Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

İslam ve devlet (11): Mürtedler ve Laik Müslümanlar

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

İslam ve devlet (11): Mürtedler ve Laik Müslümanlar

'İslam, dünya hayatı ile ahiret hayatını bir bütün olarak ele alır. Helaller, haramlar, mubahlar ve mekruhlarla kişinin özel hayatını belirlediği gibi toplumsal hayatı da (kamusal alan) düzenler.

Allah'a ve Hz. Muhammed'e inanan bir Müslüman bu kuralların tamamına birden inanır; dünya ahiret ayırımı yapmaz/yapamaz. Bir tekini bile inkâr ederse dinden çıkar.

"Laiklik, kamusal alanı dinden ayırdığı için (din ve dünya ayırımı), kamusal alanda dini ve dinden referansı dışladığı için kabul edilemez ve dolayısıyla da Laik Müslüman olmaz" diyerek konuyu kestirip atmayın!

Benim şahsi inancıma göre de durum bu şekildedir. Ancak teoride tamamen doğru olan bu durum siyasette büyük bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

İslam dünyasında tarihte olmayan ve olmadığı için de bu durumla ilgili fetvaların da bulunmadığı yeni bir sınıf ortaya çıkmış bulunmaktadır, bu "yeni sınıf" "LAİK MÜSLÜMANLAR"dır.

İslam tarihinde bu konu ile ilgili başvurabileceğimiz bir siyasi fetva mevcut değildir.

İslam tarihinde Müslümanların ve gayrimüslimlerin hukukları genel anlamda bellidir. Müslümanlar İslam Şeriatı kurallarına, Müslüman olmayanlar; Yahudi, Hıristiyan ve Zerdüştler ise "Zımmi" hukukuna tabidirler.

Bu hukuk sistemi Müslümanlar ve zımmiler için kendi içinde farklılıklar gösterse de (farklı görüş, yorum ve fetvalar olsa da) geniş bir çerçevede ele alındığında aynı temel referanslara bağlıdırlar.

Örneğin Hanefi, Şafii, Hanbeli ve Malikilere göre bir Müslüman, namazı inkâr ederse kâfir olur. Namaz kılmaz ancak namazı inkâr etmez ise kâfir olmaz, günahkâr olur. Namaz kılmamayı devam ettirirse en hafif ceza olarak hapsedilir.

Şafii, Maliki ve Hanbelilerin bir kısmına göre ise, "Namaz kılmamayı sürdüren Müslüman öldürülür" fetvaları da mevcuttur.

"Laik Müslümanlar" ile ilgili sorun tam olarak bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bugün tüm İslam ülkelerinde kendini inanç olarak Müslüman kabul eden ancak İslam Hukuku'nu (Şeriat hükümlerini) kabul etmeyen azımsanmayacak bir kitle bulunmaktadır.

Bu kitle öyle birkaç kişilik bir topluluk değil, dünyadaki Müslüman nüfusun (Fas, Tunus, Cezayir, Mısır, Türkiye, Filistin, Suriye, Azerbaycan, İran, Lübnan başta olmak üzere) neredeyse üçte birine tekabül etmektedir.

Bu oran ile ilgili tartışmalar da gereksizdir.

Laik Müslümanlar; ister üçte bir, ister, dörtte bir, ister beşte bir veya ister onda bir olsunlar her halükarda yok sayılacak veya yok edilebilecek bir topluluk değildirler!

"Laik Müslümanları", ateist laiklerden ve kendini herhangi bir dine mensup kabul etmeyen "Agnostik" ve "Deist" laiklerden ayırmak gerekir.

"Laik Müslümanlar" din olarak İslam'a, tanrı olarak Allah'a, peygamber olarak Hz. Muhammed'e, kitap olarak Kur'an'a; cennete, cehenneme, namaza, oruca… inandıklarını açıkça beyan ederler.

Birçoğu düzenli veya düzensiz olarak namaz kılmakta, oruç tutmakta, bazıları Hac'a ve umreye de gitmekte ancak ceza, miras, evlilik, ticaret… hukukunda Şeriat hükümlerini değil modern hukuku kabul etmektedirler.

Yine bu kişilerin önemli bir kısmı içki içmekte, plaja gitmekte, kadınların önemli bir kısmı başını örtmemektedir.

"Laik Müslümanların" inanç ve hayat tarzlarının sorgulanması, bu inanç ve yaşam tarzının İslam'a göre doğru olup olmadığı bir başka tartışma konusudur ve bu tartışmanın sonucu fiili duruma siyasi bir çözüm bulmaktan uzaktır.

Günümüzde bu insanları İslam hukukuna göre klasik anlamda "Günahkâr Müslüman" olarak kabul ederek cezalandırmak da, tamamen İslam dışı ve gayrimüslim olarak kabul ederek dışlamak ve zımmi hukukunu uygulamak da mümkün değildir.

İslam ülkelerindeki İslami örgüt, cemaat ve partiler; en büyük sorunu bu kitleler ile yaşamaktadır.

Laik Müslümanları, tekrar tekrar belirtmek gerekirse; inanç ve hayat tarzlarının İslam'a uygunluğu ayrı tutulmak şartıyla 'oldukları gibi' kabul edecek bir kamusal düzenlemeye ihtiyaç vardır.

Bunun dışında her zorlama büyük çatışmalara neden olmakta ve bu insanları İslam'dan daha da uzaklaştırmaktadır.


Mürtedler

Arapça asıllı "Mürtedd" kelimesi "dönmek; geri çevirmek, kabul etmemek" anlamlarındaki redd kökünden türeyen ridde ve irtidâd kelimelerinden gelmektedir. "Mürted" kısaca "dönen kişi" demektir.

İslam hukukunda ise kendi inancı ve bilinci ile Müslüman olan ancak sonradan inancını yitirerek dinden çıkan kişiyi tanımlar.

İslam hukukçuları arasında dinden çıkan "Mürted kadın ve erkeklere" ne ceza verileceği ile ilgili çok ayrıntılı tartışmalar yaşanmıştır.

İslâm hukukçuları arasında irtidad eden erkeğin cezasının ölüm olduğu hususunda görüş birliği vardır.

İrtidad eden kadına ölüm cezası uygulanması ise fakihler arasında tartışmalı olup Hanefî ve Ca'ferî mezheplerine göre kadının cezası tövbe edene kadar hapistir.

Kur'ân-ı Kerîm'de birçok sûrede, iman ettikten sonra küfre girenlerin doğru yoldan sapmış oldukları, yaptıkları amellerin dünya ve âhirette geçersiz sayılacağı, dünyada ve âhirette elem verici bir azaba çarptırılacakları ve Allah'ın gazabını üzerlerine çekecekleri ifade edilir; ancak irtidadın dünyadaki cezaî müeyyidesinin ne olduğu belirtilmez.

Mensup olduğu dinden çıkana ölüm cezası verilmesi sadece tek tanrılı dinlere has bir uygulama olmayıp, Antik Yunan ve Roma'da da uygulanan bir ceza çeşididir.

Yahudilikte taşlanarak öldürülme cezası öngörülmüş, Hıristiyanlıkta ise dinden çıkanlar aforoz edilerek engisizyon mahkemelerinde ölüm cezasına çarptırılmışlardır.

İslam hukukçularına göre mürted bir kişinin nikâhı dinden çıktığı andan itibaren geçersiz olur. Malı ve serveti mirasçıları arasında paylaştırılır.

Günümüzde dinden çıkan, İslami inançlarını yitiren Mürtedlere ne yapılması gerektiği ile ilgili farklı görüşler ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu farklı görüşlere göre; ridde (dinden çıkma) fıkhen (hukuken) suç sayılmamalıdır.

Kur'an-ı Kerim'de, düşünce ve inanç özgürlüğü ile igili olarak Bakara Sûresi'nin 256'ncı ayetinde "Dinde zorlama yoktur" ifadesi ile insanlara açık ve net bir şekilde inanç ve fikir özgürlüğü hakkı verilmiştir.

Nisa Sûresi'nin 90'ncı ayetinden de "Müslümanlarla savaşmayan ve İslami yönetime itaat eden mürtede ölüm cezası verilmeyeceği anlaşılmaktadır. 'Onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilirler, sizinle savaşmaz ve barış yapmak isterlerse' Allah size onların aleyhine bir yola girme hakkı vermemiştir" meâlindeki âyet ile İslâmiyet'i bırakıp başka dine geçenlerin kastedildiği görüşü kabul edilirse, Müslümanlarla savaşmayan mürtedlerin öldürülmeyeceği hükmü çıkarılabilir.

Mürtedin öldürülebilmesi için dinden çıktıktan sonra Müslümanlara karşı düşmanlık yapması şartı gerekir.

İslam'ın Dört Halife dönemindeki irtidad (dinden dönme) olaylarının birçoğu aynı zamanda bir isyan hareketidir.

Mürtedler, sadece dinden çıktıkları için değil, ayrıca isyan ettikleri için öldürülmüşlerdir.

Aslında siyasi olarak konunun özü ayetlerin nasıl yorumlanması gerektiğinin de ötesinde mevcut fiili duruma nasıl yaklaşılması ve ne yapılması gerektiği ile ilgilidir.

Günümüzde birçok Müslüman veya doğuştan Müslüman bir aileye mensup olan kişi zaman içinde inancını yitirmekte, "Deist", "Agnostik" veya "Ateist" olmaktadır ve bu insanların sayıları "Laik Müslümanlar" gibi milyonlarla ifade edilmektedir.

Tekraren ifade etmek gerekirse konu bu inanç değişikliklerinin dinen ne kadar doğru veya yanlış olduğu ve bu gibi kişilere ne gibi bir ceza ve yaptırım uygulanmasının önlenmesindedir.

Fiilen bu kişileri "yok saymak", "toplum dışına itmek", "cezalandırmak" veya daha da şiddetlisi öldürmek mümkün değildir.

Engizisyon benzeri mahkemeler kurarak inanç tespiti yapmak mümkün de değildir, doğru da değildir.

Sonuç olarak "Mürtedlerle" ilgili hükmü "Laik Müslümanlar"da olduğu gibi Allah'a bırakmak en doğru bir çözüm olarak görünmektedir.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER