu uygarlık karşısında bir direniş bilinci oluşturamadılar, bağımsız entelektüel inşa’lara yönelemediler. İslam dünyası toplumları da, radikal edilgenliklerle malul olduğu, bu edilgenlikleri kurumsallaştırarak yaşattığı için, her tür propaganda diline açık hale getirildi. Bu propaganda dili, günümüzde de, kahramanlık menkıbeleriyle kitleleri birörnekleştirerek, bilinç ve bilgelik alanından uzaklaştırıyor. Propaganda ve demagoji dilinin politik çıkar mülahazalarıyla alkışlanabildiği toplumlarda, toplumsal kesimler arasında karşılıklı müşavere, müzakere, muhakeme ve müsamaha imkansız hale geliyor. Hamaset ve yanlış bilinç ideolojisine maruz kalan İslam toplumları, İslami bütünü ve bütünlüğü idrak edemeyecek bir noktaya sürüklendikleri için, ancak, İslam’a nispet ettikleri kimi parçaları kültürel bağlamda savunmaya çalışıyor.

İslam dünyası toplumları olarak, içerisinde bulunduğumuz açıklanması mümkün olmayan genel durumu, düşünsel/kültürel/entelektüel kuraklık durumunu, bütün boyutlarıyla çözümleyebilecek analiz biçimlerine, etkili, derinlikli ve çok boyutlu tanıklıklara ihtiyacımız var. İslam dünyası toplumlarında yerel kültürler, İslami gerçekliği oluşturarak bu gerçekliği özgürleştirmek üzere, İslami bilince uyanmaları gerekirken, batıni-mistik keşifler aleminde yaşamayı seçtikleri için, küresel dijital değişim/dönüşüm süreçleri karşısında, neoliberal çıkar ve tüketim kültürü karşısında tutunamıyor. Konformist bir kültürün meşrulaştırılması, toplumsallaştırılması ve kurumsallaştırılması durumunda, yeni zamanlar, yeni mekanlar, yeni süreçler için yeni bir içerik üretmek, yeni gerçekliklere nüfuz etmek, yeni gerçeklikleri aşmak üzere çözümlemeler yapmak mümkün olamaz. Geçmiş için üretmekle, geçmiş için üretilmiş olanla, bugün için üretmek birbirinden çok farklı şeylerdir. Modern olanı taklit etmekle, geleneksel olanı taklit etmek arasında ciddi bir fark yoktur. Taklit etmekle, içerik üretmeyi birbirine karıştırmamak gerekir.

Yeni bir içerik üretmek, yeni bir paradigma-referans sistemini, düşünmeye, somutlaştırmaya, tecrübe etmeye ve bunu insanlığa önermeye başlamak anlamı taşır. Taklide dayalı konformist-hamaset kültürü, özgünlüğün ve özgün içeriğin nasıl bir şey olduğunu bilemez, anlayamaz. Bir başka gerçekliği, bir topluma ithal etmek-tercüme etmekle, bir toplumun kendi gerçekliğini üretmesi birbirinden farklı şeylerdir. Müslümanlar olarak kendi zamanımızda yaşayarak, kendi zamanımızı çözümleyerek, kendi zamanımız için gerekli olan içeriği üretmemiz gerekir. Geçmişte yaşayan bir zihin dünyası, bugün için gerekli olanı üretemez.

Modern ya da geleneksel vesayet sistemleri, Müslüman halklara, toplumlara ve kültürlere alternatif tercihler, yorumlar ve sorgulamalar yapma imkanı tanımıyor. Bu vesayet sebebiyle, Müslümanlar olarak İslami varoluşun hakkını veremiyoruz. Vesayet sistemi bilincimizin ufkunu kapatıyor, bilincimizi, algılarımızı, bakış açılarımızı kısıtlıyor. Hamaset ve propaganda ideolojisi yoluyla, toplumlarımız, kültürel hayatımız, edebiyat hayatımız, akademik hayatımız entelektüel bağlamda yoksullaştırılıyor. Bu tür toplumlarda güdülü tercihler, güdülü duruşlar, güdülü yorumlar ve güdülü muhakeme belirleyici hale geliyor, gelebiliyor.

Hangi toplumda yaşıyor olursak olalım, ideolojik bilginin, propagandacı bilginin bilinçsiz bilgi olduğunu, çıkarların bilgisi olduğunu bilmemiz gerekir. Bilinçsiz bilginin, çıkarların bilgisinin etkili olduğu toplumlarda her eleştirel akıl yürütme, ihanetle suçlanır. Propaganda diline maruz kalan toplumlarda nitelikli inşa’lar gerçekleştirilemez. Bugünün dünyasında ırksal ayrımcılıklar, ideolojik ayrımcılıklar, mezhepçi ayrımcılıklar, ideolojik meşrulaştırmalarla normalleştirilebiliyor. Demokrasi ideolojisinin vesayetini sorgulamayan, demokratik mutlakiyetçiliği tartışmaya cesaret edemeyen günümüz dünyası, demokrasilerin, azılı ırkçılığı/ırkçılıkları, azılı faşistleri/faşizmleri, azılı hırsızları/hırsızlıkları, azılı istismarları/istismarcılıkları nasıl ve hangi yol ve yöntemlerle iktidara taşıdığını-taşıyabildiğini görmek/anlamak istemiyor.

Her vesayet sistemi, bilinçsiz bilgi, propagandacı ve çıkarcı bilgi, zihinleri kötürümleştirir. Entelektüel fosilleşmeyi derinleştirir.

İslami varoluşun hakkını verebilmek için, entelektüel fosilleşmeyle hesaplaşmak, İslam’ın ontolojik ve epistemolojik bütünlüğünü, bu bütünlüğün otoritesini ve meşruiyetini yeniden inşa etmek gerekir. Bütün bunları gerçekleştirebilmek için, zihin dünyamızın, kalbi dünyamızın; ideolojik bilginin, bilinçsiz bilginin, ahlaksız propaganda bilgisinin, çıkarların bilgisinin tahakkümünden özgürleşmeyi sağlayabilmesi,  seküler bilgi yoluyla İslam’ın kutsallıktan arındırılması, gaybi alana ilişkin bilincin dikkatin ve hassasiyetin zayıflatılması, İslami meşruiyet ve otoritenin belli bir zaman ve mekanla sınırlandırılması (tarihselleştirme) girişimleriyle, entelektüel yüzleşmeye cesaret edebilmeliyiz.

Günümüz dünyası, bütün toplumlar, bütün kültürler, koronavirüs küresel sağlık krizi sırasında, modern uygarlığın, tekno-bilimsel uygarlığın kendi ürettiği krizlerle yüzleşme iradesini kaybettiğini açıkça gördü. Bu uygarlık bugün, ideolojik değerler dışında, hiç bir değer üretmiyor. İslam dünyası toplumları, her dönemde, kriz dönemlerinde de, romantik iyimserlikler üreten bir gelenek tarafından engellendiği için, bugün, karşı karşıya geldiğimiz uygarlık krizi karşısında entelektüel tanıklıklar yapamıyor, zamanı çözümleyen ve zamana dayanıklı nitelikler ve içerik üretemiyor.

Uygarlık krizinin teknik bir sorun olmadığını, bu sorunun araçsal rasyonalite ile çözümlenemeyeceğini anlamak, yabancı-farklı-başka bir gerçekliğe maruz kalan toplumların, bu yabancı gerçekliğin farkına vararak, bu gerçekliği aşma iradesi göstermediği takdirde, her alanda kaybetmeye mahkum olduğunu bilmek gerekiyor. Gerçek sorunların, gerçek tercihlerin ve gerçek yönelişlerin farkına varamamak, romantik yanılgılara neden olduğu kadar, geleceğe hazırlanma yeteneğini ve iradesini de yok eder. İslam dünyası toplumları ve kültürleri için gerçek sorun, vakit kaybetmeksizin hesaplaşılması gereken, epistemik kölelik sorunudur. Toplumlarımızda, belirleyici etkisini sürdüren, tek boyuta bakan, tek boyutu gören edilgen akıl-yerel akıl, epistemik kölelik sorununun farkında değildir. İslam dünyası toplumları/kültürlerinin, evrensel akıl-ahlak ufkuna, evrensel tarih-siyaset ufkuna açılmaları halinde bütün boyutları, bütün ufukları görme imkanına sahip olabileceklerini anlayabilmeliyiz. Modernite, ahlaki içerik/derinlik ve hassasiyetten yoksun olduğu için, ahlaki içeriğe ihtiyaç duymadığı için, tahakküm üretti. Modernliğin insani ve ahlaki bir boyutu olsaydı, bunca ırkçı ve sömürgeci dehşet yaşanmayacaktı. Modernliğin insani ve ahlaki bir boyutu olsaydı, insanlık kibirli bir bilim ve kültür anlayışı yerine, mütevazı bir bilim ve ahlak anlayışına sahip olacaktı.

Modern uygarlığın geri dönüşü olmayan bir çözülme ve çürüme sürecine girdiği, bütün emperyalizmlerin modern bütün kavram ve kurumları/değerleri tekeline alarak istismar ettiği bir dönemde, Müslümanlar olarak, bağımsız bir bilgi felsefesi üreterek, epistemik kölelikten özgürleşebilir, İslam’ı bütün insanlığa önerebiliriz.