Tarih: 02.01.2023 12:36

İslam dünyası kendi göbek bağını kesecek

Facebook Twitter Linked-in

2023 yılının ilk günlerinde Müslümanlar olarak dünyamız ve ahvalimiz üzerinde düşünmeye devam edelim.

Yaşadığımız dünyaya daha adil, daha yaşanılabilir, insan onuruna, haysiyetine yaraşır bir düzen için güçlü bir vizyon ve erdemler setini bir tek Müslümanların sunabilecek potansiyele sahip olduğunu söylüyoruz. Bu sözü Müslümanlar adına ne yazık ki çok aşina olduğumuz hamasi bir söyleme daha fazla gaz vermek için söylüyor değiliz.

Elbette bu potansiyel herşeyden öne Müslümanların ikiyüzyıldır maruz kaldıkları sömürge ve işgalin zincirlerinden kurtulup İslam’a sarılmalarıyla mümkün olabilecek bir şey. Yoksa Müslümanlar sadece ataları büyük medeniyetler kurmuş olmaları dolayısıyla bugüne dair hiçbir hakka ve iddiaya sahip olamazlar. Geçmiş geçmişte kalmıştır. Geçmişle övünmenin bugüne taşıyacağı hiçbir değer ve erdem olamaz. Böyle bir övünmenin atalar dinini yüceltmekten başka bir anlamı da yoktur ki, İslam atalarla övünmeyi değil, salih, halis ve düzgün eylemlere koşmasını emretmiştir.

İnsana kendi emeğinden başkası yok ve kimse başkasının ne günahını ne de sevabını üstlenmez.

Ecdadımızın mükemmel insanlar olmasından, büyük kahramanlıklar yapmış olmasından, büyük medeniyetler kurmuş olmasından bugün payımıza ne düşüyor mesela? Biz onları o kahramanlıklara, o büyük işlere sevk eden kaliteden, erdemlerden yoksun olduktan sonra, kendimizi onlara nispet etmenin onlara asalak gibi yapışıp onların sembolik mirasını har vurup harman savurmaktan başka ne anlamı var?

Özellikle Hilafet-sonrası şartlarda Müslüman dünyanın maruz kaldığı sömürge ve istibdat yönetimlerinin yol açtığı geri kalmışlıktan çıkış için Batı’dan hiçbir yardımın ve desteğin gelmediğini görüyoruz. Arap Baharı sürecinde halklar kendi demokratikleşmelerinin yolunda Batılı ülkelerden saf niyetle destek bulabileceklerini zannettiler, ama sonuçta büyük bir hayal kırıklığı yaşamaları mukadderdi.

Esasen İslam dünyasındaki istibdat ve geri kalmışlığın sebebi Batı dünyasıdır. Bu sebebin kendisinin Müslümanlara ne değerler planında ne de uluslararası güç dengeleri açısından bir çıkış kapısı olması mümkün değil. Yıllarca Müslüman dünyaya demokrasi ve nisan hakları konusunda bir üsttencilik taslayan Batı dünyası İslam dünyasında demokratikleşme ihtimalleri her belirdiğinde onları boğmaktan başka bir tavır içinde olmadı.

Bugün yeniden doğmakta olan İslam dünyası kendi göbeğini kendisi kesmek durumunda olduğunu çok iyi görmüş durumda. Ve İslam dünyasının yeniden, gerçek anlamda doğuşunun bütün dünyaya hayırlar getireceğine kimsenin kuşkusu olmasın. Osmanlı hilafetinin ne anlam ifade ettiğini çok iyi bilen Hint Müslümanlarının büyük entelektüellerinden Ebu’l-Hasan Alien-Nedvi’nin meşhur “Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti?” sorusunu bu noktada tekrar hatırlamanın yeridir. Burada Müslümanlar adına bir ağıt yakılmıyor, bilakis bütün dünyanın Müslümanların gerilemesi dolayısıyla bir ağıtı hak ettiği vurgulanıyor.

Gerçekten de Müslümanların gerilemesi tarihsel olarak vahşi kapitalizmin yükselişiyle, doyumsuz sömürgeciliğin, tarihte görülmemiş soykırımların, insan, tabiat ve çevre katliamlarının yaşanmasıyla eş zamanlı olmuştur. Bugün Müslümanların tekrar tarih sahnesine geri dönüşüyle gerçek anlamda daha adil, insan hak ve onuruna daha yaraşır bir düzenin tesisi için yeni bir ihtimal doğmuş olacaktır.

Tabii bu konuda İslam dünyasının önce kendi içinde toparlanması gerekiyor. Bu yönde ciddi arayışların var olduğunu söylemiştik. Ancak hemen belirtelim ki, bu arayışlar henüz İslam dünyasını yöneten kesimlerin bir arayışı haline gelmiş değil. İslam dünyasını yöneten elitlerin önemli bir kısmının İslam dünyası diye bir derdi yok. Hatta bu dünyanın yeniden toparlanmasının önündeki en önemli engeller olarak çalıştıklarını bile söyleyebiliriz. Üstelik kendi iktidarlarını korumaktan başka bir endişe taşımayan İslam dünyasının yönetici elitleri kendilerine en büyük tehdit olarak bizzat bu “toparlanma” fikrini görüyor. O yüzden bu ülkelerin zindanları bu fikri savunan düşünürler, alimler, aydınlar, siyasetçilerle dolu.

İslam dünyasında bir toparlanma ve dünyaya İslam nimetini sunma gayretlerine hasredilen fikri çabalar tarihsel olarak İslam dünyasının merkezi olan şehirlerin hiçbirinde yeterince ifade bile edilemiyor. Bağdat, Şam, Kahire, Mekke, Medine hatta Tahran’da ne Müslümanların genel olarak dertleri ne de İslam’ın bugünün dünyasına uygun mesajı veya cevabı üzerine bir düşünce tartışılamıyor ve ifade edilemiyor.

Kuşkusuz Allah’ın arzı geniş, bir yerde ifade edilemeyen İslam’ın mesajı tarihte olduğu gibi her zaman dile gelecek bir yer bulur. Bugün tam bu anlamda İstanbul, İslam düşüncesinin de bütün boyutlarıyla beslenmek ve ifade bulmak için mekân bulduğu bir merkez haline gelmiştir. İslam dünyasının bütün önemli düşünürlerinin birinci veya ikinci adresi haline gelmiş durumda. Üstelik bunun için Türkiye’nin bu düşünceyi özellikle celbetmek için münhasır ve iyi çalışılmış bir politika takip etmediği halde. Kendiliğinden gelişen bir durum.

İslam dünyasının çoğu ülkesinde yaşanmaya devam eden ve her dönem tekrarlayan daralmalar, buna karşılık Türkiye’de Müslüman kimliğini daha fazla hatırlasa da paralel olarak ortaya konulan dünyaya açılım, demokrasi ve özgürlükler ortamı. Bu ikili durum, her türlü güzelleme veya yüceltme niyetinden uzak olarak söylüyoruz, Türkiye’yi kaçınılmaz olarak İslam dünyasında öncü bir role hazırlıyor.

Türkiye, yönetici elitiyle, halkıyla bunun ne kadar farkında ve bu rolün sorumluluğunu ne kadar müdrik ayrı bir konu tabii. Bu durumun bir nebze farkında olanlar Türkiye’ye salt bir şampiyonluk üsttenciliği mi üretecek yoksa ciddi bir sorumluluk duygusu ve ahlakı mı hissedecek?

Bu konuda ciddi sorunlarımız ve hazırlıksızlıklarımız olduğu ortada, üzerinde durmaya devam edeceğiz.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —