Tarih: 31.01.2019 23:29

Irkçılık ve ulusalcılık?

Facebook Twitter Linked-in

Arapça bir kelime olan ve günümüzde giderek kavramsallaştırma yoluyla hayatımızda önemli bir yere ve kullanıma sahip bir kelime olan ?ırk´ kelimesi, birçok Arapça kelime gibi Kur´an´da geçmezdi.

Onun yerine, ?şuub, kavim, aşiret vb.? kelimeler, çoğu kez de türevleri ile birlikte çoğul olarak geçerdi. Ör. Aşiret kelimesinin aşair, kavim kelimesinin akvam biçiminde geçtiği üzere?

Bununla birlikte, yine Kur´an´da, sadece, ?köleleştirilmemiş insan´ anlamında, yani kişinin özgür olduğunu belirten ?hür´ kelimesinden günümüzde özgür ve özgürlük gibi kavramsallaştırmaların yapıldığı gibi, ırk kelimesi de tedavülde bolca kullanılmakta ve sosyolojik bir vaka olarak işlev görmektedir.

Öyle geliyor ki eğer insan türünü tanımlarken, gerek Arapça olarak ?şuub, kavim, aşiret´ ve ayrıca aslı Türkçe olan ?budun, boy, oymak´ kelimeleriyle tanımladığımızda, daha gerçekçi ve daha asla uygun davranacağımızı düşünmemiz gerektiği kendiliğinden ortaya çıkacaktı.

?Niye?´ dersek; insan türü dışında kalan canlı varlıkları ?insandan maddi ve anlam açısından farklı olarak- bir tasnife tabi tuttuğumuzda, ırk kelimesini, salt kelimeden yola çıkarak sadece, yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere canlı varlıklara hasredebilirdik. Örnek vermek gerekirse; Merinos ırkı, kedigiller; iğne yapraklılar, otsu bitkiler?

Buraya kadar belirtmeye çalıştığımız hakikatten hareketle diyebiliriz ki batıdan ziyade İslam dünyasında insan türü, ırk kelimesi çerçevesinde değil de, ya Arapça(kavim vs.) ya da öz Türkçe bir ifade ile söylersek ?budun´ türü kelimelerle bir tanıma tabi tutulmuştu.

Bununla birlikte ırk kelimesi kavramsallaşmış haliyle birlikte uzun asırlardır kültürümüzde kendisine belli bir yer edinmişti. Ama hep galat-ı meşhur; yani ?doğru bilinen yanlışlar´ olarak kalmıştı diyebiliriz?

İşte bundan dolayı, doğru bilinen yanlış/lardan hareketle, batıda öteden beri mebzul miktarda bulunan ırkçılılığı dile getiren olay ve olgular üzerinden, Türkiye´de Türklük kavramı üzerinden yapılan ve direkt konu ile ilgili teorik söylemler, yaklaşımlar ve ortaya konan pratikler, bizim, yapılan bir yanlışı da görmemizi engelliyordu.

Ki o da modern dönemin ?ulusalcı´ sosyologu hasebiyle Ziya Gökalp´in, bu topraklarda yaşayan ?çoğunluğu da Müslüman olan- hiçbir etnsiteyi ?ha!´ diyerek ortadan kaldırmadan, onların sadece Türklük içerisinde bir asimilasyona tabi tutulmasını öngören bir yaklaşım karşımıza çıkıyordu.

Bu yapılan, edilen işler mutlaka iyi şeyler olmayıp, sonucu açısından yanlış şeylerdi. Bunun aksini kabul etmek zaten asimilasyonu, kendine ve ait olduğu toplumuna karşı mutlakçı bir yabancılaşmayı  içerdiğinden benimsemek, onu onaylamak mümkün olmamaktaydı.

İçeriğini dolduran Müslüman unsurlardan dolayı Türk ulusçuluğu, temelde yanıltıcı da olsa, bir toprak parçası üzerinde yaşayan ve en azından kültürel olarak dahi ?Müslüman´ olarak addedilen halkların, yine Müslüman olarak hep birlikte bir potada tutulmaları, kaynaşmaları, kaynaştırılmaları anlamına geliyordu.

Burada öne çıkan şey, öteden beri bu topraklarda yaşayan, farklı kavmi kimliğe sahip olan insanların, yine kültürel bazda seyretmemeleri koşuluyla Türk olarak tanımlanmaları demek olup buna modern anlamda ulusalcılık deniyordu.

Zira yedi düvelin baskısına ve işgaline maruz kalmış bir ülkenin, bu belayı defetmesi için, hakikate aykırılık içerecek olsa da, yine temeli seküler batı mantalitesinden devşirilen bir form içerisinde, bir arada tutulması gerekiyordu!

İşte ondan dolayı, hem Türklüğü ön plana çıkarma, hem birçok ?yerli´ Müslüman kavmin ?katılımıyla´ yerleşik sosyolojik verileri tersyüz ederek Türk ulusu oluşturmak ve hem de yapılan, yapılacak olan yanlışların ırkçılık olgusu üzerinden okunmasını, anlaşılmasını engellemekti, esas gaye?

Bundan dolayı, günümüzde de örneği bulunan, ama oran açısından milliyetçi çoğunluk içerisinde azınlık olarak kaldığı bilinen ve kendini doğrudan ?Türk ırkçısı, ırkçı´ olarak tanımlayan ?negatif´ grupları sar-ı nazar ettiğimizde, ne ilk dönemlerde ve ne de günümüzde milliyetçi cenah kendini hiçbir şekilde ırkçı olarak tanımlamamaktaydı.

Böyle bir tanımlanmamaya gerekçe olarak, Türk milliyetçilerinin kendilerini Selçuklu ve Osmanlı pratiği üzerinden İslam ile kaim kılma düşüncesi, farklı kavimlere mensup Müslümanları, Müslüman kalma şartı içerisinde Türklüğe yaklaştırma gibi gerekçelerden bakıldığında, Türk milliyetçilerinin, çoğu kez de, onlara yönelik ve yer yer indirgemeci bir dille söylenen ırkçılık söylemi pek de kendine yer bulmamaktaydı.

ırkçılık ile ilgili görsel sonucu

Yukarıda değindiğimiz üzere, ulusalcılık düşüncenin kendisi bir yanılsama ile malüldü, ama cumhuriyetin ilk döneminde, çoğu da İslamcı olarak bilinen birçok şahsın, karşı tarafı tanımlamaya yönelik ırkçılık söylemi ve suçlaması, var olan realite karşısında havada kalıyordu.

İşte, içeriği kısmî olarak ulusalcılığın salt bir yanılsama olarak belirmesinin karşısında, bundan hareketle, yeni halinde baskıcılığına binaen, bir refleksle elde kalan mevcudu kaybetmeme, kaybettirmeme anlamında, oluşan yeni duruma ırkçılık üzerinden oluşan yaklaşım tarzı, ne yazık ki günümüzde karşılık bulmakta idi.

Buna aynı zamanda, başta Alman ırkçılığı gibi formlar üzerinden, kendi dışında bulunan insanları kadim bir gelenek içerisinde ?öteki ve barbar´ olarak tanımlayan bilumun Batı´nın yaklaşımına uygun bir şekilde vücut bulan ?karşı´ yaklaşımları da eklediğimizde, Türk ulusalcılığının ırkçılık olarak tanımlanma geleneği günümüzde de yer yer revaç bulmaktaydı.

Bu durum, Türk ırkçılığı olarak tanımlamaya devam edildiği sürece, modernleşmeye koşut olarak ortaya konan pratiklerin büyük çoğunluğunun mahiyetinin de halen anlaşılamadığı anlamına gelirdi.

Sonuçta Türk ulusalcılığını, zihnimize kazıdığı ?birlik, bütünlük´ söylemi açısından bir yanılsama ürünü olarak saysak dahi, ırkçılık söylemlerinin de pek bir realite içermediği gerçeği kendiliğinden ortaya çıkacaktı.

Böylece  sağın yükselişe geçtiği, bununla birlikte yaşadığı kavimlere ve ?göçmenlere´ ?eşitlik, dostluk, kardeşlik? çerçevesinde yaklaştığını öteden beri gözlemlediğimiz Avrupa solunun ?olumlu ve insani´ yaklaşımını istisna kıldığımızda Türkiye´de ulusalcılığa koşut olarak, Batı´da esas amilinin salt ırkçılık olduğu apaçık ortaya çıkmış olacaktı;

Demek ki o zaman Kemalistler Türkçülüğün, ırkçılık olmadığı savını ortaya atarken, sağcılaşan Batı´nın bugününü öngörmüş olabilmişler miydi? Bu soruyu unutmayalım deriz?




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —