Karar.com'dan Mehmet Ali Verçin Yazdı;
Yürürlükteki hukuku fıkıh olan devletler tarihinin uygulama ve öğretilerinde, bırakın Merkez Bankacılığı konusunda bilgi birikimi olduğunu iddia etmek, banka ve hatta anonim şirket konusunda bile bir müktesebat bulmak, ne yazık ki mümkün değildir.
Çünkü Fıkıh’ın kısmen yürürlükte olduğu dönemlerde bile, bu konuda sorulan sorular askıda kalmıştır. Fıkıh tarihçilerinin, fıkıh metinlerinden Merkez Bankacılığı konusunda bazı çıkarımlar yapmalarının da, amatörlük boyutunu aşamadığı çok açık, maalesef.
İster A. Toynbee’nin dediği gibi İslam Medeniyetinin “durdurulmuş bir medeniyet” olduğuna, isterse de Prof Wael Hallaq’ın, 18. Yüzyılın sonundan itibaren bu medeniyetin “bir soykırıma uğratıldığına” inanalım; sonuç aynıdır: Fıkhın ticaret ve finansa taalluk eden külliyatı tarihi metinlere dönüşmüştür.
19. Yüzyılda, İslam ticaret mahkemeleri, başta yabancılar olmak üzere yatırımcıların haklarını tam olarak koruyamadığı ve müteşebbislere engel olduğu gerekçesiyle adeta bir kenara itilmiş ve aynı anda Fransız ticaret hukuk tercüme edilerek yürürlüğe sokulmuştur. Bu hukuku uygulayabilecek mahkemelerin kurulmasıyla İslam ticaret mahkemeleri adeta kendiliğinden son bulmuştur.
OSMANLI DEVLETİNDE BANKA VE MERKEZ BANKACILIĞI
Tüzel kişi kavramını bile tanımayı reddeden veya kendi hukukuna eklemleyemeyen, yani anonim şirketlerin kurulmasını onaylayamayan bir hukuk sisteminde, banka kurmak mümkün olabilir mi? Bankaların olmadığı bir yerde Merkez Bankacılığı’nın bırakın kendisini, kavramı olur mu?
1901 yılı istatistiklerine göre, ülke çapında verilen kredilerin dağılımı: İngiliz ve Fransız müteşebbislerine ait Osmanlı Bankası payı yaklaşık olarak %70, Ziraat Bankasının* %23 ve Nakit Vakıfları**nın da %3 civarındaydı. Toplam kredi hacmi de 20 milyon civarında…
(* Osmanlılar döneminde yetim kalmış çocukların malları, bir Mahkeme Kadı’sının kontrolündeki Eytam Sandıklarında işletilirdi; çocuklar reşit olunca, bu mirasları onlara devredilirdi.
Ziraat Bankası, Rumeli’de bulunan onlarca Eytam ve çiftçilerin memleket sandıklarının toplulaştırılmasıyla kurulmuştu.
**Veriler, Nakit Vakıflarının işlev ve öneminin, bugünlerde hem abartıldığını hem de çarpıtıldığını gösteriyor.)
Modernleşme döneminde İslam dünyasının büyük çoğunluğunun sömürgeleştirildiği ve emperyalistlerin, oryantalistlerin de desteğiyle İslam’a dair her şeyi yapı sökümüne uğrattığı bir olgudur.
Fransa Cezayir’de vakıfları tasfiye eder, İngilizler Hindistan’da fıkıh yerine “anglo-Mohamedan” bir hukuk ihdas eder, Hollandalılar Endonezya’da kökü fıkıh olan, söze dayalı geleneksel hukuku yazıya geçirip papaz mahkemelerine taşır vs.
Cumhuriyeti kuran Osmanlı Elitleri, nerdeyse ittifakla, eski sistemden arta kalan bütün kurumların enkazını kararlılıkla temizlerken, dini bakımdan simgesel değeri olanlar hariç, eskinin yıkılıp yeninin gelmesini, toplum sessizce kabullendi.
Fakat yine de bir merkez bankasına sahip olmayı çok geç hatırladılar, TCMB ancak 1931 yılında faaliyete geçebildi.
Bir sonraki yazı yazılmış durumda fakat o yazının bir önsöze ihtiyacı olduğunu düşündüm. Acaba İslami veya değil, etik değerler parantezinde, Merkez Bankası uygulamalarını temellendirmek veya eleştirmek için hangi soruları sormalıyız?
İslam düşüncesi ile İslami finansal ve toplumsal kurumlar, arkeoloji ve tarihi araştırmaların konusu durumuna düşürülmüşken, bugün, Merkez Bankaları yerine, geçmiş toplumların bile işine yaradığı şüpheli bazı finansal ürün, süreç ve kurumları, günün sorunlarına çare olarak sunmak, başka tür bir çaresizliğin yansıması mıdır?
Merkez Bankacılığını da modern zamanların yönetim ve finansla ilgili bütün kurumlarını da, İslamın özünde mündemiç olan ve zamanla eskimeyen etik değerler mihenginde değerlendirmenin ötesi, bugün için var mıdır?
İslamilik ve finans konusunda berrak yargı ve çıkarımlara ulaşmanın bilgi birikimini çoğaltabileceği doğrudur; fakat daha öte bir etkinin mümkün olmadığı bir iktisadi dünyanın parçası ve uygulayıcısı olduğumuz da bir hakikattir.