Burada amacım uzun ve ayrıntılı bir tarih anlatımı değil. Özellikle Sünni ve Şii kaynaklarda birçok olayla ilgili çoğu kez birbirinden oldukça farklı ve bazen de taban tabana zıt ve çelişkilerle dolu anlatımlar mevcut.
Görsel: Pinterest
DAHA FAZLA OKU
Anlattığım olaylar İslam'ın ilk dönemlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için kaynakların büyük oranda üzerlerinde ittifak ettikleri tarihi gerçekler.
Kuru kuruya salt kronolojik bir tarih anlatımının tarihte ve günümüzde yaşanılanları kavrayabilmemize bir katkı sağlaması mümkün değil.
Asıl önemli olan yaşanılan olayların sebep sonuç ilişkileridir. Bunlar anlaşılmadan bu olaylarla ilgili doğru bir yorumda bulunmak mümkün olmadığı gibi, bugüne ve geleceğe yol gösterecek sonuçlar çıkarmak da mümkün değildir.
4 Halife dönemini tüm yönleriyle mercek altına almadan önce önümüze çıkan en önemli tablo şudur:
Müslüman toplumun ezici çoğunluğu ve geniş halk kitleleri Hz. Ali'nin şahsında, Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyti'ne büyük bir sevgi ve saygı beslerken; özellikle Mekke'nin zengin ve etkili kesimi (Kureyş aristokrasisi) Hz. Ali'ye karşı gizlenemez bir tavır içindedir.
Nitekim Hz. Ali; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın iktidarda bulundukları 24 yıl boyunca hiç bir savaşa katılmamış (götürülmemiş), Medine'den ayrılarak başka bir yere yerleşmesine izin verilmemiştir.
Ayrıca valilik ve ordu kumandanlığı gibi görevlerden hiçbirine de getirilmemiş; sadece önemli görülen bazı hukuki ve siyasi konularda görüşüne başvurulmuştur.
İslami takvimde (Hicri Takvim), Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicretinin başlangıç tarihi olarak kabul edilmesi Hz. Ali'nin görüşüdür.
Hz. Muhammed'den sonra yapılan 4 halife seçiminde de bu Hz. Ali'ye 'karşı' durum çok açık ve net bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Bu açık ve net Hz. Ali karşıtlığının nedenleri analiz edilmeden doğru bir kanaata sahip olmak mümkün değildir.
Hz. Ali'ye karşı tavırların nedenleri
Bu konu ile ilgili olarak söz söyleyen ve olabildiğince objektif kalarak yorumlarda bulunanların görüşlerini birkaç ana başlık altında toplamak mümkündür:
1. İslam öncesinde de Emeviler ile Haşimiler arasında Mekke'nin yönetimi ile ilgili bir siyasi rekabet söz konusuydu.
Her iki aile de ortak bir ataya (Kureyş'e) mensup yakın akrabadırlar. Hz. Muhammed'in dedesi Abdülmuttalip'in babası olan Haşim, Emevilerin dedesi Ümeyye'nin amcasıdır.
Başka bir ifade ile Ebu Süfyan'ın dedesi olan Ümeyye ile Hz. Muhammed'in ve Hz. Ali'nin dedeleri olan Abdülmutallip birinci derece amca çocuklarıdır, Abdülmuttalip ile Ümeyye'nin babaları kardeştir ve her ikisi de Abdimenaf'ın torunlarıdır.
Haşimilerle Emeviler arasındaki ilk ihtilaf Mekke yönetiminde nüfuz sahibi olamak isteyen Ümeyye'nin, amcası Haşim'e karşı liderlik iddiası ile başlamıştır.
Amcası Haşim'e karşı çıkan Ümeyye'nin isteği doğrultusunda, aralarındaki ihtilafı çözmek üzere toplanan Mekke ileri gelenleri; amca Haşim'i haklı, yeğen Ümeyye'yi ise haksız bularak Ümeyye'yi 10 yıl süreyle Şam'a sürgün etme kararı verdiler.
Emevilerin, Muaviye ve ağabeyinin Şam valiliklerinden çok önce ilk Şam 'hikayeleri' büyük dedelerinin bu sürgünüyle başladı.
O tarihten sonra da Hz. Muhammed dönemine kadar Emevilerle, amcaları Haşimiler arasındaki siyasi rekabet ve mücadele devam etti.
Hz. Muhammed'in bir peygamber olarak Haşimilere mensup olması, Haşimileri daha da öne çıkararınca, halifeliğin de Haşimilere geçmesi halinde meydana gelecek güç dengesizliği Emevileri rahatsız etti.
Özetle Kureyş'in kendi içindeki kabileler yarışı ve özellikle de Emevi-Haşimi rekabeti İslam ümmetini bölen en önemli sebeplerden biridir.
2. Hz. Ali 5 yaşından itibaren Hz. Peygamber'in evinde ve onun terbiyesi altında büyümüş, hem amcası oğlu, hem de damadıdır.
Yetim ve öksüz kalan Hz. Muhammed'i de Hz. Ali'nin babası Ebu Talib ve Hz. Ali'nin annesi Fatıma büyütmüştür. Hz. Ali'nin hayatı ilim öğrenme ve savaşla geçmiştir. Mekkelilerin çoğu gibi tüccar değildir.
Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Talha, Hz. Abdurrahman bin Avf, Hz. Osman başta olmak üzere Mekke ileri gelenlerinin büyük bir çoğunluğu zengin tüccar kişilerdir.
Mekke şehrinin yapısı da Kureyş Kabilesi hâkimiyetinde 'tüccar aristokrasisine-burjuvazisine' dayalı bir yönetim şeklidir.
Hz. Ali ise hayatı boyunca geçimini sağlamada zorlanmış ve ölene kadar da borçlu olarak yaşamıştır.
Bir mukayese yapmak gerekir ise Hz. Abdurrahman bin Avf'ın bin kölesi varken, Hz. Ali'nin bazı şahsi eşyaları defalarca borç aldığı kişilerde rehin olarak kalmıştır.
Ebu Zer-i Ğıfari, Salman-ı Farisi, Bilali Habeşi ve Ammar bin Yasir başta olmak üzere, arkadaşlık yaptığı kişilerin büyük bir çoğunluğu büyük kabile ve ailelere mensup olmayan yoksul kişiler ve eski kölelerdir.
Hz. Ali bunlarla arkadaşlığında oldukça samimi, mütevazı ve protokolsüzdür. Bu nedenle birçokları tarafından 'ayak takımı' ile oturup kalkmak ve çok şaka yapmakla eleştirilmiştir.
3. Hz. Ali'ye karşı oluşun tepkileri en önemli nedenlerden biri de İslamiyetin ilk yıllarında meydana gelen Bedir, Uhud ve Hendek gibi savaşlarda başta Muaviye'nin dayısı ve anne tarafından dedesi olmak üzere; onlarca Mekkeli ileri gelen müşriki bizzat kendi elleriyle ve yakınlarının gözleri önünde öldürmesidir.
Sonradan Müslüman olan Mekke liderlerinin hafızaları bu ölümlerle doludur.
4. Bir diğer önemli nedende insanlık tarihinin en eski ve tedavisi neredeyse imkansız hastalıklarından biri olan kıskançlıktır. Bu konuyla ilgili olarak kıskançlık ve şahsi hesaplar da önemli bir rol oynamıştır.
Hz. Muhammed'in hayatta en fazla Hz. Fatıma ve Hz. Ali'yi sevmesi ve bunu her fırsatta dile getirmesi; Hz. Ali'nin ilim, cesaret ve fakirliğine rağmen cömertlikte emsalsiz oluşu bu haset duygularını kamçılamıştır.
5. Hz. Ali, seçimlerde karşı karşıya kaldığı Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'dan yaş olarak oldukça küçüktür.
Hz. Muhammed vefat ettiğinde Hz. Ebubekir 60, Hz. Osman 56, Hz. Ömer 50, Hz. Ali ise 32 yaşındadır. Hz. Ali birçok konuda önde olmasına rağmen tecrübe itibarı ile geride görülmüştür.
6. Hz. Aişe'nin Hz. Ali ile aralarının soğuk olma nedeni ise Hz. Aişe'ye yapılan iftira hadisesinde (İfk Olayı), Hz. Ali'nin Hz. Aişe'yi savunmaması ve fikrini soran Hz. Muhammed'e; 'Ya Resullulah sana eşmi yok, boşa' demesi ve Hz. Aişe'nin buna oldukça kırılması olarak gösterilmektedir.
Dört Halife döneminde devlet anlayışı
İslam âlimlerinin üzerinde ittifakı ile "devlet" (yönetim), insanların ihtiyaçlarını ve toplum düzenini sağlamak için bir amaç değil araçtır.
Devlet, insanlara ve topluma hizmet için vardır. Bir anlamıyla 'hâkim' değil, hizmet eden anlamında 'hadim'dir.
İnsan hayatı ve toplumsal düzen, Allah'ın emir ve yasakları doğrultusunda düzenlenir. Asıl olan Allah'a itaat ile 'selam'dır (huzur, refah ve güvenliktir).
İslam'da makâsıd (amaçlar) ve vesâil (araçlar) ayırımı yapıldığında devlet yönetimiyle ilgili bütün hususlar 'vesail'e (araçlara) girer.
Kur'an-ı Kerim'de İslami bir toplumun yönetimi ile ilgili belli bir devlet modeli bulunmamaktadır. Devlet, "halk, ülke (toprak) ve egemen siyasal otoriteden oluşan siyasal bir örgütlenme" modeli olarak ayet ve hadislerde yer almaz.
Daha açık bir ifade ile Kur'an-ı Kerim'de devlet başkanının nasıl belirleneceği, tapu, emniyet, ordu, nüfus müdürlükleri, dış işleri, elçilikler ve belediyeler gibi kurumların oluşum ve bürokratik işleyiş şemalarına rastlanmaz.
İnsan, toplum ve hayatla ilgili genel prensipler ve ilkelerden bahsedilir.
Kurumlar, işin özü (illeti) ve temel ilkeler sabit kalmak şartıyla zamana, zemine ve ihtiyaçlara göre düzenlenir, bu düzenlemelerin şekli ve formatı; yine zamana, zemine, ihtiyaçlara göre değişebilir; gerektiğinde yeni kurumlar oluşturulabilir.
Dört Halife döneminde halifelik anlayışı
Dört Halife döneminde halifeler için "Allah'ın halifesi" ibaresinin kullanılması doğru bulunmamıştır. Fakihler, halifeye "Allah'ın halifesi" veya "Allah'ın yeryüzündeki gölgesi" denmesini doğru bulmazlar.
Hz. Ebubekir de kendisine Allah'ın halifesi olarak hitap edilmesini doğru bulmamış ve "Halifet-i Resulillah" (Allah'ın Resulü'nün halifesi) unvanını tercih etmiştir.
Bu anlayışa göre halifeler Allah'ın emir ve yasakları doğrultusunda Hz. Peygamber'in takipçileridir.
Sonraki yıllarda "Halifet-i Resulillah" unvanı yanında "Emir-ül Müminin" (Müminlerin Emiri) unvanı da kullanılmış ve bu isim daha çok tercih edilmiştir.
İslam kamu hukukunda idarî yetki anlamında (hâkimiyetin Allah'a ait olmasına karşılık) hâkimiyetin uygulayıcısı (toplumsal meşruiyetin mercii) ümmettir ve halifeler, bir insan olarak ilâhî bir güce sahip değildir.
Halifenin özellikleri
İslam hukukçuları halifenin bilgili (âlim), muttaki (takva sahibi) erdemli, ahlaklı, liyakatli, itibarlı ve işleri yönetebilecek sevide tecrübeli olması gerektiği noktasında fikir birliği içindedirler.
Buna ayrıca halifenin yeterince olgunlaşması (kemaliyet), işleri yürütebilmesi için sağlık ve hayat tecrübesi kazanması için yaş faktörünü de ekleyenler vardır.
Nitekim Hz. Muhammed 40 yaşında peygamber olmuştur.
Ancak büyük bir kesim halifenin toplumun (ümmetin) en bilgili (âlim), en erdemli, en ahlaklı, en liyakatli, en itibarlı ve en tecrübeli kişisi olması şartının gerekli olmadığını, aslında bunu (her sahada en iyi ve en üstün kişiyi) ittifakla belirlemenin de çok zor olduğunu ileri sürmekte ve halifenin genel olarak bu özelliklere sahip olmasının 'yeter şart' olduğunu belirtmektedirler.
Nitekim Hz. Ali'nin torunlarından Zeydiyye Mezhebi'nin kurucusu İmam Zeyd de; dedesi Hz. Ali'nin en efdal (üstün, iyi, yeterli) olduğunu; ancak Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in de 'yeter şartlara' haiz olduklarından halifeliklerinin meşru olduğunu söylemektedir.
Halifenin görev ve yetkileri
Halifenin görev ve yetkilerini derli yoplu ve en özet bir şekilde ifade eden kişilerden biri Hasan-ı Basri'dir.
İmam Ebu Hanife ve Hanefi fakihleri de onunla aynı fikirdedirler. Buna göre halifenin görevleri 4 ana başlık altında toplanmıştır:
- Cumayı kıldırmak
'Cumayı kıldırmak' İslam hukukçuları tarafından siyasi egemenliğin sembolü olarak tanımlanmıştır. Cuma imamı aynı zamanda bulunduğu şehrin veya bölgenin valisi, emiri veya halifesidir.
Bu konumu ile yürütme (idare-kurumlar oluşturma ve kurumları yönetme) ona aittir. Aynı zamanda para basma, ikamet verme gibi işlemler de onun yetkisindedir.
- Hadleri uygulamak
Emirin hadleri uygulaması demek, yargı kararlarını ceza ve yasakları tatbik etmesi, polis ve zabıta kuvvetleri ile iç güvenliği sağlaması demektir.
4 Halife döneminde halife aynı zamanda en üst yargının da başıdır. Tüm bunlar kısaca toplum düzenini sağlama ve koruma başlığı altında toplanabilir.
- Cihat ilan etmek
Burada ifade edilmek istenilen anlamıyla cihat; en geniş ifadesi ile İslam toplumunu dış tehlikelere (düşmanlara) karşı korumak, iç güvenlikle beraber dış güvenliği de sağlamaktır.
Cihat, aynı zamanda tebliğ ve irşad faaliyetlerinin engellenmesi halinde, bu engelleyenlere karşı savaş anlamını da taşır.
Bu yönüyle ordu kurmak, savaş için gerekli hazırlıkları yapmak, silah almak veya üretmek de halifenin görevleri arasındadır.
- Feyleri toplamak
'Fey'den kasıt vergiler ve zekattır. Genel bir tanımlama ile her türlü ekonomik idare ve tasarrufu içine alır.
Halife vergi ve zekatı toplar ve toplumun ihtiyacı doğrultusunda İslami hükümlere göre dağıtır. Neyi, nereye, ne kadar harcamak gerektiğini belirler.
Bu görevlerin dışındaki alanlar ve hizmetler sivil topluma aittir. İslam düşüncesinde emirin (devlet başkanının) her istediğini yapabilme anlamında keyfi mutlak bir yetkisi yoktur.
Yetkileri İslam'ın genel ilkeleri ve hukuku ile sınırlıdır. Onun içindir ki otoriter, totaliter ve diktatörlüğe dayalı yönetimler İslam'ın özü ile bağdaşmaz.
Halife seçim yöntemi
Kur'an'da ve hadislerde halifenin/emirin nasıl seçileceği ile ilgili bir yöntem bulunmamaktadır.
Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in hadislerinde genel ilkelerden bahsedilir ve adaletle hüküm edilmesi emrolunur.
Hz. Muhammed'den sonra yönetime gelen 4 halifenin dördününde seçim yöntemleri farklı farklıdır.
Hz. Ebubekir'i halife olarak Ensar ve Muhacir'in az bir bölümü bir oldubitti ile belirlemiş, seçime katılmayan Müslümanların bir bölümü buna itiraz ederken büyük bir çoğunluğu ise kabul etmiştir.
Hz. Ebubekir, seçim yaptırmayarak yerine Hz. Ömer'i atamış, Hz. Ömer ise aynısı olmamakla beraber benzer bir yöntemle yerine 6 kişi belirlemiş, halifenin bu 6 kişi arasından seçilmesini vasiyet etmiş ve bu 6 kişi arasından Hz. Osman seçilmiştir.
Hz. Osman tüm muhalefete ve isyan hareketlerine rağmen istifa etmemiş, yerine birini tayin ve tavsiye de etmeden ölmüştür.
Hz. Ali'nin seçimi de yine genel bir seçimle değil, isyanın karışık ortamında Medine'de bulunan sahabelerin çoğunluğunun kabulü ile olmuştur.
Sahabelerin bir kısmı ve Muaviye'nin Mekke, Basra ve Suriye'deki taraftarları bu seçimi kabul etmemişlerdir.
Dolayısıyla üzerinde ittifak edilen ve teamül (gelenek) haline gelmiş bir seçim şeklinden bahsetmek mümkün değildir.
Ancak tüm İslam hukukçularına göre yönetimde asıl olan saltanat ve veraset değil, seçimdir. Halife yetkisini her hâlükârda halktan almalıdır.
Ümmetin bilgili, seçkin ve toplumda saygınlığı olan temsilcilerinden (Ehlül hal vel akd) oluşan kurulun seçimiyle (çift dereceli seçim) veya bir nevi genel seçim demek olan halkın biatiyle iş başına gelmesi esastır.
Aday olabilme
Teorik olarak böyle bir hak olmasına rağmen, 4 Halife'nin seçim sürecinde "Ben halife olmak istiyorum" diye açıkça ortaya çıkan ve halkın (ümmetin-seçmenlerin) tamamından oy isteyen bir aday olma sürecine rastlanmaz.
Aslında seçim süreçleri de buna müsait değildir. Halifenin nasıl ve hangi yöntemle belirleneceği, seçim süreci ve şekli bir format olarak belirlenmediği/belli olmadığı için her seferinde başka bir yöntemle halife belirlenmiştir.
Dolayısı ile Müslümanların ilk halife Hz. Ebubekir'in seçiminden bu yana tam olarak cevaplandıramadıkları ve özellikle de Sünni fakihlerin (hukukçuların) üzerini örtmeye çalışarak görmezden geldiği en önemli sorunlardan biri de budur.
Bu belirsizlik 14 asırlık İslam tarihi boyunca ümmet arasında derin fay hatlarının oluşmasına neden olmuştur ve bugün de bu belirsizlik devam etmektedir.
Konu karmaşık olsa bile soru açık ve nettir;
Müslümanlar yöneticilerini hangi yöntemle belirleyeceklerdir?
Tarih boyunca etrafında bir grup taraftar toplayan ve bir şekilde (çoğunlukla da kuvvete başvurarak) gücü eline geçiren kimseler, halkı (Müslümanları) kendilerine itaat etmeye zorlamışlardır.
Kendine itaat edilmesini sağlayan kişi veya zümrelerin, Allah'ın hükümlerini açıkça çiğnemedikleri sürece meşrû halife/ emir/sultan sayıldığı bir döneme girilmiştir.
İş başına gelmeleri teorik olarak meşru olmamasına rağmen bu gibi iktidar sahipleri, ümmeti fitne ve kargaşaya sürüklemekten çekinme, ümmetin birlik ve dirliğini koruma gerekçeleri ile zımnen 'meşru' olarak kabul edilmiş ve kriter olarak âdil-zalim, iyi-kötü, dindar-fâsık ayırımları esas alınmıştır.
Bu nedenlerden dolayı günümüz şartlarında Müslümanların yöneticilerini seçim şekli ve şartları yeniden belirlenmelidir.
Bu belirleme yapılmadan kimlerin aday olabileceği, adaylık süreci ve adaylık şartlarından bahsetmek de anlamsızdır.
Daha açık bir ifade ile öncelikle seçim sistemi üzerinde bir ittifak sağlanması gerekmektedir.
Bir diğer yanlış anlaşılan veya çokça istismar edilen konu da "Görevin istenmeyeceği ve görevlerin 'Büyükler' tarafından verileceği" söylemidir.
Türkiye'deki İslami grupların neredeyse tamamında körü körüne uygulanan yanlış biat anlayışı ile aslı ve dayanağı (müstenidatı) olmayan bu yaklaşım olabildiğince istismar edilmiştir.
Etraflarına, kendilerine kayıtsız şartsız itaat eden, yeteneksiz ve dalkavuk kişileri toplayan sözde "Ulul emirler"; ehil kişilerin ehliyetleri ile ilgili görevlere talip olmalarını topluma; hata, ayıp ve saygısızlık olarak takdim etmişlerdir.
Kadınlar halife olabilir mi?
İslam hukukçularının nerdeyse tamamına yakını halifenin erkek olması gerektiğini söylemektedir.
Kuran-ı Kerim'de Hz. Süleyman dönemi anlatılırken Yemenli Saba Melikesi Belkis'ten bahsedilmesinden hareketle kadınların da halife olabileceği ile ilgili yorumlar (çok az sayıda kişinin dile getirdiği genele aykırı görüşler) şaz olarak kabul edilmektedir.
Ancak kadınların halife olamayacakları ile ilgili ayet ve hadislere dayalı açık ve net bir hüküm de bulunmamaktadır.
Halifeyi kimler seçer? Halife nasıl seçilir?
Halife seçiminde tartışılan bir diğer önemli konuda seçimlerin tüm ümmetin (halkın) katılımı ile tek dereceli mi, yoksa halkın seçtiği kişilerin (meclis, şura, ehlül hal vel akd) belirlemesi ile çift dereceli olarak mı yapılacağıdır.
Meclis, şura veya "Ehlül hal vel akd" din kimlerden ve nasıl belirleneceği de belirsizdir.
4 Halife'nin seçiminde her dört seçim de çift dereceli seçim yöntemi ile olmuştur.
Halife Müslümanların bir bölümü tarafından seçilmiş (belirlenmiş), bu seçimden sonra diğer Müslümanlardan biat (onay, kabul) alınmıştır.
Bu seçimlerin tamamında halifeyi belirleyenler (ikinci seçmenler) arasında tek bir kadın yokken, biata bütün kadınlar katılmıştır.
Tarihi uygulamada teamül (gelenek) bu şekildedir; ancak bu konuda da kadınların şuraya giremeyeceği veya "ehlü'l-hal ve'l-akd" olamayacağı ile ilgili bir hüküm bulunmamaktadır.
Yine aynı şekilde halife seçiminin iki dereceli seçim usulü ile belirlenmesi gerektiği ile ilgili de bir hüküm yoktur.
Bu noktadan hareketle günümüz İslam hukukçularının büyük bir kısmı kadın erkek, halkın tamamının katılımı ile yapılacak tek dereceli seçim şeklinin daha doğru bir yöntem olduğunu söylemektedir.
Hz. Ebubekir'in seçim şekli ile ilgili tartışmalar
Hz. Ebubekir'in, Hz. Muhammed'in ölümünden birkaç saat sonra bir grup Ensar ve Muhacirlerden de kendisi ile birlikte sadece 3 kişi tarafından (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ubeyd'e bin Cerrah) halife olarak seçilme şekli İslam ümmeti arasında 14 asırdır bitmeyen ve halen de sürmekte olan tartışmalara neden olmuştur.
Sünni ve Şii dünyasında bu tartışmalarla ilgili binlerce kitap, makale ve yorum yayınlanmış bulunmaktadır.
Hz. Ebubekir'in bu şekilde seçilmesi ile ilgili görüşler iki ana başlıkta toplanabilir:
- Esasa ilişkin itirazlar
- Usule ait itirazlar
Esasa karşı itirazların ana merkezi Hz. Ali ve 12 İmam'ın bizzat Allah tarafından belirlendiğine inanan Şia'dır.
Bu nedenle Şiiler, Hz. Ebubekir'in seçimine şekli itirazlardan öte esastan karşıdırlar.
Şiilere göre halifelik (imamlık) Allah tarafından belirlendiğinden bizzat seçimin kendisi yanlıştır ve seçim gayri meşrudur.
Allah'ın nasla belirlediği bir konuda seçim yapılamaz, dolayısıyla seçimin şekli ve usulünü tartışmak da abesle iştiğaldir.
Usule ait itirazları sıralamak gerekirse;
- Seçimin daha Hz. Muhammed'in naaşı yerde iken yapılması bizzat Hz. Peygamber'e saygısızlıktır.
Sebep ne olursa olsun önce Hz. Muhammed'in defin işlemi gerçekleştirilmeli ve sonra halife seçimine geçilmeliydi.
- Sünni kaynakların önemli bir kesimi Hz. Muhammed, Hz. Ömer ve Hz. Ubeyde bin Cerrah'ın böyle bir saygısızlıktan beri olduklarını söylemektedir.
Bu üç büyük sahabinin, Ensar'ın halife seçimi için toplandıklarını duyduktan sonra çıkabilecek fitneleri önlemek amacıyla Beni Saide Sakifesi'ne gitmek zorunda kaldıkları izahı da eksik bir değerlendirmedir.
Toplantıya müdahale etmek zorunda kalan 3 büyük sahabe bu konu da mazur görülse bile daha birkaç saat öncesine kadar Hz. Peygamber'in dizi dibinde bulunan Ensar'ın bu telaşlı yaklaşımı mazur ve makul kabul edilemez.
Nereden bakılırsa bakılsın en azından ve en ılımlı ifade ile 'sorumsuzluk' olarak nitelendirilecek bir durum söz konusudur.
- Başta Hz. Ali olmak üzere Mekke'nin en önemli siyasi güçlerinden biri olan Haşimilerin, Hz. Peygamber'in akrabalarının; seçimin tamamen dışında tutulmaları siyaseten önemli bir hata olmuştur.
- Halife seçimi, karşı karşıya kalınan mecburi bir durum sonucu gerçekleşmiş olsa bile, Hz. Peygamber'in defin ve taziyesi bitikten sonra daha geniş bir katılım ile tekrarlanabilir
Bir anlamıyla Hz. Ebubekir; Ensar'ın hamlesini boşa çıkaran ve kaosu önleyen kişi olarak tarihe geçebilir ve belki de yine kendisi halife olarak seçilirdi.
- Hz. Ebubekir'in, Fedek arazileri ve halifelik tartışmaları ile ilgili Hz. Fatıma'yı kırgınlığa sevk eden yaklaşımı ayrı bir tartışma konusudur.
Mesele kimin haklı olduğundan ziyade işin neden kırgınlık noktasına geldiği ve yine neden kırgınlığın bir şekilde giderilerek gönüllerin alınamaması ile ilgilidir.
Ensar ve Muhacir Müslümanlar arasında oluşacak bir fitneyi engellemek gerekçesiyle mecburen ve bir emrivaki ile olduğu söylenilen ilk halife seçimi, İslam ümmeti arasında 14 asırdır en yıkıcı bir şekilde sürmekte olan büyük fitnenin de fitilini ateşlemiştir.
Bir başka ifade ile yangını söndürmek için döküldüğü söylenen su, benzin etkisi göstererek 14 asırdır sürmekte olan büyük bir yangının sebebi olmuştur.
Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in tayin yetkileri var mıydı?
Hz. Ali de dâhil ilk 4 halife, Hz. Muhammed'in yerine bir halife tayin etmediği ve halifeliğin Allah tarafından belirlenmediği noktasında müttefiktirler.
Ancak esas tartışma Hz. Ebubekir'in kendisinden sonra Hz. Ömer'i yerine halife olarak tayin etmesi (ataması) ile ilgilidir.
Mevcut halifenin kendi yerine geçecek kişiyi belirleyip, belirlemeyeceği; bu belirlemenin aday gösterme şeklinde bir tavsiye mi yoksa tayin mi olduğu hususu Müslüman kamu hukukçuları arasında bugüne kadar tartışma konusudur.
Her hâlükârda Hz. Ebubekir, Hz. Muhammed'in yapmadığı ve hadislerde olabileceği ile ilgili açık ve net bir beyanına da rastlanmadığı bir uygulamada bulunmuş ve yerine atama yapmıştır.
Bu atama hakkının olup olmadığı tartışmaları Müslümanların umumunu ikna edici bir sonuca ulaştırılamamıştır.
Benzer şekilde Hz. Ömer'in de kendinden sonra 6 kişiyi halife adayı olarak belirlemesi, Hz. Abdurrahman bin Avf'a eşitlik halinde iki oy hakkı tanıması adayları 6 kişi ile sınırlaması, seçime müdahale olarak değerlendirilmektedir.
Hz. Ömer, vefatından önce yaralı bir haldeyken Hz. Muhammed'in yerine kimseyi tayin etmediğini, Hz. Ebubekir'in kendisini atayarak tayinde bulunduğunu, kendisin ise bu iki yolun dışında bir tercihte bulunacağını söylemiştir.
Aslında yeni bir yol dediği uygulaması da Hz. Ebubekir'in atama yönteminin benzeridir. Hz. Ebubekir'in atama yöntemi ile ilgili çekinceler, Hz. Ömer'in kararı için de geçerlidir.
Nitekim Hz. Hüseyin'in torunu İmam Zeyd, Hz. Ebubekir'in kendisinden sonra gelecek halifeyi atama yetkisinin olmadığını söylemektedir.
Halife adayı olarak belirlenen 6 kişinin şahsi özellikleri ve akrabalık ilişkileri ile ilgili de tartışmalar vardır.
Halife seçimi ile ilgili ilk tur görüşmelerden sonra amcası Hz. Abbas ile karşılaşan Hz. Ali, durumu soran amcasına, "Bizden gitti" diyerek halife olma ihtimalinin azaldığını söylemiştir.
Hz. Abbas neden böyle söylediğini sorunca, Hz. Ömer'in şûrâ üyelerine, şayet üç kişi iki gruba ayrılacak olurlarsa Abdurrahman bin Avf'ın tarafını tutmalarını söylediğini bildirmiş ve ardından şöyle demiştir:
Sa'd, amcasının oğlu Abdurrahman'a muhalefet etmez. Abdurrahman, Osman'ın akrabası, aralarında anlaşmazlık olmaz. Ya Abdurrrahman, Osman'ı halife tayin edecek ya da Osman, Abdurrahman'ı. Şayet geri kalan iki kişi benimle birlikte olsalar bile bir faydası olmaz.
İslam hukukçularının geneline göre ne şekilde olursa olsun, halktan veya "Ehlü'l-hal ve'l-akd" den biat alınması zorunludur.
Devam edeceğiz...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish