Tarih: 04.04.2022 01:03

İslam, insanın bütünlüğünü savunur…

Facebook Twitter Linked-in

Bütünlüğü dışlayan her yaklaşım, parçacı bir boyut olarak öne çıkar ve kendi içinde bir nakısa taşır. Parçanın bütünü kuşattığını göremeyiz. Bu mümkün de değildir. Bütün ise parçayı kuşatır ve onu yeniden anlamlandırır. Hatta parça, farklı bütünlükler içinde farklı anlamlar taşıyabilir bir istidada sahiptir. Bu yüzden bütünlük, insanın hayat karşısındaki duruşunu birinci dereceden belirleyici bir pozisyonu elinde tutmaktadır.

Modern yaşam, parçayı eksene alarak bütünü yadsıyan bir bakışı içselleştirmiştir. Son dönemde meydana gelen bütünlük vurgusu, modern düşüncenin pratik hayatta yeterli düzeyde bir anlama karşılık geliştirmediğini ve hep parçacı yaklaşımın insanı da parçaladığını ve şizoid bir karaktere taşıdığını gözlemledikleri içindir. Uzmanlığın kendi içinde bir körlük oluşturduğunu ve bütünü kavramada yetersiz kaldığı ise tartışılmaz bir gerçeklik olarak orada durmaktadır. Hâlbuki yaşamın kendi bütünlüğü dahi doğru kavranılmadığı zaman sürekli insana sorun üreten bir doğal durum ile karşı karşıya kalınabiliniyor. Bütünlük vurgusu, varlık kategorilerinin ve bu kategorilerin birbiri ile ilişiğini ve ilişkisini dikkate almayı, farklı insan tipolojilerinin bir bütün içinde anlamlı bir birliktelik oluşturabilme zemini bulmayı ve ortak ideal ve ortak idrak için tek şart, bütünlüğün oluşturduğu bir atmosfer içinde düşünebilmeyi başarabilmeyi gerektirir.

İslam, insanın bütünlüğünü savunur. Bu yüzden iman ve salih amel bir bütünlük içinde kavranılır. İman ayrı, salih amel ayrı bir konuma sahip değildir. Birbirinin mütemmim cüzüdür. Ayrılıkları ve gayrılıkları sadece isimlendirmeden ibarettir. Tarihte hukuki veçhesi dikkate alınarak bu ayrım yapılsa da, olup biteni yeniden düşündüğümüzde, bu ayrımın sahih ve sahici bir karşılığı oluşmamıştır. Kalıcı olan ile geçici olanı birbirlerinin yerine ikame etmenin getirdiği sorundan neşet ettiği belli olan bu sorunu yeniden asli hüviyetine tevdi etmeli; bir müslüman, mümin ve muvahhit olarak... İman ve salih amel ayrıştırılamaz bir bütünlüktür...

Sorunun ne olduğuna dair yanlış bakışlar, yanlış tartışmalara neden oluyor. Bu yüzden bir türlü gerçek gündeme taşınamıyor olgu... Hâlbuki önce sorunu doğru tespit etmek elzemdir. Ama bunun için hem teorik bir akla, hem de analitik bir zihne ihtiyaç vardır... Ortada bu ikisinden bir eser var mı?

Sorun çok büyük ve çok derin... Bu sorunu çözmek içinde gerçekten çok güçlü bir akıl potansiyelini harekete geçirmek şarttır. Bu meselenin gerek şartı da farklı akılları salt bilme duygusuyla ve hakikat aşkı ile bir araya toparlayacak bir zemine ihtiyaç vardır.

Ancak, siyasetin baskın karakteri altında bu kadar çok ezilirken, fikriyat ve düşünceye yönelik bir ilginin varlığını oluşturmak içinde çok güçlü bir çabaya ihtiyaç hâsıl olacaktır. Her alanda elzem olan bütünlük vurgusu tabi ki dini zeminde de en gerekli olana tekabül eder.

Din ile sahici bir ilişki ve yönteme dayalı bir bakış üzerinden yaklaşım gerçekleştiğinde bütünlüğünü görme imkânı doğar. Vahyin bütünlüğünü ve hedefini doğru tespit etmek ancak ruh beden bütünlüğünü doğru kavramakla ilişkilidir. Burada ruh beden ilişkisini lafız mana ilişkisi olarak da düşünebiliriz. Ya da farklı yöntemler üzerinden elde edilen disiplinleri üst bir bakış üzerinden kendi disiplin olma hüviyetlerinden bağımsız yeniden ele almayı sağlayarak onları daha büyük bir bütünlük içinde anlamlı hale getirme arayışını güçlendirmek lazım…

Tarihsel yaklaşım, ruhu sabit bedeni değişken kabul ederek, ruha yeni bir beden ihdas etmenin doğru olduğunu söylerken modern bedeni, müslüman bir ruha giydirmek ister, bu ruhun yaralanabileceğini dikkate almayı düşünmez. Hâlbuki beden, ruhun kendini somut düzeyde gösterdiği ve bu bedenin varlığını sürdürdüğü sürece ruhunun güzelliğini görme imkânı doğurur. Bu yüzden tarihsel yaklaşım, modern yaklaşımın bir iz düşümü olarak vahiy ile doğru bir ilişki kurma imkânına sahip değildir. Yani bütünlüğü göz ardı eden bir yaklaşıma sahiptir. Hâlbuki bütünlük arayışı, lafız ve anlamda olduğu gibi illiyet ve makasıtta da ve ruh ile bedende olduğu kadar, nass ve uygulama olan sünnette de gerekli olana tekabül der. Vahyin nebevi uygulamasını dikkate almayan her yaklaşım, vahyin yorumunu kendi müktesebatı çerçevesinde yapacağı için bir başka yoruma da açık kapı bırakır ki, bu durum gerçek anlamda bir karmaşa ve kaotik duruma yol açar. Belirli bir yöntem üzerinden içtihat yapmak ile kendi müktesebatı içinde yorum yapmak arasında dağlar kadar fark vardır. Fakat maalesef bu fark bir türlü görülememektedir. Bunun müsebbibi ise modern epistemenin temel kabullerini kendi kabulü haline dönüştürmektir. Farkında olmadan modern epistemeye dayalı yorumu içtihat ile yer değiştirerek, öznel bir yorumu mümkün görme, bu da beraberinde parçalanmayı zorunlu kılıyor ve bütünlüğü parçalıyor. İşte yaşadığımız sorunun serencamı burada gizli…

Burada temel bir konuya dikkat çekmekte yarar var: Bir kavramı kullanırken modern bağlamı ile kadim bağlamı arasındaki farkı ve yeni anlamı dikkate almadan kullandığımızda sorunu çoğaltırız. Akla gelebilecek her kavramın bu anlamda ikili bir anlamı vardır. Ve her kavram, modern epistemoloji ile yeni bir anlama ve kavrayışa ulaşmıştır. Bu yüzden kavramı kullanırken ve itiraz ederken bu temel gerçekliği dikkate almalıyız ki birbirimizi doğru anlayalım. Kullanıma dâhil edilmiş her kavramın bu tabiatı dikkate alınmadığı için sürekli farklı düşünülüyor gibi bir zanna neden olmakta ve Müslümanların ortak bir idrak üzere buluşmasına engel olmaktadır. Tartışmalara dikkatle bakıldığı zaman, genel itibarı ile birbirini doğru anlayamadıkları için tartışmaların uzadığını ve birbirinden uzaklaşıldığı görülür.

Seküler kültürün ürettiği temel kodlar üzerinden vahyin veya dinin doğasının doğru anlaşılmasını beklemek, Müslüman’ın kendisini aldatmasından başka bir işe yaramaz. Bu durum sadece modern dönem için geçerli değil, tarihsel zeminde İslam düşüncesinin farklı ekolleri açısından geçerliliği olan bir olgudur. Mezheplerin oluşması yöntem farklılığına tevdi edilebilir. Farklı disiplinlerin; fıkıh, kelam, felsefe ve irfan/tasavvuf ise bütünlüğü kaybolan düşüncenin eksik kalan yerini doldurma arayışı olarak öne çıktığı gözlenmektedir. Çünkü her disiplin insanın farklı bir boyutuna işaret eder ve ona hitap eder. Bu, insanın çok katmanlılığının neye tekabül ettiğini göstermesi açısından da önemli bir durumu işaret eder. İslam, insanın bu çok katmanlılığını dikkate alarak ona seslenir. Kuran ayetlerinin ve kıssalarının bu gözle yeniden ele alınması elzem hale gelmiştir.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                      Devamı <<<      




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —