İslam halklarının yeniden kendilerini bulmaları için her şeyden önce “İslam Aydını”nın gelmesi, onun gelmesi için de bir düşünce ortam ve dirilişinin gerçekleşmesi gereklidir.
Çağımızda ideolojiler ve sistemler, sanat ve edebiyatı bir yayılım alan ve aracı olarak seçmiş ve bu yolu seçmişlerdir. Tanzimat’tan çok önce bir düşünce durgunluğuna girdiğimiz doğrudur ve gerçektir.
Günümüzde sanat ve inanç ruhuyla beslenmeyen bir akımın yararlı olması düşünülemez. Ortadoğu ülkelerinde düşünce köklerimiz ve kaynaklarımız, kireç bağlamış gibidir ve bu nedenle hiç bir düşünce oluşumunu ve hiçbir değişimi kritik edemiyoruz. Bunun farkına varan Aliya İzzetbegoviç, İslam ülkelerinde tenkit ve kritiğe olan ihtiyacımızı yana yakıla dile getirmiş ve buna parmak basmıştı.
Düşünce alanında tam bir aktarıcı olan İslam ülkeleri yeni ve orijinal fikirler ortaya koyamıyor, tam bir aktarıcı rolüne soyunmuş bir kopya akımı olarak yerinde sayıp duruyor hep. Bu işin lokomotifi olan üniversitelerimiz, tarihi köklerinden uzaklaşarak ve bağlarını kopararak bir “intihal” hastalığına kendilerini kaptırmış bulunmaktadırlar.
20. yüzyıl Türkiye’sinde şiir ve edebiyat alanında çok önemli bir yer ve konumda olan Necip Fazıl Kısakürek, ülkedeki aydın eksikliğine değinirken “Kaporal kültür” şeklinde bir deyim kullanır. Yani “Onbaşı kültürü”… Gerçekten de yarı aydın olarak nitelendirebileceğimiz bu kitle, Tek Parti döneminden başlayarak günüme dej yüzeysel bir Kemalizm’in peşine takılıp kalmış koşup durmuştur hep. Batıdan aktarıcılığı dahi pek becerememiştir.
Son günlerde gevelenen “yerli ve milli” gibi süslü ve kulağa hoş gelici, fakat temelde boş kavramlarla halk aldatılmakta, kişilikli ve yerli kültürün gelişimi şeklinde empoze edilen akım, normallikten çok uzak durmakta, slogan ve klişelerle misyoner mantığının yaydığı bir “sığ bilgi” ve “peşin yargılar” deryasında yüzüp durmaktayız.
Cumhuriyetin ilanı üzerinden neredeyse yüz yıl geçmesine rağmen, bu dönem içinde tek parti dönemini bir kenara bırakacak olursak, iktidara gelen tüm partiler, kültür ve bilgi alanında hiçbir varlık gösterememiş, üniversiteler de dahil olmak üzere bütün bu “onbaşı kültürü”ne sahip aydınlar kadrosu, düşünce örgü ve dünyaları, bir yığın peşin yargılar yumağına ve eklem ödevini gördüğü bir düşünce magmasına sahip olmaktan öteye pek geçmemiştir.
Üniversiteler bünyesinde kurulan ve faaliyet gösteren İlahiyat Fakülteleri, derin bir İslami düşünce ve kültür ruhundan uzak, din ve ahlak kültürü adı altında geçimlerini sağlamak için ilk ve ortaokul öğretmenlerini yetiştirmekten başka bir işlevleri de olmamıştır.
Ülkemizde yürekle beyin, tam bir suskunluk içindedir. Hiçbir çile ve emek çekilmeden, kültür taşıyıcısı durumunda olan aydının da, bunun farkına varacağı bir bilgi, bilinç ve yeteneğe sahip olmadığı görülmektedir…
Ne İlahiyat Fakültelerinde, ne sosyal alanda faaliyet gösteren diğer fakültelerde bir düşünce dinamizmini yakalamak, onu verilendirerek düşünce alanına aktarmak, pek de mümkün olmamıştır. Kendimizi tam bir hesaba çekişi göze almadan ve gerçek anlamda bir aydınlar kadrosunu yetiştirmeden yol almak da mümkün değildir. Ufukta henüz bir ışık görünmese de İslam’ı yeni nesillere benimsetmek için alçakgönüllü bir çalışmayı başlatma görevi yeni kadrolara düşmekte, evrensel bir kefen gibi varlığı bürüyen kıştan kurtulup bahara kavuşmak için Yaratıcımız tarafından bize bağışlanan soylu bir düşünce akımını başlatmak ve gerçekleştirmek zorundayız. Evin sahibi olarak bu yolculuğa çıkmak ve zekâmızı kör ezbercilikten kurtarmak için buyurun bu dikenli ve çileli yürüyüşü başlatmaya…
Kaynak: Farklı Bakış