İslamiyet, 610 yılında Hz. Muhammed’in peygamberliği ile Mekke’de başladı ve ardından Medine ve Arap yarımadasında yayıldı. Hz. Muhammed’in 23 yıllık nübüvvet dönemi ve vefatından sonraki iki yıllık Hz. Ebubekir’in halifeliği dönemleri İslamiyet’in Araplar üzerinde etkinlik kazandığı yıllar oldu.
Ardından gelen Hz. Ömer’in halifelik dönemlerinde fetihler artmış ve Araplar sonrası ilk temas Kadisiye Savaşı ile Sasaniler ile olmuştur. Bu savaşta Persler ve Kürtlerin bir bölümü İslam orduları ile savaşmış ve bu savaşlardan yenilgi ile ayrılmışlardı.
İslam orduları ile İranlılar arasındaki en önemli savaş olan Kadisiye Savaşı 637’de Hz. Ömer zamanında Dicle nehri yakınında yapıldı. Bu savaşta yenilen İran Sasani Hükümdarı 3. Yezdegerd, Medya içlerine kaçtı.[1]
Halife Ömer zamanında Diyarbekir, Urfa, Mardin, Musul ve Ermeniye ve buraların çevresi[2] İslam ordularınca ele geçirildi. Kürtler bu savaşlarda öncelikle Sasaniler ile birlikte hareket etmiş ve İslam ordularına karşı mücadele etmişlerse de daha sonraları birçok bölgede gönüllü şekillerde ve kitlesel olarak İslam’a girmişlerdir. Kürtler İslam’ın ilk yüzyılından beri bu dini kabul etmiş ve uzun yıllar bu dine hizmet etmiş milletlerden bir tanesidir. Türklerin İslam’a kitlesel olarak girişlerinin 9. yüzyılda Karahanlılar döneminde olduğu düşünülürse Kürtlerin iki yüzyıl önce İslam’a girdiklerini söyleyebiliriz.
Hz. Muhammed (sav) döneminde yaşayan ilk sahabeler çoğunlukla Araplardı. Fakat bunların dışında Habeşli Bilal, Fars olan Selman ve Rumların yanında büyüyen Suheyb gibi farklı milletlerden sahabeler de bulunuyordu.
Kürt tarihiyle ilgili bazı araştırmacılar İslam tarihinde Kürtlerin varlığı ve yeri konusunda ciddi tartışmalara girmişlerdir. Hz. Muhammed (sav) döneminde Müslüman olan ilk Kürt sahabenin Caban el-Kurdi olduğu kaynaklarda geçmektedir. Tirmizi’nin eserlerinde rivayet ettiği hadislerinde ve Iraklı âlim Mahmut el Alusi’nin Ruhu’l-Meani tefsirinde ondan ve oğlu Meymun bin Caban’dan bahseder. Kürt sahabe ile ilgili iddiaya kaynak olarak da İbn’ül-Esir’in “Üsu’d el-Gâbe” eseri[3] gösterilmektedir.
Kürtler, 639’da Pers ülkesinin güneyindeki Ahvaz’ın Persli Valisi Hürmüzan’ın yardımına koştuklarında, Araplarla (İslam orduları) savaşmak zorunda kalmışlardır.[4] 735’te ise Kürtler Emevilerin hanedan kavgalarına karıştılar ve Abdülmelik’i yenilgiye uğratacak olan 2. Mervan’ın yanında yer aldılar.[5]
Emevilerin son halifesi 2. Mervan’ın annesinin Kürt olması (İbnü’l-Esîr, IV, 588) Kürtlerin devletle olan bağlarını güçlendirdi ve neticede aralarında İslamiyet’in yayılmasına daha da hız kazandırdı. Bununla birlikte Kürtlerin Abbasi ihtilali sırasında hangi tarafta yer aldığı açık değildir. Bu arada Abbasi ihtilalinin en önemli liderlerinden Ebu Müslim-i Horasani’nin etnik menşei kesin olarak tespit edilememiş, İbn Hallikan’ın zikrettiği bir beyitte Kürt olduğu belirtilmiştir (Vefeyât, III, 155).[6]
Abbasi Devleti’nde ise 10. yüzyıldan itibaren merkezi otorite zayıflamış ve taht kavgaları hızlanmıştır. Bunun yanında İslam coğrafyasında Tevâif’ü Mülük adı verilen yarı bağımsız beylikler ve devletler kurulmuştur. Bunun sonucu olarak Abbasi halifeliği dini ve siyasi yönden büyük bir güç kaybetmiştir. Bu dönemde Kürtler de özerk hanedanlar kurmuşlardır.[7] Abbasiler döneminde kurulan Kürt hanedanlar şunlardır: Mervaniler, Hasanveyhiler (Hısnveyhiler), Şeddadiler, Hazbaniler, Şebenkariler, Revadiler ve Lorlardır.[8]
1071 yılında Hıristiyan Bizanslılarla savaşan Selçuklu Devleti sultanı Alparslan’ın komutasındaki 60 bin kişilik Selçuklu ordusunun yaklaşık dörtte biri Kürtlerden oluştuğu söylenmektedir.[9] Sultan Alparslan en büyük desteği Müslüman Kürt Mervanilerden görmüştür. Malazgirt Savaşı’ndan kısa süre sonra bölgede güçlenen Selçuklular, Kürt hanedanlarını da egemenlikleri altına almak istediler. İlk olarak da Alparslan, Mervani yönetimindeki Ahlat ve Malazgirt’e kendi kumandanlarını atadı.
10. yüzyıl ile 12. yüzyıl arasında zirveye çıkan bu dönem haklı bir şekilde İslam’ın Kürt yüzyılları olarak adlandırılabilir. Kürtler Ortadoğu’nun kalbi olan bölgeleri, dış işgalcilere, örneğin Haçlı Seferleri’ne karşı savunan güçlü hanedanlıklar kurarken, Kürt kültürü de altın çağını yaşamış, Kürtler bu dönem boyunca tarih, felsefe, müzik, mimari, mühendislik, matematik ve astronomi alanında ustalaşmışlardı.[10]
Dönemin önde gelen Kürtleri arasında Ebu’l Fida, İbn-i Athir, İbn-i Şeddadi ve İbn-i Kuteybe gibi tarihçiler; Suhreverdi ve Aynel Qudat Hemadani gibi filozoflar; İbn-i Faldan gibi gezginler; Safiüddin Urmewi (ölümü 1294) ve Muhammed İbn-i Kâtip Erbili gibi müzikologlar; İbrahim ve İshak Mawsili ve Zeriyab gibi müzisyenler; mimar ve mühendis Munis; matematikçi ve gök bilimci Muhuddin Ahlati; biyografici İbn-i Halikan (1211–1282); ansiklopedici İbn-i Nedim; İslam âlimi Ebu Hanife Ahmed Dinaweri (820-896); sosyal (ve dinsel) devrimciler olan Babek ile Narseh sayılabilir.[11]
Kürtlerin İslam’a yönelik en büyük hizmetleri Mervaniler ve Eyyubiler dönemlerindedir. Selçukluların Anadolu’ya girişi sürecinde Malazgirt’te Mervanilerin desteği ile Anadolu’nun İslamlaşma süreci hızlanmıştı. Haçlı Saldırılarında ise Eyyubiler İslam’ın en büyük savunucularının başında gelmiş ve Selahaddin Eyyubi ile Kudüs’ü Haçlılardan geri almışlardı. Osmanlı Devleti sürecinde ise Kürtler uzun süre kendilerini mirlikler şeklinde yönetmiş ve bu süreç içerisinde İslam’a hizmet etmeye devam etmişlerdir.
Kaynak eser olarak kabul edilen klasik İslam tarihi kitaplarında Kürtler hakkında bilgi bulunduran kitaplar ise şunlardır:
Taberi Tarihi, Belazuri’nin Fütûh ül-Büldan ve Ensab ve’l-Eşraf eseri, Ebu Hanife Dineveri’nin Ahbar et-Tıval eseri, İmam Zehebi’nin Tarih’il-İslam eseri, Cahız’ın Kitab’et-Tac fi Ahlak el-Mülûk eseri, İbn-i Miskeveyh’in Tecarib’ül-Ümem eseri, İbnü’-Erzak’ın Tarihi Amed ve Meyyafarikin, İbnü’l-Esir’in el-Kamil fit-Tarih, Hafız İsfehani’nin Ahbarı İsfehan eseri, Mutahhar Tahir el-Makdisi’nin el-Bed-i ve’t Tarih eseri, İbn-i Kesir’in el-Bidaye ven-Nihaye eseri, Kemaleddin İbn-i Adim’in Buğye et-Taleb fi-Tarihi Haleb eseri ve İbn-i Haldun’un Tarih-i İbn-i Haldun adlı eserleri.[12]
Günümüz Kürt toplumunun yaşadığı en trajik durumlardan birine değinerek bitirmek istiyorum. Ülkemizdeki Türk İslamcıların da yüzleşip özeleştiri vermesi gereken birincil konudur bu. Türk milletinin İslam’a yıllarca verdiği hizmet ile övünülürken, Kürtlerin İslam içerisindeki rolleri ya yok sayılmış ya da devşirilmiştir. İslam tarihi içerisindeki önemli Kürt şahsiyetler ya İranlı ya Türk olarak adlandırılmış, onların kurdukları devletler de İrani ya da Türkmen devletleri olarak literatüre koyulmak istenmiştir.
Bugün hala tüm dünyanın Kürt olarak kabullendiği Eyyubilerin dahi ‘Kürt olamayacağını söyleyen bir kesimin olduğu görülmektedir. Söz konusu Kürt kimliğine değinilmek olduğunda akıllarına ‘İslam ümmeti ve kardeşliği’ söylemi gelmekte ve bu konunun kesinlikle millet olarak ele alınmaması gerektiği uzun uzadıya anlatılmaktadır. Bunları konuştukça aklımıza Mısırlı yazar Dr. Fehmi Şinnavi’nin vurguladığı ‘İslam Ümmetinin Yetimleri Kürtler’[13] söylemi gelmektedir.
Kendi tarihi, dili ve folkloru ile övünen bölgedeki tüm milletler söz konusu Kürtler, Kürt tarihi veya Kürt dili olduğunda aniden ‘hepimiz Müslümanız ve tek ümmetiz’ şiarıyla hareket edebilmektedir.
Bugün sadece Türk Milliyetçileri içerisinde değil, birçok Türk İslamcı arasında dahi 16 eski Türk devleti ile gururla övünenler görülmektedir. Bu devletlerin hepsi sahiplenilir ve devlet bakiyesi olarak benimsenir. O devletlerin arasında Yahudiliği benimseyen Hazar Kağanlığı, Hıristiyanlığı benimseyen Avar Kağanlığı, Gök Tanrı inancının yanı sıra Budizm ve Maniheizme de inanan Uygur ve Hun İmparatorlukları bulunurken; Selçuklu hükümdarı Sultan Alpaslan’a Malazgirt zaferinde Anadolu’nun kapılarını açan Mervanilere ve Kudüs’ü Haçlıların elinden alıp fetheden ‘Şarkın en sevgili Sultanı’ olan Eyyubilere bu listede yer vermeyip sahiplenmeyen bir anlayış söz konusu.
Bir tarafta Türk devleti olmadığı için tarihsel anlamda sahiplenilmeyen Eyyubiler, bir diğer tarafta ise ‘Kürt bir hanedan veya devlet olarak kabullenilmemesi’ için literatürel anlamda Türkleştirilen Eyyübiler…[14]