Ali Bulaç’ın “İslamcı Kürtlerin dönüşümü üzerine” yazısı münasebetiyle
Önce İslamcı ifadesinin kimleri kapsadığını anlamak gerekir. Öteden beri konuyla ilgili yazdıklarından biliyoruz ki Ali Bulaç’a göre; adına cemaat denen Tarikatlar, Nurcular, Süleymancılar gibi gruplar; medrese eğitim öğretimi alanlar; Ak Parti, Hüdapar, Millî Görüş Partileri, İnsan ve Özgürlük gibi partiler ve İslam’ı referans alan dernekler, vakıflar; yazarlar, akademisyenler ile bağımsız kişiler İslamcı ifadesinin kapsamı içinde yer alıyor. Doğal olarak bu ifade diğerleri gibi Kürtleri de kapsıyor.
Türk olsun Kürt olsun genel olarak Türkiye’de İslam’la bağlantılı hem lehte hem aleyhte görüş serdedenlerin neredeyse tamamının Kürt Meselesi ile ilgili kayda değer bir önerisi bulunmamaktadır. Kabul etmek gerekir ki; son zamanlara kadar Türk-Kürt İslamcıların kahir ekseriyeti devletin tezlerini İslam’ın görüşü olarak savundular, halen de önemli bir kısmının bunu devam ettirdiklerini söylemek yanlış olmaz.
Halbuki Ulus Devletin ırkçı ve din karşıtı politikalarına karşı ilk ciddi ve kapsamlı reddedici tepkiyi Müslümanlar ortaya koymuştu. Kanlı bir biçimde bastırılan o hareket ve ardından Kürtlere yönelik katliamlara rağmen anılan İslamcılar devletin görüşlerini hem de İslam adına sahiplendiler. Daha da ileri giderek küresel emperyalizmin emellerini gerçekleştirmeye yarayan sağcılığı İslam diye benimsediler. Kısacası, İslami kesim tam bir savrulma yaşadı. Buna rağmen İslamcıların “Kürt sorununa bigâne” kalmadıkları söylenebilir mi?
Müslümanların İslam’a doğrudan yapılan saldırıları sineye çektikleri ve Kürt Meselesini sahiplenmekten uzaklaştığı sıralarda sol ideoloji mensupları (Türk ve Kürt Solu birlikte) Kürt Meselesini baskı ve şiddete uğrama pahasına yaklaşık altmış yıl karşıt şiddete başvurmadan sahiplendiler. Baskı ve şiddetin tırmalamasının sürmesi sonucu olarak devletin kullandığı yönteme başvurmak üzere Kürt solunu tek elde toplayan PKK doğdu. PKK’nin silahlı mücadeleye başvurmasının gerçek nedeninin devletin politikaları, teşvik ve tahrikleri olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Hatta bizzat devlet tarafından kurdurulduğu da önemli bir iddia olarak ortada duruyor. Bunu destekleyen en önemli açık kanıt, 12 Eylül darbesinin PKK’nin güç kazanmasında tesadüflerle açıklanması mümkün olmayan çok önemli bir rol üstlenmiş olmasıdır. Hülasa, kırk beş yıldır büyük acıların yaşanmasına yol açan bu zorlu süreci başlatıp uygulayan PKK ise, müsebbibi devlettir.
Bu süreç boyunca, hayatlarına “korku” ve “rahat”ın egemen olduğu İslamcılar, karşıtlık şöyle dursun büyük ölçüde sistemin yanında durdukları halde “Kürt meselesini cesaretle ve açık yüreklilikle masaya yatırdılar” denilen İslamcılar kitlelerle karşılaştırıldığında istisnalardan ibarettir.
Önemli bir konu olan “Ezen ezilen milliyetçilik” söylemi doğru bir tanımlama gibi durmuyor. Zira Kürtlerin yaratılıştan kaynaklanan gasp edilmiş haklarının (İslam’ın tüm insanlar için dokunulmaz saydığı can, mal, nesil, akıl ve dinin korunması) geri verilmesini talep etmeleri milliyetçilik olarak nitelenemez. Eğer bundan fazlasını isterlerse milliyetçilik olur. Gerçekleşmesi şüpheye dayalı olarak ilerde onlar da ezen milliyetçiliğe sapacaklar demekle sapmayacaklar demek eşit değere sahiptir. Geleceğe ait bir hüküm şimdiden verilemez. Kürtlerin isteklerinin çok açık bir gerçek olarak hüküm süren Türk Milliyetçiliğiyle aynı ve benzer olduğunu ileri sürmek tam bir haksızlık olur. Onun için; “Milliyetçi-seküler menzilde karar kılma noktasına gelmiş bulunuyorlar” gibi kesin bir yargı yerine henüz ne yapacaklarını tam olarak kestirebilmiş değiller, karasızlık içindeler demek daha doğru bir tesbit olsa gerektir.
İslamcıların “Legal Kürt Partileri”ne girmeleri daha önce başka partilere girmelerinden çok farklı gerekçelerle ilgili değildir. Partiler bununla dindarların oyunu almayı amaçlamaktadır. Diğer İslamcılarla koordineli bir çalışma yürütmediklerinden belli ki o partilere giren İslamcıların amacı daha çok bireysel tatminle ilgilidir.
Kürt İslamcıların İslam’dan koptukları iddiası şu şekilde bir tashihe muhtaç görünüyor: İslam’dan çok, sistem yanlısı ve Türk milliyetçiliği tezlerini İslamcılık olarak yorumlayanlardan koptular. İfrata düşen istisnalar hariç “İslam Birliği” ve “ümmet” fikrinin Türk milliyetçiliğinin payandası yapılmasından rahatsız olanlar demek daha doğru olur.
Gazze meselesindeki duyarsızlığın önemli nedenlerinin başında; Müslüman camianın Kürtlere yapılanlara tepki göstermemesi, onları bölücülükle suçlaması, zulmü hakkediyorlar modunda durması ve dindarlıklarını görmezden gelerek PKK’nin ideolojisi ile onları özdeşleştirmeleri yer almaktadır. Kısacası, meseleyi İslam’a göre değil ulus devlet zaviyesinden değerlendirmeleridir. Bir diğer neden de Yaser Arafat başta olmak üzere kimi Filistinlilerin ve diğer bazı Arapların Kürtlere reva gördüğü katliamlar nedeniyle Saddam’ı desteklemesi, hatta onu kutlamalarıdır.
Eğer Müslüman camia, İslam’ın tüm zulümlere karşı durmayı farz gören hükmüne uyarak ilkeli davranmış olsa, Kürtlere yapılanlara arka çıkmamış olsa, en azından sessiz kalarak onay vermemiş olsa böyle bir infiale gerekçe oluşturmamış olurdu.
Kürtlerin Amerika’ya iyi gözle bakmalarının nedenini de doğru değerlendirmek gerekir. Kürtler aynı din mensubu olan Türkler, Araplar ve Farslardan baskı, şiddet, katliam görüp temel haklarını bile elde edemezken Amerika onları rahatlatacak adımlar attı. Önce Irak’ta bir Kürt yönetiminin kurulmasını sağladı. Şu sıralarda Suriye’de benzer bir gelişmeye önayak oluyor. Kürtlerle ilgili birtakım iyileştirmeler için de Türkiye’yi yönlendiriyor. Kürtler Müslümanlardan düşmanlık görürken Amerika’dan yardım görüyor.
Burada iki seçenekten birini tercih etmekle karşı karşıya kaldılar. Biri, halkı Müslüman ülkelerin nereye varacağı belli olmayan zulmünün devamına rıza göstermek. Diğeri, temel haklarını elde edecekleri ve açık zulmün son bulacağı dış kaynaklı desteği kabullenmek. Her insanın tercihinin ikinciden yana olacağına şüphe yoktur. Birinci şıktakilerin tamamı İslam’a karşı olan küresel sistemin işbirlikçisi iken her türlü zulmü reva gördükleri Kürtlere sen farklı davran demenin insafla bağdaşması herhalde mümkün değildir.
Değinilmesi gereken başka önemli hususlar da var ama şimdilik bu kadarla yetinelim.
Kaynak: farklı bakış