Ali Bayramoğlu’nun düzenlediği Karar TV’de “Hal ve Gidiş” adlı programa konuk olan Ufuk Uras, “Türkiye solunun tarlası Kemalizm tarafından sürüldü” dedi.(1) Ekleyelim sadece Türk solunun değil, aynı zamanda Türk sağının, Türk muhafazakarlığının ve Türk liberalizminin tarlası da Kemalizm tarafından sürüldü. Geriye İslamcılık kalmıştı. Şu sıralar onun tarlası da büyük ölçüde sürüldü ve sürülmek üzere.
Öte yandan Kemalizm, İktidar deneyiminden önce kendine ve siyasal anlayışına muhalefet eden ve eleştirel yaklaşan her ideolojiyi, iktidar sürecinde terbiye eden bir fonksiyona sahip olmuştur. Bu Kemalizm’in sahip olduğu ideolojik güçten çok, siyasal sistem üzerindeki hakimiyetine ve kurumsal gücüne bağlıdır. Diğer yandan Kemalizm’e eleştiriler yönelten siyasal anlayışların yetersizliği de önemli bir faktördür.
Öyle görülüyor ki, başkanlık sistemi, kuvvetler ayrılığını büyük ölçüde zedeleyerek, hem sivil toplum alanını iyice daralttı, hem de muhafazakar İslamcılığı itiraz siyasetinden uyum siyasetine getirdi ve devlete eklemledi. Savunduğu temel tezlerinden önemli ölçüde uzaklaşan İslamcılık, özellikle siyasal alanda, eleştirellikten uyuma bir süreç yaşıyor. Öyle görülüyor ki, İslamcılık bu süreçte yavaş yavaş, belki de hızla muhafazakarlaşıyor, millileşiyor ve sağcılaşıyor. Bu sosyolojik olgunun sebepleri üzerinde durmak gerekiyor. İslamcılık, özüne dönmeli, tanınmaz hale gelen epistemik bunalımdan kurtulmalıdır.
Gelinen noktada, özellikle entelektüel ve siyasi anlamda önemli bir yenileşme hamlesi gerekiyor. Siyasal anlamda ise İslamcılık daha çok demokrasi, daha çok hukuk devleti, daha çok hukukun üstünlüğü ve daha çok kuvvetler ayrılığının safında durmalıdır. Kuşkusuz bu köklü bir paradigma değişimi gerektiriyor.
İslamcıların merkeze gelerek siyasal sitemle uyumlaşmalarının kökenlerini incelemek gerekir. Bu noktada ideolojiden öte devlete hükmetmenin getirdiği avantajları göz önüne almak gerekir. İslamcılar, iktidara yürüdükten sonra, ele geçirdikleri imkanları kaybetmemek için düşüncelerini değiştirmeyi yeğliyorlar. Gelinen noktada İslamcılar, devletin büyüsüne kapıldılar ve en temel değerleri ve adaleti ihmal ettiler.
Öte yandan İslamcılar, hem İslam dünyasının hem de Batı’nın siyasal konumunu tanımlamak konusunda yeteri kadar rasyonel düşünmediler. Arap Baharı’nın büyük imkanlar sunmasına karşın, bu imkanlar İslamcılar tarafından yeterince kullanılamadı.
İktidara gelirken hazırlıksız yakalanma da İslamcıların için önemli bir handikap oldu. Mısır’da İhvan’ın başarısızlığının kökeninde iktidar tecrübesinde yaşadığı bu hazırlıksızdı. Türkiye macerası ise, başlangıç yıllarında değişimci bir rol oynarken, zaman içinde bu rolünü kaybederek muhafazakarlaşmayla sonuçlandı.
Diğer yandan, İslamcıların muhalefette iken dillendirdikleri ütopik gelecek tasarımı iktidarları sürecinde onları en çok zorlayan konu oldu. Erbakan’ın iktidara geldiğimizde selam duracaklar sözünün peşinden başörtülü bir genç kızın “selam durmuyorlar hocam” sözü aslında ölçüsüz vaatlerle gerçekler arasındaki uyumsuzluğa küçük bir örnekti.
İslamcıların muhalefetten iktidara gelme ve iktidar deneyimi sürecindeki değişim dikkatle incelenmelidir. Adalet ve liyakat temelindeki ideal söylem, iktidarda neden adaletsizlik ve liyakatsizliğe bu kadar kolay evrilebiliyor. Bu durum temelde ahlak ve tutarlılık sorununa işaret etmektedir. Diğer yandan hep karşıtı ile korkutarak yapılan siyasetin uzun süre devam etmesi mümkün değildir.
Gelişmeler bizi kadim bir soruyla karşı karşıya bıraktı: Muhalefette iyi bir söylem üreten İslamcılık, iktidar dili üretmek konusunda neden bu kadar yetersizdir? Bu noktada İslamcılığın yetersizlikleriyle yüzleşmek ve derin bir özeleştiri yapmak gerekmektedir.
İslamcılığın en önemli sorunlarından biri siyaset teorisi oluşturamamasıdır. Siyasal alan çok büyük ölçüde içtihat alanına bırakılmıştır. İslamcılar, İslam’ın temel değerlerinden hareketle zamanın ruhuna uygun bir siyaset teorisi geliştirmeyi başaramadılar. Geleneksel olan Şii imamet teorisi ve Sünni hilafet modeli ötesine geçemediler. Oysa bu iki model de dinin özüne ait olmayan tarihsel modellerdir. Çağdaş dönemde İslam ülkelerinin yönetimleri dini monarşiler, askeri rejimler, krallıklar şeklinde hukuk ve adaletle hiç uyuşmayan siyasal yönetim biçimleridir. Siyasal kültüre hakim olan yaklaşım “fitne kültürüdür” Fitne kültürü, siyasal anlamda otoriter devletçiliği, entelektüel anlamda da bilginin tekeleşmesini sağlayan bir sistem üretiyor.
Tartışılması gereken bir soru da, İslamcılığın muhafazakarlık, sağcılık ve milliyetçiliğe neden bu kadar kolay dönüşebildiğidir. İslamcılığın kriz zamanlarında, muhafazakarlık, sağcılık ve milliyetçiliğe evrilmesi, bir yandan Türkiye pratiği, öte yandan İslamcılığın tarihi ile yakından ilgilidir. Çünkü İslamcılık, geçmişte bu kanaldan beslenmiştir. Yoğun olarak 1980’li yıllardan sonra İslamcılığı bağımsız bir ideoloji haline getirme gayreti, öyle görülüyor ki, çok etkili olamadı. Bu arada İslamcılığı savunan aydınların bir bölümünde yaşanan değişim önemli bir konu olarak ele alınmalıdır.