19.10.2018 Cuma
İslam tarihinin hemen bütün dönemlerinde devlet otoritesine karşı muhalif duruş makbul bir davranış olarak kabul edilmemiştir. Ancak bu değerlendirmenin, İslam´ın ilk yıllarına tekabül eden Hz. Peygamber ve dört halife dönemini kapsamadığını da hemen belirtmekte yarar var.
Hz. Peygamber ve Hulefai Raşidin sonrasında İslam ve muhalefet birbirine zıt iki kavram gibi algılanmaya başlanmıştır. İktidarın zihinlerdeki karşılığı güç, birlik ve iyilik olarak algılanırken, muhalefet fitne, isyan ve fesatçılık olarak değerlendirilmiştir.
***
Bu yüzden de neredeyse İslam siyaset tarihinin hiçbir döneminde muhalefet kavramı kurumsal bir yapıya dönüşememiştir. Teorik olarak adaletle hükmetmeyen bir yönetici İslam nezdinde makbul bir kişi olmamakla birlikte, uygulamada ortaya çıkan yanlışlardan dolayı uyarılması fitne olarak değerlendirilmiştir. Maalesef zalim bir yöneticiyi uyaranları koruyacak fıkhi pratik oluşturulamamıştır.
Demokratik siyaset kültüründe muhalefet, iktidarı tamamlayan ve dengeleyen önemli bir unsur olmasına karşın, tarih içinde oluşan İslam kültüründe muhalefet kelimenin tam anlamıyla düşmanlaştırılmıştır.
Aslında dinin özünde; iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak, yanlış olanı düzeltmek insanlara önemli bir sorumluluk olarak yüklenmesine rağmen, bunun toplumsal hayatta nasıl yerine getirileceği net olarak ortaya konmamıştır. Muhalefet anlayışının İslam siyaset düşüncesinde neden kurumsallaşamadığının daha net anlaşılabilmesi için özellikle Hz. Peygamber sonrasındaki yönetim modellerinin yapısına bakmakta yarar var. Mesela Hilafet sisteminin hedefi ideal iktidardır. İdeal iktidar arayışı yönetim makamını kutsallaştırmış ve neredeyse dinle özdeş hale getirmiştir. Ve iktidarın tepesindeki kişi Allah´ın temsilcisi haline gelmiştir. Doğal olarak Allah´ın temsilcisine karşıt düşünce geliştirilemez ve eleştirilemez, eleştirilirse bu isyanla eş anlamlıdır.
Sünni düşünce bu konuda, ?Ey müminler! Allah´a itaat edin: aynı şekilde peygambere de itaat edin. Yine sizin gibi mümin olan yetki ve otorite sahiplerine (yöneticilere, alimlere) de itaat edin...? (Nisa 4/59) ayetinden yola çıkarak ?yöneticiye itaat etmek farzdır? diyerek muhalefet kavramına kapıyı kapatmıştır.
Oysa biliyoruz ki ayetler, zalimlerin kararları peşinde koşan ve zulüm düzeninin devamını arzulayan kimselerden bahisle, Müslümanlardan; zulme rıza göstermemelerini, zalime uymamalarını; Allah´a, peygamberine ve Allah´tan korkan yöneticilere uymaları istenmektedir. Yani yöneticiye itaat etmek gibi bir zorunluluk yoktur. Ayrıca Kur´an´ın ve peygamberin tarif etmediği hiçbir uygulama din olarak adlandırılamaz. Siyaset, ekonomi, hukuk, eğitim, sağlık, güvenlik gibi mekana, zamana, kültürel ve toplumsal şartlara göre farklılıklar arzeden yönetimsel konuların tamamı beşeri uygulamalardır.
Unutmayalım, belli bir zaman ve coğrafyada ortaya çıkmış uygulamaları dine dayandırmak, beşerin zaaflarını dinle meşrulaştırmak olur ki bu dine yapılabilecek en büyük kötülüktür.
İslam siyaset geleneğinin tarihsel süreç içerisinde oluşturduğu yönetim modellerinde, Kur´an´ın ve Hz. Peygamberin sünnetine rağmen din, bir bakıma insan sözü haline dönüşmüştür. İşte bu anlayış çizgisi her gurubun, her cemaatin, her mezhebin ve her ekolün, dinin hükümlerini ve sınırlarını belirleme sonucunu doğurmuştur. Ve doğal olarak hangi siyasi anlayış güç merkezi haline gelmişse, onların çizgisi ?din´ olarak sonraki nesillere aktarılmıştır.
İşte tam da bu yüzden, farklı zaman ve coğrafyalarda ortaya çıkan yönetimsel uygulamalar, o dönemin Müslümanlarının İslam´dan anladıkları olarak görülmeli ve dinin esası olarak kabul edilmemelidir.
Elbette dinin bir devleti yoktur, ancak dinin insanlara yüklediği sorumluluk gereği Müslümanların devlete ihtiyacı vardır ve bu yüzden de Müslümanların devleti olur.
Şu bir gerçek ki Müslümanların oluşturduğu bir devlette de muhalefete ihtiyaç vardır, çünkü iktidarı elinde bulunduranların hataları sonuç olarak topluma zarar vereceği için mutlaka bir denetim mekanizması oluşturmak zarureti vardır, bunun da yolu muhalefettir. Unutmayalım ki yöneticilerin hatalarına Allah´ın doğrudan müdahale etmek gibi bir adeti yoktur.
Bu konuda Kur´an´i ifade açıktır: ?Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin yaran ve yardımcısıdırlar. Onlar iyiliğin hakim, kötülüğün mahkum olması için uğraşırlar?? (Tevbe 9/71)
***
Eğer bir toplumda, yöneticiye peşinen itaat etmek dinin bir emri gibi algılanmaya başlanmışsa, o toplum denetim görevini yapmıyor demektir. Oysa İslam´a göre yöneticilerin de, bireylerin de ?yeryüzünde adaleti gerçekleştirmek? gibi bir sorumluluğu bulunmaktadır.
Maalesef İslam toplumlarında kök salan otoriter devlet anlayışı halkın görüşüne değer vermez, çok seslilikten korkar, sessiz ve itaatkar kullar ister.
Müslüman dünyada muhalefet düşüncesinin kurumsal bir karşılık bulabilmesi için galiba Hz. Ömer örneğinde olduğu gibi bir zihinsel yenilenmeye şiddetle ihtiyaç vardır:
Hz. Ömer: ?Ben bazı durumlarda yanlış yola girersem, siz ne yaparsınız, dediğinde Bişr İbn-i Saad elindeki sopayı göstererek ?Eğer sen eğri yola girersen, seni şu sopa ile düzeltiriz? şeklinde karşılık veriyor. İlk dönem Müslümanlarının yönetime karşı olan bu eleştirel tavrı, günümüz Müslümanları için de örnek olmalıdır.