Hz. Peygamber, hicret öncesinde, ortada bir devlet bile yokken, Medinelilerle bey‘at denilen bir tür siyasal akit yapmışı. Sonrasında devletine katılan her yeni toplulukla böyle akitleri tekrarladı. O devir şartlarında demokratik diyebileceğimiz bu yöntem ilk dört halife seçilirken de uygulandı. Mâverdî’nin el-Ahkâmu’s-sultâniyye adlı önemli eserinin başlarında belirttiği gibi o zamanlardan itibaren (Sünnî) İslâmî öğretide teorik olarak yöneten-yönetilen ilişkisi, iki taraf arasındaki “imamet akdi”ne dayanan, dolayısıyla kutsallıkla alakası olmayan (profan) bir ilişkidir.
Ama Emevîler’den buyana uygulamaya hâkim olan asıl siyasal zihniyet bu teoriye göre oluşmamıştır. Zira aslında İran kültüründen İslâmî literatüre giren anlayışa göre, devlet başkanı “zıllullah” (Allah’ın gölgesi) ve “halîfetullah”tır (Allah’ın vekili). Bunun ne kadar etkili olduğunu anlamak için, Abbâsîler döneminin en büyük ve o gün için en ileri düşünceli âlimlerinden Mâverdî’nin ve de Osmanlılar’ın en değerli âlimlerinden Kınalızâde’nin eserlerinde bile benimsendiğini söylememiz yeterli olacaktır. Bu anlayış, bazı İslam toplumlarında Batı’da 1600’lerden itibaren gelişmeye başlayan modern hukuk düşüncesinin etkisiyle günümüzde kısmen değişse de zihinlerde hala yaşamaktadır. İslam ülkelerinin pek çoğunda devlet ve devleti yönetenlerle bireyler ve kamuyu oluşturan sivil kesimler arasında adalet, güven ve barışa dayalı ilişki bir türlü kurulamıyor. Bunun sebebi de gayet açık: Çünkü bu ilişkiyi düzenleyip yaşatan, sosyal mutabakat ürünü bir kamu hukuku oluşturulamadı.
İslam ülkelerinin çoğunda kamu hukuku ilkeleriyle uyuşması mümkün olmayan ve her ceberutluğa açık olan “kutsal devlet” fikri ve inancı hem yönetimlerin hem halk kesimlerinin büyük çoğunluğunun zihinlerinde ve alışkanlıklarında sürmektedir. Oysa kamu hukukunun var olduğu ve iyi işlediği toplumlarda –devlet elbette saygın görülmekle birlikte- hukuka konu bütün alanlar gibi devlet ve devleti yönetenlerle bireyler ve kamuyu oluşturan sivil kesimler arasındaki ilişkiyi de yöneticilerin veya başka etkili kesimlerin sübjektif tutumları, çıkarları, hırsları vs. değil, soyut ve objektif hukuk kuralları düzenler. Devletin saygınlığı da bu düzenlemeye sadakatinden gelir. Bu kurallar sosyal mutabakat ürünü olduğu için sonuçlarını da herkes saygıyla karşılar. Eğer modern devleti buradan bakarak tanımlarsak, bugünün Müslüman dünyasındaki bazı yapılara devlet falan denemez.
***
İslâm dünyasında devlet başkanının, dolayısıyla devletin kutsallaştırılmasının ana sebepleri arasında, yukarıda belirttiğimiz “zıllullah” ve “halîfetullah” kavramlarıyla literatüre geçen anlayış da vardır. Sanıyorum, devletle vatandaşlar arasındaki karşılıklı hak ve yükümlülükleri, yani kamu hukukunu konu alan, bunun fikrî-felsefî zeminini hazırlayan ve pratiğini düzenleyen literatürün oluşturulamamış olmasının esas sebeplerinden biri de bu anlayıştır. Geçmişte devlet-vatandaş ilişkisine dair belli bir literatür oluşmuşsa da bu literatür bağlayıcılığı olmayan siyasi ve ahlâki nasihatleri içerir. Kamu hukukuyla alakalı sayabileceğimiz en ileri fikirler, bir miladi 11. yüzyıl âlimi olan Mâverdî’ye aittir. Ondan sonra bu alanda bir hukuk felsefesi çığırı oluşturulması beklenirdi. Fakat –şimdilerde “İslam hukuku” denilen- sonraki fıkhın siyaset teorisinde bu başlangıcın devamı getirilememiştir.
Hülasa-i kelam, ilk Emevî halifesi Muaviye’nin “Bizim yönetimimize karışmadıkları sürece ben insanların konuşmalarına engel olmam” sözündeki tarz-ı siyaset, İslam tarihinde hep geçerli olmuştur. Bugün birçok İslam ülkesindeki durum daha da geridedir. Dünyada da işlerin böyle gittiği devirlerde mesele yoktu. Ama ne zaman ki rakip dünyada modern felsefenin geliştirdiği hukuk düşüncesi devlet-toplum ilişkisini keyfilikler yerine soyut ilkeler ve kuralların geçerli olduğu başka bir zemine taşımaya başladı, işte o zamandan itibaren biz yerimizde sayarken başkaları alıp başını gitti.
Bazı dostların bu yazdıklarıma kızacaklarını biliyorum. Ama kızmadan önce şu soruyu düşünmelerini beklerim. Devleti yöneten kadrolarla geniş toplum kesimlerinin gırtlak gırtlağa kavgalı olduğu Müslümanlarınkinden başka kaç ülke var dünyada?
Şimdiye kadar bunu konuşmadık da iyilik mi ettik kendimize?