İslamcılığın kendisi ile yüzleşmesi…

İslamcılığın kendisi ile yüzleşmesini sağlamak gerekir ve yüzleşme, yıkmak değil, eksiği, zaafı, açığı kapatma adına yapılmalı ve hakikati dikkate alarak gerçekleştirilmelidir. Elbetteki bu yüzleşme içerden yapılmalıdır.

İslamcılığın kendisi ile yüzleşmesi…

Abdülaziz Tantik yazdı;

Fert veya toplumsal hareketler, kendileri ile yüzleşmeye cesaret edemezlerse tarihsel olarak geride kalırlar ve zamanın ruhunu kaybederek cesede dönüşmeleri kaçınılmaz bir süreç olur. Ferdin kendisiyle yüzleşmekten kaçınması, kendisiyle barışık olmasını engellerken, kendisine yönelik dış yaklaşımın sertleşmesine zemin oluşturur. Bu yüzden fert, kendisiyle yüzleşerek, kendisine yöneltilmiş eleştirileri dikkate alır ve yanlışlarının farkındalığına sahip çıkarak, kendisini düzeltir ve toplumsal değerini bularak kendisi ile barışık yaşamaya devam eder. Hareketler ise kendisiyle yüzleşmeye cesaret edemediği sürece tarih dışı kalarak kendisine tarihin mezarlığındaki yerini hazırlar. Bu yüzden hareketlerde kendileri ile yüzleşmeye cesaret ederek, istem dışı veya istemli bir şekilde yapılan hataları fark eder ve kendisini düzelterek tarihsel seyirdeki yerini alırken, kendisine katkı sunan fertlerin gönlündeki tahtını sağlamlaştırır.

Çürüme, yanlışların varlığı ile başlar, yanlışların devamı ile hitama erer. Bu yüzden yanlışını fark eden fert veya hareket, yanlışını düzelttiği zaman yeniden zamandaki yerini alır, gönüllerdeki makamını elde eder ve kendisine kan verecek yeni fertlerin katılımını sağlayabilir hale gelir. Mesele, yanlışın varlığı değil, yanlışın süreklilik kazanarak düzeltilemez noktaya yönelmesidir. Hatalar, süreklilik arz etmediği sürece sıradanlığı sarsan, kan dolaşımını hızlandıran bir işleve sahip olur. Hatta kişilerin daha sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesine zemin hazırlayarak kimlerin bu hareket içindeki yerinin sağlamlaşacağına da karar verilmesine imkân tanır.

İslamcılığın yüz elli yılı bulan bir tarihi olduğunu söylemek mümkündür. Tabii ki metin bağlamında ve daha lokal zeminlerde ıslah faaliyetlerini de dikkate aldığımızda üç yüz yılı geçkin bir tarihi işaret edebiliriz. Ancak Osmanlı’nın gerilemesi ile başlayan süreçte bir kurtuluş ideolojisi bağlamında öne çıkan akımlardan biri de İslamcılık olmuştur. İşte bu İslamcılığın tarihsel seyri açısından ve İslamcılığın müktesebatını dikkate alarak bugün yeniden ele almak ve varsa hata ve yanlışları ile tarihsel seyrini eleştirel bir gözle yeniden değerlendirmekte fayda vardır. İslam coğrafyasının farklı bölgelerinde iktidara gelmelerine rağmen, bugün gelinen noktada İslamcılığın ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığı aşikârdır. Tarihsel seyri içinde bütün baskılara rağmen bugünkü kadar cılız, yalnız, güvensiz, yetersiz kaldığı bir zemin olmamıştır, okuyabildiğimiz kadarı ile…

İslam, bütün potansiyeli ile orada durmaktadır ve müntesiplerine güç vermeye devam edecek imkân ve iktidarına sahiptir. Fakat Müslümanların İslam ile ilişkilerindeki sorunlar farklılaşarak çoğalmaya devam ettiği için İslam kendi potansiyelini hayata geçirme konusunda zemin bulmakta zorlandığı söylenebilir. Bu tespit bir sosyolojik tespit olarak kayıtlara geçmeli, yoksa ed din olarak İslam her zaman kendi varlığını tam olarak korumaya devam etmektedir ki bu koruma ilahi muhafaza ile sağlanmaktadır. İslamcılık ise kendisini İslam’a nispet ederek varlığını güçlü kılarak varlık sahasına çıkmıştır. İslam coğrafyasındaki kurtuluş hareketlerinin tümünü desteklemiş ve çok başarılı sonuçlar elde ettiği de dikkatten kaçmamaktadır. Birçok yerde daha sonra iktidara geldiği halde yeterli düzeyde bir başarı öyküsü oluşturmadığı da aşikârdır. İşte bu yüzden
İslamcılığın kendisi ile bir yüzleşmesini sağlamak, bu yüzleşme sonucunda kendisinin içinde bulunduğu zeminin bir eleştirisini yapmak ve yeniden ayağa kalkarak, İslam ile sahici bir bağ kurmasının imkânlarını hazırlamak esas olmalıdır. Yüzleşme, yıkmak değil, eksiği, zaafı, açığı kapatma adına yapılmalı ve hakikati dikkate alarak gerçekleştirilmelidir. Elbetteki bu yüzleşme içerden yapılmalıdır. Dışarıdan yapılmış eleştirilerin art niyetli oluşları yüzünden sağlıklı bir zemin hazırlamamaktadır. En güzeli yüzleşmeyi bizzat bu harekete gönül vermiş entelektüellerin, âlimlerin yapmasıdır ki daha sağlıklı sonuçlara ulaşılabilinsin…

İslamcılık, en temelde İslam’ın günümüz için ne dediğini araştırma ve uygulama zemini ve anlamını ortaya koyma çabasıdır. Bu çaba ve araştırmanın bağlı olması gereken bilgi ve yöntemini dikkate alarak eleştirel bir yaklaşımla İslamcılığın İslam ile kurduğu bağı ve günümüzün Müslümanlaşmasına yaptığı katkı tartışılmalıdır.

Müslümanlaşmanın İslamcılıktan daha geniş bir zemine yaslandığını söylemekte bir beis yoktur. Ama Müslümanlaşmanın çağdaş versiyonu İslamcılığın taşıdığı kültürel dokudan bağımsız kalamamaktadır. Bu yüzden bugünden geriye doğru bir tarihsel yürüyüşe çıktığımızda İslamcılığın temel yaklaşımlarının Müslümanlaşmanın sürecine birebir etkilediğini söylemek durumundayız. Bu hem Müslümanlaşmanın gücünü ve hem de zaafını birlikte oluşturmaktadır. Aslında süreç İslamcılığın yaklaşımının Müslümanların kahır ekseriyet farklı yapılarına da sirayet ederek herkesi kendi şemsiyesi altına aldığını söylemek doğru olur. Bu neredeyse bütün İslam coğrafyası için de geçerli bir tespittir. Örneğin, Türkiye de en geleneksel yapı olan tarikatların geneli modernleşmenin tasallutuna uğramıştır. Bu uğrağı ise İslamcılığın modernleşme ile kurduğu bağın sağladığı atmosfer üzerinden gerçekleştirdiğini söylemek doğru olur. Çünkü İslamcılık, hem siyasal karakteri, hem modernleşmeci karakteri ve hem de ideolojik karakteri ile birlikte modern episteme ile kurduğu ilişki yüzünden her hareketi etkilemede tam bir karaktere sahip olmuştur. Bu temel gerçeği dikkate alarak İslamcılığın iki temel karaktere sahip olduğunu söylemek ve bu iki farklı karakterin modernleşme ile kurduğu ilişki ile aynı zemine yaslandığını ifade etmeliyiz.

Müslümanlaşmanın daha başından itibaren, modernleşmenin tasallutuna uğradığını biliyoruz. Ama en temelde İslamcılık ve Müslümanlaşma süreci kendi içinde çoğul olan ama en temelde iki akıma dönüşmüş bir yapı arz ediyor. Bu ikili yapı aynı zamanda Müslümanların yaklaşık, on yedinci yüz yıldan itibaren adım - adım gerilemesi ve yenilgiyi tatması ile birlikte varlık sahasına çıkmıştır. Ama bu yenilgi travması, iki farklı yapı açığa çıkartsa da aynı şeyi tetiklemektedir. İster modernleşme taraftarı İslamcılık olsun, ister gelenek diye tanımlanan ve kabullenilen salt İslami metne tabiiyeti savunan akım olsun, son durakta birleşerek aynı zemine dönüşmüşlerdir. Salt irfani, ya da hadis ve ayetleri lâfzen anlayan lâfzîlik olsun, tepkiselliği aşamadıkları için gerilemek durumunda kalmışlar ve zamanla modernleşmenin sağladığı kolaylığı içselleştirerek çağdaki yerlerini almışlardır. Bu durum tabii olarak Müslümanlaşmanın sağlıklı bir zeminde neşvünema bulmasına engel olmuştur. Müslümanlaşmayı zaaflı hale getirerek, ibadetlerde müslüman, sosyal, iktisadi veya siyasi olaylarda olana tabiiyeti getirerek sorunlu bir zemin oluşturmuştur.

Aynı öykünün İslamcılık kanadında da daha baştan modernleşme ile ilişkiyi teknoloji ve ahlak ayrımına tabi kılarak benzer bir sonuca duçar kalmışlardır. Bugün teknolojiyi ahlaktan bağımsız ele alamayacağımızı pahalı bir şekilde öğrenmiş bulunuyoruz. Özellikle modern bilgi ve bilim ile girilen ilişkide yenilgi travması, onun peşinen kabulünü sağlayarak kendisini dayatmasına ön ayak olunmuştur. Dini ideolojik bir zemine taşıyarak dinin yaşam, insan ve varlık ile kuracağı doğru ve sahici bir ilişkiyi derinden yaralamıştır. Yani İslamcılık en genelde bütün Müslümanlaşma sürecine dâhil edilmiş ve modernleşme ile birlikte hem modernlik taraftarları ve hem de gelenek taraftarları aynı çizgide buluşmuşlardır. Bu da hem İslamcılığın bir sorunsal alanına ve hem de Müslümanlaşmanın sorunsal alanına aynı etkiyi vermektedir. O zaman Müslümanlaşma bir yara almışsa bugün İslamcılığın bir yara almadığını söylemek doğru olmaz, İslamcılığın yara aldığını söylediğimizde Müslümanlaşmanın yara almayacağını söylemek doğru olmayacaktır. Bu temel gerçekliği dikkate alarak kendi içinde farklı türevleri taşısa bile bütün farklılıklarına rağmen, İslamcılık ve Müslümanlaşma modernleşme ile yüzleşmeye devam ederken onun tasallutuna karşılık verme konusunda ciddi zaaflar taşımaktadır.

Bu İslamcılığın tarihsel sürekliliği bağlamında hep yanlışa kapı aralayan bir tutuma kavuştuğu anlamında değil, çıkış noktası itibarı ile yapılan yanlışların sonucu hep aynı noktaya ulaştığını belirtmektir. Bu aynı zamanda yapılan fikri veya siyasi hareketlerin tümünü de aynı konumda görmemize neden olacaktır. Yani bir hareket, tabii ki bütünüyle kötü olamaz. Ancak taşıdığı yanlış bakış yüzünden yanlıştan kurtulmasına zemin oluşturacak bir imkânı elde etmekte zorlanmaktadır. Vakıflar, dernekler, kurumlar, cemaatler, tarikatlar bütünüyle kötüdür demek yerine, modernleşmenin baskısı altında kendileri olma konusunda ciddi zaaflar taşımaktadır demek daha doğru olacaktır. Bu aynı zamanda beslendikleri İslamcılığın da temel zaafına göndermedir.

Mevcut durum ruh itibarı ile yaralı ve sorunlu bir durumu işaret etmektedir. Bu ruhun yarasının sarılması ve sorununun çözümü için yeni bir bakışa, yönteme ve başlangıca ihtiyaç olduğu açıktır. İşte bütün mesele bu yeni bakışın, yöntemin, başlangıcın neliğini ve nasıllığını ortaya koyarken, bu eleştirel tutumun bize sağlayacağı vasatı kullanmayı dikkate alarak adım atmayı öncelemenin gerekliliğinin idrak edilmesidir.

Elbette ki modernleşme ile bir yüzleşme gerçekleştirmeden kendi yüzleşmemizi gerçekleştirmemiz neredeyse imkânsız olmaktadır. Bu yüzden İslamcılığın kendi gerçekliği ile yüzleşmesi, modernleşmenin gerçekliği ile yüzleşmesini de içermektedir. Bu noktada şunu söylemekte fayda var: bugüne kadar İslamcılığın hem İslam ve İslam’ın anlaşılmasında ciddi zaaflar taşıdığı, hem de modernleşme ile kurduğu ilişkide ciddi zaaflar taşıdığı açıktır. İşte bu zaafların neler olduğunu tartışmak ve bu tartışmada ortaya çıkaracağımız doğru bir bakış ile işe başlamak sağlam bir zemin sağlamada öncelikli olacaktır.