Tarih: 08.07.2024 08:07

İşaret parmağının dönüşümü...

Facebook Twitter Linked-in

Geçen haftanın iki büyük haberi, harareti geçtikten sonra üzerinde durup düşünmeyi gerektiriyor.

Biri Türkiye’de muhafazakarlığın kalelerinden Kayseri’de nüfusun sadece yüzde 5’ini oluşturan Suriyelilere yönelik bir adi suçun provokatif haberlerle şehre yayılmasından başlayan saldırılar.

İkinci olay Merih Demiral’ın maçtaki bozkurtu ve ardından aldığı cezaya muhafazakar kesimden gelen tepkiler. Cezaya kızmak anlaşılır olsa da bozkurt işaretleri, bozkurdun nasıl milli kimliğimizin bir parçası olduğuyla ilgili hararetli konuşmalar, 8 yıllık AK Parti-MHP ittifakının yarattığı toplumsal ve kültürel değişimin çarpıcı bir örneği oldu.

Bu sadece müttefiki korumak ya da müttefike benzemekten daha derin bir sosyal değişime işaret ediyor.

Türkiye’de kendisini dindar ve muhafazakar olarak gören kitlede de hızlı bir sekülerleşme ve dünyevileşme var.

Sekülerleşme deyince ilk akla gelen dinden uzaklaşma ya da “Deist” olmak.

Ama burada bahsedilen sekülerleşme kelimenin tam olarak Latince anlamındaki gibi dünyevileşmek.

Son 20 yılda şehirleşme, zenginleşme, eğitim imkanlarına ulaşmayla doğal ve evrimsel bir yavaşlıkta giden bu sekülerleşme veya dünyevileşme eğilimi özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin çarpan etkisiyle büyük bir ivme kazandı.

Bu sekülerleşme ve dünyevileşme milliyetçileşerek, devletcileşerek yaşanıyor.

İslami referanslar yerini yerli ve milli yani dünyevi referanslara bırakıyor.

Milliyetçilik sekülerleşmeye doğru adım atmak için çok uygun bir kanal, ara bölge.

Zaten geleneksel olarak Türkiye’de din ve milliyetçilik içiçe geçmiş, bazı noktalarda ayrılan ama devlet kutsamacılığı ve tarih şuuru gibi çok büyük ortak paydaları olan iki fikir.

Türk-İslam sentezi, milliyetçi-muhafazakar terkipleri bu ortak dünyayı ifade ediyor.

Ama milliyetçiliğin Kemalizmle, orduyla, devletle paralel bir başka hattı daha var. Ve burada uzun yıllar bir kader birliği olmadı.

Türkeş’in 27 Mayıs’ın sözcüsü olması herhalde bir tesadüf değil.

Özellikle 80’ler ve 90’larda İslamcılık güçlendi ve milliyetçilikle mesafe açıldı. 91’deki zorunlu RP-MÇP-İDP seçim ittifakı bile uzun ömürlü olamadı.

Dindarların, laik baskılar nedeniyle devletle arası açıldı. Bu da demokrasi taleplerini yükseltti daha liberal bir muhafazakarlık ortaya çıktı.

Ama AK Parti iktidarının o kötü devleti tasfiyesi ve Ankara’yı ele geçirip muktedir olmasıyla Müslümanlar artık Necip Fazıl’ın meşhur dizelerindeki gibi kendilerini “öz vatanında garip ve parya” hissetmiyorlar.

Yıllardır beklenen o büyük hayal gerçek oldu ve devlet dinle barıştı, artık cenaze namazlarında kenarda bekleyen subaylar değil, vakit namazlarında saf tutan komutanlar, başörtülü polisler, dualarla açılan araba fabrikaları ülkesiyiz.

İslamcıların devletçileşerek ve milliyetçileşerek sekülerleşmesi aslında hayal kırıklarının da sonucu.

İslamcı dünya tasavvuru, hayalleri Arap Baharı’yla büyük bir heyecan yaşadı. Ama günün sonunda yaşanan yenilgiler ve yıkım büyük bir hayal kırıklığına neden oldu.

Bu küresel bir hayal kırıklığı.

Türkiye’de bu hayal kırıklığı çifte kavrulmuş yaşandı.

Ümmetin aslında bizi o kadar sevmediği ve beklemediği ortaya çıktı, emperyal hayaller suya düştü, Mısır darbesi ve Suriye’de İslam dünyasının bölünmesi, bazı Arap ülkelerinde artan Türkiye karşıtlığı, ümmet diye uzaktan sevilen Müslüman kardeşlerle Suriyeli mülteciler olarak birlikte yaşamak zorunda kalmanın yarattığı travmalar ve tabii 15 Temmuz darbe girişimi, darbeden sonra cemaat ve tarikat kavramlarının tehlikeli hale gelmesi ile moraller bozuldu, hayal kırıklarıyla içe doğru bir kapanma yaşandı.

Tarihin bu altüst oluşu içinde MHP’den uzanan el ve kurulan ittifak da milliyetçiliğin tutunacak bir dal olarak görülmesine yardımcı oldu.

Böylece Türkiye’deki dindarlar gözlerini ümmetten Türklüğe doğru çevirdiler.

Artık Dağlık Karabağ in, Gazze out. Aliyev in, Gannuşi out.

Devletle, tankla, tüfekle, jetle barışan dindarlar bu devletin resmi dindarları haline geldi.

Artık İslamcılar yok, yerli ve milli olan, devletinin yanında duran, dünya nimetlerini elde etmek, elde olanları korumak, artırmak ve dünyadan keyif almak isteyen insanlar var.

Bu insanların esas derdi dünya ile, ahiretle değil.

İşte bu ideolojik boşluğu da artık milliyetçilik dolduruyor.

Hayatla ve devletle barışık, kimseyi ahlaki kriterlerle sınırlamayan, dünyevi hayata izin veren ama aynı zamanda kimseyi de gavur yapmayan, dinin, milliliğin içinde tutan bir sihirli formül.

İşaret parmağı yerinde duruyor, ona serçe parmak ekleniyor, sonra diğer parmakla önde birleşiyor.

İşaret parmağı artık şehadeti değil, kurt kulağını temsil ediyor.

O yüzden bozkurt işareti yapmak artık hiç mesele değil.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —