Suriye savaşı, Müslüman coğrafyasını derinden sarsan bir faciadır. Suriye faciasından en çok etkilenen ülke, Türkiye´dir. Terör örgütlerinin birçok saldırısına hedef olan ve 3 milyon insanın sığındığı Türkiye, sınır içinde ve dışında savaşın yıkımını azaltmak için çok yönlü bir faaliyet yürütmektedir. Kilis, Suriye savaşının ülkemiz üzerindeki etkilerinin en çok hissedildiği yerdir. Kilis 7 Aralık Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mustafa Doğan Karacoşkun ile Öncüpınar´daki Konteyner kente gerçekleştirdiğimiz gezide, ülkemizin binlerce Suriyeli sığınmacının eğitim, sağlık ve barınma başta olmak üzere bütün insani ihtiyaçlarını karşılamak için kurduğu muazzam düzeni gözlemledik.
Kilis 7 Aralık Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mustafa Doğan Karacoşkun, üniversiteyi ve kenti iç içe geçiren, ikisinin birbirini beslemesine ve gelişmesine imkan veren bir yönetim tarzı ortaya koymaktadır. Eğitim, sanat, edebiyat, sosyal bilimler, kültür ve birçok alanda her gün onlarca etkinliğin yapıldığı üniversite, kritik bir noktada bulunan Kilis ve çevresine yeni bir yaşam ve ufuk veren verimli bir kurumsal kaynak niteliği kazanmıştır. Rektör Coşkun´un girişimleriyle şehirde bulunan birçok tarihi bina, üniversiteye kazandırılmış, bilim, düşünce ve sanat merkezi olarak faaliyete geçirilmiştir. Kilis 7 Aralık Üniversitesini bölüm ve akademik personel düzeyinde yenileyen ve güçlendiren Rektör Prof.Dr. Mustafa Doğan Karacoşkun, üniversitenin sosyal duyarlılık projeleriyle toplumun bütün kesimlerine katkı sunması için yoğun bir çaba göstermektedir. Rektör Karacoşkun´un girişimleriyle kurulan Göç ve Ortadoğu Araştırma Enstitüsü, Ortadoğu ve Suriye konusunda önemli bir bilgi ve araştırma merkezi olmaya adaydır.
Rektör Karacoşkun´un daveti üzerinde Kilis 7 Aralık Üniversitesi´nde İslam ve Ortadoğu Barış Vizyonu konulu bir konferans verdim. Ortadoğu konusunda artık ham hayallere değil, gerçekleşmesi için çalışabileceğimiz geleceğe yönelik dinamik ve değişimci bir vizyona sahip olmamız gerekmektedir. Müslüman ümmetin kalbi durumunda olan Ortadoğu coğrafyasında, toplumların kendilerine ve coğrafyalarına yönelik köklü ve derinlikli bir vizyonlarının olmayışı, toplumlarımızı ve ülkelerimizi, emperyalist müdahalelere ve paylaşımlara açık hale getirmektedir. Özellikle Birinci Dünya Savaşından bugüne kadar İngiltere, Rusya ve Amerika gibi sömürgeci güçler, Ortadoğu ve Yakındoğu gibi terimlerle, coğrafyamızı tanımlamakta, bu coğrafya üzerinde yaşayan halkları fanatik, terörist, aşırıcı, ilkel ve geri olarak niteleyebilmektedirler. Yüzyıldan daha fazladır coğrafyamızı kendi aralarında paylaşan, yağmalayan ve yıkan güçler için, Ortadoğu coğrafyasının doğal dinamiği olan İslam´ın ve Müslümanların bir değeri yoktur. Emperyalist güçler için tek değeri olan şey, kendi iktidar ve sömürü sistemlerinin devamı, derinleşmesi ve yaygınlaşmasıdır.
Emperyalist güçlerin müdahaleleri, yağmalamaları ve yıkımları yüzünden Ortadoğu´da barış, refah, özgürlük ve adalet bir türlü gerçekleşmemektedir. Ortadoğu´daki yıkımın, savaşın ve çatışmanın nedeni İslam değildir. Dinin Ortadoğu´daki temel sorunların kaynağı olarak gösterilmesi büyük bir saptırmadır. Ortadoğu´daki çatışmanın üç temel nedeni bulunmaktadır. Birinci temel neden, Ortadoğu´da oluşturulan emperyalist sistemdir. Ortadoğu´nun yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömüren sistem, sistematik ve sürekli olarak şiddet üretmektedir. İkinci faktör, emperyalist sistemin halklara tahakküm etmek için kurduğu ve çeteden başka bir şey olmayan Esed rejimi gibi devletlerdir. Üçüncü olarak ilk ikisinden bağımsız olarak düşünülmeyecek olan DAİŞ, Kaide, Boko Haram gibi din adına mobilize edilen radikalizmdir. Emperyalizm, diktatör rejimler ve radikalizm her ne kadar birbirleriyle çatışıyor gözükseler de aslında birbirlerinin müttefikleridirler. Bu üç faktörü birbirinden ayırmak mümkün değildir.
İslam, barış dinidir. Barışın dinin kendisi haline gelmesi İslam´ın doğal karakteristiğidir. Her din, barışı desteklediğini söyleyebilir. Ancak barışın bizzat kendisinin din olduğunu söyleyen bir din yoktur. İslam, barışı bizzat din haline getirmektedir. İslam kavramının bizzat kendisi, silm, yani barış kavramından gelmektedir. Barışın olmadığı İslam, İslam değildir. Barış, İslam ve insan arasındaki bağların güçlendirilmesi, derinleştirilmesi, pratiğe dökülmesi ve keşfedilmesi gerekmektedir.
Ortadoğu, her açıdan parçalanmış, talan edilmiş ve anormalleştirilmiş bir coğrafyadır. Ortadoğu´da halklar, kültürler ve inançlar arasında tanıma ve tanışma normal ilişki olmaktan çıkarılmıştır. Toplumlar, kültürler, inançlar ve kabileler birbirlerini tanıma ve birbirleriyle tanışma yerine, birbirlerine hükmetmenin mücadelesini vermektedirler. Yerel iktidar mücadelesinin dinamiği olarak din ve mezhep, birleştiren, ilişkilendiren, sevdiren ve barıştıran manevi güç değil, ayrıştıran, çatıştıran, nefret ettiren ve çatıştıran bir araca dönüştürülmüştür. İnsanlar, kimlikleriyle, kabileleriyle, kültürleriyle ve ırklarıyla üstünlük vehmine kapılarak kendilerinin hakim olmasının mücadelesini vermektedirler. Bütün haksızlık ve zulümlerin temelinde ırkçılık, kabilecilik ve mezhepçilik adına yapılan iktidar mücadelesi vardır. Ortadoğu coğrafyasının emperyalizmin, fanatizmin, kabileciliğin ve mezepçiliğin yıkıcı kuşatmasından kurtulması için İslam´dan beslenen özgürlük, barış, adalet, çoğulculuk ve refah değerlerine dayanan sahici bir vizyona ihtiyacı vardır.