İlhami GÜLER(*)
Bilimsel-Teknik yaratma ve ekonomik üretme, Antropolojik olarak halkların yaşam koşulları ve güç istenci tutkuları ile ilgili bir sorundur. Doğal iklim koşulları yaşama müsait olan coğrafi bölgelerde insanlar, bu tür faaliyetlere fazla ilgi göstermez. Akdeniz Kuşağı ve büyük nehirlerin etrafındaki verimli topraklarda (Hint-Çin) yaşayan toplumlar bunun tipik bir örneğidir. Kıta Avrupası ve İngiltere´de ise durum böyle değildir. İklim koşulları ve bitki örtüsü, alternatif kaynakların bulunmasını zorunlu kılar. Bilim-Teknoloji ve bunların ürünü Endüstri devriminin Avrupa´da çıkması, tesadüfi olmasa gerektir.
İkinci önemli husus, halkların genel seciyesi ve karakterleri yani İslam dininin tarihi süreç içinde taşıyıcısı ve koruyucusu olan Araplar ve Türklerin karakterleri meselesidir. Araplar, çölde yaşayan, deve-hurma ve ticaret-çapul yapma ile geçinen, şiddete teşne/haşin bir halktır. İslam´ın gelişinden sonra, ondan aldıkları enerjiyi ?Fütuhat-Ganimet?e tahvil edip ticareti de geliştirerek hayatlarına devam etmişlerdir. Dinsel düşünmeden teolojik düşünme (İslami İlimlerin tedvini) aşamasına geçip orada kalmışlardır. Yunanlılarda olan ?Pozitif Bilgi? tutkusunu (Felsefe-Bilim) Arapçaya çevirmişler, hatta bazı katkı, keşif ve icatlar da çıkarmışlar; ancak geçimlerini temel olarak ticaret ve ganimetten temin etmişlerdir. Felsefi ve Bilimsel düşünme aşamasına geçememişlerdir.
Genel anlamda İslam düşüncesinde teolojik olarak ?Yaratma? sıfatı, sadece Tanrı´ya has kılınmış; insanın yaratıcı olması, Tanrı´ya ?şirk koşma? olarak görülmüştür. Teolojide-Ontolojide ?Nedensellik?in Eş´arilik tarafından reddedilmesi, ?pozitif bilgi? tutkusunu (Bilimsel Bilgi) merakını zayıflatmıştır. Bazı(özellikle plastik) sanat faaliyetlerinin (Heykel-Resim-Müzik) şirk-günah kaygısıyla reddedilmesi, merak ve yaratma duygusunu, tutkusunu dumura uğratmıştır Eş´ariliğin ?Kader/Cebr? teorisi, kitleleri pasifizme sürüklemiş olabilir. Tasavvuf/Mistisizmin dünyayı lanetlemesi (züht), dünyaya karşı ilgiyi-merakı, içgüdüyü-güç istencini zayıflatmıştır. Gazzali, ?İhya?da dünyayı ?fahişe?ye benzetir; ileriye dönük plan yapmayı ?Tul-i emel= uzak sanı? olarak lanetler. Pozitif bilimlerle uğraşmayı ?boş iş? olarak niteler. ?Huccetu´l-İslam? payesi ile Gazzali´nin Sünni dünya üzerindeki etkisi, herkesin bildiği bir şeydir: ?Bitkin olan(insan ve toplumlar) dinlenmek, gevşemek, geviş getirmek, huzur, sakinlik/barış ister. Bu, nihilist dinlerin(mistisizm) ve felsefelerin mutluluğudur. Zengin ve canlı olanlarsa zafer, rakiplerinin üstesinden gelmek, güç duygusunu şimdiye kadarki nüfuz alanlarından daha geniş alanlara yayılmasını ister. Organizmanın sağlıklı tüm (üretme-yaratma) fonksiyonlarının böyle bir ihtiyacı vardır??(Nietzsche, Güç İstenci, çev: N.epçeli.İst.2014.s 448)
Türklere gelecek olursak, Anadolu´ya gelen Türkler, asker ve göçebe bir karaktere sahiptiler. Orta Asya´da (Uygurlar) ve Maveraünnehirde (Buhara-Semerkant-Taşkent?) yerleşmişlerdi. Teoloji ve ?Pozitif Bilgi? de yaratmışlardır. Selçuklular ve Osmanlılar ise ?Dinsel Düşünme (Tasavvuf)? aşamasında kalıp, ?Teolojik Düşünme? aşamasına dahi geçememişlerdir. Nerde kaldı ?Felsefî? ve ?Bilimsel Düşünme? aşamaları. Teknoloji ve Endüstri, bu aşamalardan sonra yaratılmıştır. Dolayısıyla geçimlerini daha ziyade tarım-hayvancılık ve ganimetten temin etmişlerdir. Kendilerinden önce üretilmiş teolojik bilgiyi (İslami İlimler), ?Medrese?lerde skolastik olarak tekrar etmiş veya kurdukları devletlerin bürokratik ihtiyaçlarını karşılamak için kullanmışlardır. Halkın dini ideolojisi ise, Tasavvuf (Tarikatlar) olmuştur. Selçuklu ve Osmanlı birer ?Derviş Devlet?tirler. Türk, göçebe ve devşirmecidir; üetici ve yaratıcı değil.
Hint alt-kıtası (Hindistan-Pakistan-Bangladeş) Hinduizm´in (Zahit Kültür) etkisinden çıkarak Müslüman olduğu için, oradan yaratma-üretme beklemek, biraz anlamsızdır. İranlılar (Persler), bir din (Mecusilik) bir de Mistik Felsefe (İşrakilik) ve mezhep (Şiilik) yaratmışlardır. Modern dönemde bir de ?Devrim? yaratmışlardır. Kurdukları ?teokratik? düzen, halkı hızlı bir şekilde sekülerliğe sürüklüyor. Dünyaya dönük ?fütuhatları? da olmuştur. Ancak dünyayı imar etmeye dönük bir merakları onların da olmamıştır. Kuzey Afrika halkları ise, Arapların istilasıyla asimile olmuş ?Allahlık? halklardır.
Avrupa´da Felsefenin tekrar çiçeklenmesi, akabinde bilimsel bilgi merakının gelişmesi ve bunun doğurduğu teknoloji ve endüstri devriminin yarattığı ateşli silahlar, kolonyalizmi/emperyalizmi ve ekonomik zenginliği yarattı. Bundan haberi olmayan, Osmanlı, kılıcı (savaş gücü) düştüğü için (?Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu?) çökmek zorunda kaldı. Balkan (gece) savaşlarında Bulgar askerlerinin kullandıkları el fenerlerini bizim askerler ?cin? sanıyorlardı.
Reform ile birlikte Hristiyanlık (Protestanlık) yeni bir ahlak yarattı. Bu ahlak, Kapitalizm ile uyumlu/paralel idi (M. Weber). Yükselen Burjuva sınıfı, din savaşlarına neden olan Kiliseyi iğdiş edip siyasal ve toplumsal alanın dışına attı. Kapitalizm, korkunç derecede palazlandı ve dünyanın yarısını kolonize etti. Sonunda da kendi içinde iki büyük dünya savaşı yaratıp kendinin yarattığı maddi ümranı ve 65 milyon insanı yok ettikten sonra, menfaatin altın kuralı olan ?Ayağıma basma, ayağına basmayayım?ı yani ?Hukuk Devleti?ni, demokrasiyi ve laikliği keşfetti. Amerikan iç savaşının ve I.-II. Dünya savaşlarından sonra ABD ve AB´de kurulan iç barışın temeli budur.
İslam Dünyası, -Osmanlının parçalanmasından sonra- verdiği kurtuluş savaşlarından sonra totaliter tek parti, askeri ve kabile diktatörlükleri kurdu. Dinsel Hukuk (Şeriat), İmparatorluk yapılarında nispeten bir ?Hukuk? yaratmıştı. Ancak kurulan yeni ?Ulus-Devlet?lerin ihtiyacını karşılayabilecek bir yetkinliği yoktu. Avrupa´daki gibi bir kapışma-boğazlaşma yaşamadığı için de yeni bir ?Hukuk? yaratamadı. Müslümanlar, Tanrı´yı hukuk otoritesi olarak ?Ahkemu´l-Hâkimin= Hâkimlerin En İyisi? olarak algılayarak ?Hukuk Devleti? kuracakları yerde; ?Meliku´l-Mulûk=Kralların Kralı? yani siyasi otorite olarak benimseyip ona benzemeye çalışan despot krallıklar kurdular. (Zıllullahi fi´l-ard). Politik sorumluluklarını da, kendileri üstlenme yerine, Allah´a attılar: ?Allah, affetsin.?
Dinsel Ahlak da çökmüştü. Çünkü tarihin yasası şöyle idi: ?İman edenlerin, Allah´ı hatırlamaları ve ondan ine hakikate karşı saygılı olmaları gerekmez mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilip de aradan uzun zaman geçince kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar. Onların çoğu ahlaksız kimselerdir.? (57/16). Müslümanların başına gelen de buydu. Bunun sebebi, Avrupa´da yaratılan endüstri devriminin yarattığı ekonomi, ?Tanrının lütufları? olan tarım ve hayvancılığı büyük ölçüde devreden çıkarmış olmasıdır (?Tanrı, merkebi yarattı; Almanlar, Mercedes´i?). Yani yeryüzünün topoğrafyası-altyapısı değişti.
Kültürel atmosferde de büyük değişiklikler oldu. Descartes, Kant, Marx, Freud, Darwin, Hegel? İnsanlığın yeryüzündeki macerası hakkında büyük teoriler ortaya attılar. Nietzsche, daha o zamanlar sekülerleşmeyi ifade etmek için: ?Çöl büyüyor; vay haline çölü görmezden gelenlerin? ve ?Tanrı öldü, Tanrı öldü; onu hepimiz öldürdük/hepimiz onun katiliyiz.? demişti. Marx: ?Katı/kutsal olan her şey buharlaşıyor.? demişti. M. Buber, ?Tanrı Tutulması?nıdan bahsetmişti. T.S. Eliot ?Çorak Ülke? şiirini yazmıştı.
Özetle toprağın ve atmosferin-iklimin (Zeitgeist=çağın ruhu-metafizik) değiştiği ?küreselleşmiş? bir dünyada yaşıyoruz. İmanı (Tanrı´yı-Ahireti) ve Ahlakı tekrar geri getirmek, ciddi (ahlaki-entelektüel) emek istiyor. İslam Teolojik düşüncesinin, bu sorumluluğu yüklenecek gücü ve yeteneği görünmüyor. Üstelik şiddet örgütleri ile patolojik bir psikolojiyle kendini ezmeye kalkışanlara cevap vermeye çalışıyor. Yaratıcı-Şükreden Düşünmeyi diriltmek ve Rahmaniyete dayanan bir ?Hukuk? oluşturmak çabasından başka çare yoktur. Hukuk yaratmak, ?Barış? yaratmak demektir. Sürekli siyaset, savaş demektir.
________________________
(*)Ank. Ünv. İlahiyat Fak. Öğr. Görevlisi