İslam ülkelerinde iktidara gelen veya yönetime talip olan Müslümanların önündeki en önemli sorunlardan biri kendileri dışındakilere, Müslüman olmayanlara karşı yaklaşımlarıdır.
Hint Alt Kıtasında (Pakistan, Hindistan, Bangladeş) Hindularla,
Lübnan, Mısır, Suriye, Sudan, Türkiye gibi ülkelerde Hıristiyan, Ezidi ve Dürzilerle;
Filistin'de ise Yahudilerle yaşanan sorunlar 20. yüzyıldan 21. yüzyıla devredilerek devam etmektedir.
Günümüzde İslamcılarla ilgili en büyük endişe ve korku, iktidara geldiklerinde kendilerinden olmayanlara hayat hakkı tanımayacakları ve İslami kuralları tüm topluma uygulayacaklarıdır.
En son Mısır'da kısa süren İhvan yönetiminin bazı kararlarının, Kıpti Hıristiyanlarca İslami kuralların Müslüman olmayanlara da dayatılması olarak algılanması ve Kıpti Hıristiyan toplumunda tepkilere neden olması bu duruma örnek olarak gösterilebilinir.
Dış kaynaklı olan darbe süreci ve sonrasında, darbecilerle, onları destekleyen Batılıların darbeye en büyük “gerekçeleri” bu olmuştur.
Sudan'da, güneydeki Hıristiyanlarla uzun yıllar devam eden bir iç savaş yaşandıktan sonra Sudan'ın bölünerek güneyde ayrı bir devlet kurulması süreci de bu duruma başka bir örnektir.
İran'da başörtüsü yasağının gayrimüslimlere de uygulanması, Suudi Arabistan'da kadınların (Müslim, gayrimüslim ayırımı olmaksızın) araba kullanmalarının yasak olması gibi kurallar, Müslümanların önemli bir kesimi tarafından da tartışılmakta ve doğru bulunmamaktadır.
Ortadoğu'daki en önemli “din sorunu” İsrail’in uzlaşmaz tavrı nedeniyle, ne zaman ve nasıl çözüleceği belli olmayan Siyonistlerle Müslümanlar arasında yaşanılmakta olan sorundur.
Siyonistlerin “Nil’den Fırat’a” hedefleri ile bazı Müslümanların “Son Yahudi denize dökülene kadar savaş” söylemleri çözümü imkansız hale getirmektedir.
Klasik İslam Hukuku’nda Müslüman yöneticilerin egemenliğinde yaşayan gayrimüslimler “Zimmi” statüsündedir.
Ehli Kitap sayılan gayrimüslimler yaşadıkları ülkenin İslami esaslara göre yönetilen devletine o ülkede yaşayan Müslüman halkın verdiği vergiye ilaveten ikinci bir vergi vererek yaşam ve kültürlerini teminat altına alırlar ve askerlikten muaf tutulurlar.
Bu ek vergi sadece gayri Müslim erkeklerden alınır, kadın ve çocuklardan alınmaz.
Zimmilerin, bazı siyasal ve kamusal hakları Müslüman vatandaşlara nazaran sınırlandırılmışken; can, mal, namus, çocuk, eğitim, inanç, kültür, ibadet gibi hakları devletin güvencesi altındadır.
Bu “Zimmi” anlaşmasına kimse müdahale edemez. Anlaşma devlet tarafından tek taraflı olarak da bozulamaz.
Zimmilerin toplumsal hayattaki statüleri, giyim kuşam şekilleri, Müslümanlarla münasebetleri, neleri yapıp neleri yapamayacakları, adli ve hukuki uygulamalar ayrı bir inceleme konusudur.
Osmanlı’da 1839 Tanzimat Fermanı ile başlayan süreçte “Zimmi” hukukunda ciddi değişiklikler meydana gelmiş; tarihsel olarak “Zimmilikten” eşit yurttaşlığa ilerleyen bir süreç yaşanmıştır.
Günümüzde, barış ortamında eşit yurttaşlar olan gayrimüslimlerin; (Hıristiyan, Yahudi...) cizye ödeyerek “İkinci sınıf yurttaş” statüsünü kabul etmeleri mümkün değildir.
Zimmiliği ortaya çıkaran tarihi ve maddi şartlar da bugün mevcut değildir.
Ülkelerin, şehirlerin (özellikle büyük metropollerin) demografik yapıları ile sosyolojileri büyük oranda değişmiş, ekonomik, siyasi ve kültürel olarak halklar iç içe geçmiş, karmaşık ve ayrışmaz/ ayrıştırılamaz bir yeni toplum yapısı ortaya çıkmıştır.
Eski toplum yapısı ve ilişki biçimleri üzerinden sorunlara yaklaşmak günümüz dünyasında çözüm değil, çözümsüzlük üretmektedir.
Toplumsal uzlaşmayla barış içinde yaşanılacak, eşit yurttaşlık esasına dayalı yeni çözüm arayışları yoğunlaşmaktadır.
“Laik Müslümanlar”
“Laik Müslümanların” bir toplumsal katman olarak ortaya çıkmaları modern zamanların ürünüdür.
İslam Dünyası “Laik Müslümanlarla” tarihte karşılaşmadığı bir yeni durumla karşı karşıyadır.
Geçmişte Müslüman’a İslam Hukuku, gayrimüslime ise Zimmi hukuku uygulanırdı.
Daha açık bir ifade ile nikahsız ilişkiye giren (zina eden), içki içen veya namaz kılmayan Müslüman İslam Hukuku’na göre cezalandırılır, içki içen bir gayrimüslim ise cezalandırılmazdı.
Bugün kendini inanç olarak Müslüman kabul eden, ancak İslam Hukukunu (Şeriat hükümlerini) kabul etmeyen azımsanmayacak bir kesim vardır.
“Laik Müslümanları”, İslam’ı topyekun inkar eden ateist laiklerden ve kendini herhangi bir dine mensup kabul etmeyen “agnostik” ve “deist” laiklerden ayırmak gerekir.
“Laik Müslümanlar” ateist, deist ve agnostik laiklerden farklı; din olarak İslam’a, tanrı olarak Allah’a, peygamber olarak Hz. Muhammed’e, kitap olarak Kuran’a, cennete, cehenneme, namaza, oruca... inandıklarını beyan ederler.
Bu beyanlarında büyük bir kısmının “samimi” olmadıkları da iddia edilemez.
Laik Müslümanların birçoğu düzenli veya düzensiz olarak namaz kılmakta, oruç tutmakta, cuma namazlarına, Hac ve Umre’ye gitmekte, cenazeleri camilerden kaldırılmakta; ancak ceza, miras, ticaret, evlilik... hukukunda şeriat hükümlerini değil, modern hukuku kabul etmektedirler.
Yine bu kişilerin önemli bir kısmı içki içmekte, plaja gitmekte; kadınlar başlarını örtmemektedir.
“Laik Müslümanlar” Türkiye, Lübnan, Fas, Bosna-Hersek, Tunus... gibi ülkelerde ciddi bir kesimi; Müslüman toplumun yüzde 30-40’ını oluşturmaktadır.
Bu oranlar ülkeden ülkeye değişiklik gösterebilir, rakamlar tartışılabilinir.
Esas sorun “kemiyetleri” (sayıları) değil, “keyfiyetleri” (etkileri ve ne olacakları)dır.
“Laik Müslümanlar” ile ilgili “sorun” tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde bu insanları İslam Hukukuna göre klasik anlamda “günahkar/günah işleyen Müslüman” kabul ederek cezalandırmak da,
“Sen Müslüman değilsin!” diyerek tamamen dışlamak da; “Ehli Kitap” kabul ederek zimmi hukukuna tabi kılmak da mümkün değildir.
Bu durumla ilgili mutlaka yeni bir değerlendirme yapma zorunluluğu ortaya çıkmış bulunmaktadır.
İslam ülkelerinde iktidara gelen “İslami parti” ve gruplar, en büyük sorunu “Laik Müslümanlarla” yaşamaktadır.
İslami yönetimlerin ilk icraat olarak içkili mekanları, plaj ve eğlence yerlerini yasaklayan uygulamaları, sadece gayrimüslimlerce değil “Laik Müslümanlar” tarafından da tepkiyle karşılanmaktadır.
Sorun neyin helal, neyin haram olduğunda değil; haramlara nasıl yaklaşılacağı ve günah işleyen Müslümanları “cezalandırma” ile “kamusal alana” müdahale meselesindedir.
Klasik fetvalar günümüz dünyasında yetersiz kalmaktadır.
İslam’ın ilk dönemlerinden başlayarak, Medine Vesikası örneği dayanaklarla; Müslüman fakihlerin (Hukukçuların), siyaset bilimcilerinin, entelektüellerin bu yeni durum ile ilgili çözümler üretmeleri gerekmektedir.
İslam ülkelerindeki mezhebi, etnik ve sınıfsal sorunlarla devam edeceğiz...
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish
HAKKINDA DAHA AYRINTILI: İSLAMİSLAM ÜLKELERİDİNİ SORUNLAR