Trump, Mayıs 2018’de Obama döneminde imzalanan anlaşmadan tek taraflı çekildikten sonra İran’a yönelik “azami baskı” kampanyası başlatmıştı. Tahran ise buna karşı “stratejik sabır” politikasını benimsemiştir. İran öncelikle Avrupa’nın Amerika’yı kararından vaz geçirmesi için Tahran lehine adımlar atması umuduyla anlaşmaya bağlı kaldığını ilan etti. Ancak aradan geçen bir yılda Avrupa’nın; ABD’nin kararına etkili bir şekilde karşı koyamadığı anlaşıldı. Bu, İran’ın pozisyonunu “bekle-gör” yaklaşımından çok daha iddialı bir yaklaşıma kaydırarak kendi eylem planını yeniden gözden geçirmesini de beraberinde getirdi. İran Cumhurbaşkanı Ruhani, yeni politikasını ilan ederken, anlaşmaya göre İran’ın beklentileri karşılanmadığı sürece küresel finans sistemine erişimdeki aksaklıklar ve ihracat kapasitesinin azalmasına rağmen nükleer anlaşmayı uygulamayacaklarını belirtti. İran’ın vermiş olduğu 60 günlük süre aslında Avrupa ülkelerini, ABD’ye karşı harekete geçirmeyi amaçlıyordu. İran, Avrupa’dan tatmin edici bir manevra görseydi nükleer anlaşmanın tamamen uygulanmasına geri dönebilirdi. Ancak beklediği destek gelmeyince Tahran açıklamalarının tonunu biraz daha sertleştirerek stratejisinin bir sonraki adımı olan nükleer silah söylemine geçti. İran’ın bu yaklaşımı pek başarılı olmadı aksine Tahran üzerindeki baskıyı daha da arttırdı. ABD İran’a yönelik ek yaptırımlar uyguladı. AB ise İran’ın nükleer silah çıkışlarına devam etmesi halinde anlaşmazlığın ve çözümsüzlüğün artacağını dile getirmekle yetindi. Ancak İran’ın nükleer silah söylemi stratejisi tehditlerle birlikte Tahran’a yeni fırsatlar da sunmakta. Bu manevra, İran’a daha önce JCPOA’da kısıtlanan bazı nükleer faaliyetlere devam etmesine olanak sağlamasının yanı sıra, ABD ve AB tarafında gelen baskının sonsuza dek sabırla karşılanmayacağının işaretlerini vermesi açısından önemli.
İran’ın “nükleer program” gibi hassas konularda karar verme süreci aşamalı ve -verilen politik tepki açısından- birbirinden bağımsız ele alınabilir. İran’ın ilk “stratejik sabır” döneminden, Ortak Kapsamlı Eylem Planı’nın son altı ayındaki agresif tutumuna kadar attığı her adımın, Tahran’daki siyasi akıl tarafından tamamen desteklendiğini belirtmek gerek. Bu gerçek, kısa vadede Tahran’ın tüm birimleriyle gerilimden yana olduğunu gösterse de uzun vadede dini lider Ali Hamaney de dâhil olmak üzere Batı ile yeni bir anlaşmaya istekli olunduğunun bir işareti olarak değerlendirilmelidir. İran dini lideri Ali Hamaney, bu süreçte iç ve dış siyasette etkin olan tüm birimlerin koordineli bir şekilde çalışmasını temin etti. Bu bağlamda Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi’nin nükleer politikanın “ortak akıl” anlayışıyla ilerletilmesi için temel parametreleri belirlendi. Konsey, -yönetim içindeki bütün ana güç merkezlerini bir araya getirerek- ulusal güvenliğin temini adına karar alma sürecini kolaylaştırmakla görevlendirildi. Bu bağlamda Hamaney’e bağlı siyasi ofis, yürütme organı, özellikle nükleer dosyanın takibinde etkin olan Devrim Muhafızları Ordusu ve pasif halde bekletilen diğer ordu temsilcilerinden oluşan ortak bir çalışma grubu “nükleer dosyanın yeniden inşası” üzerinde çalışmakta.
Bunlarla yetinmeyen İran, santrifüj araştırma ve geliştirme çalışmalarını genişletmeye devam ediyor. Ayrıca İran, geçtiğimiz Eylül ayında, daha önce JCPOA anlaşması kapsamında kaldırılan elindeki en ileri model olan IR-2 ve IR-4 santrifüjlerini daha da geliştireceğini, IR-4 ve IR-6 modelleri üzerinde sağlanan “uranyum zenginleştirme miktarı” anlaşmasından daha da fazla miktarı zenginleştireceğini duyurdu. Hatta İran Kasım ayında yepyeni IR-8 ve IR-9 modelindeki santrifüjleri geliştirmekte olduğunu iddia etti. Elde olan santrifüjleri geliştirmek ve yeni model santrifüjleri kullanmak gizli sığınaklarda yapılan uranyum zenginleştirme işleminden daha az gösterişli olsa da Batı’ya gözdağı verme açısından denenmiş en etkili yöntemlerden birisi. Zira İran’ın yeni nesil santrifüjleri edinme kapasitesi, yeni bir nükleer anlaşma öncesi İran’ı eskiye nazaran daha güçlü konuma taşıyacaktır. Tahran’daki siyasi akıl, yeni bir anlaşma olması halinde geliştirdiği santrifüjleri sökse bile bu süreçte kazandığı nükleer bilgi, birikim ve tecrübeler, “nükleer silah hafızasını” geleceğe taşıma adına İran için büyük avantaj olacak. Tüm bu gelişmelerin yanı sıra ABD’nin anlaşmadan çekilmesi sonrası Tahran’ın yaklaşımında da değişen yönler/anlayışlar mevcuttur. Öncelikle Tahran anlaşma çerçevesinde Batı’ya verdiği taahhütlerinden hangilerini ve ne zaman geri alacağı konusunda son derece ketum. Örneğin, İran Mayıs ayında yaptığı açıklamada uranyum zenginleştirme hususundaki sınırlamaları kaldıracağını söylese de bunu Temmuz ayına kadar yapmadı. İran, Avrupa ülkelerinin buna tepki göstermeleri için yeterli zamanı sağlamak için ilk adımı 60 gün geciktirdi. Öte yandan Tahran yönetimi, Fordov’daki zenginleşme çalışmalarına devam etmede dikkate değer bir işaret vermese de bu tesislerde nükleer araştırma ve geliştirme çalışmalarını yoğunlaştırdığı başka bir şekilde kamuoyuna duyurdu.
İran’daki yönetim anlayışının nükleer meselenin çözüme kavuşması adına ne kadar istekli oldukları konusu tartışmalı. Nükleer meselenin İran’daki yönetimi zinde tutması adına taşıyıcı bir özelliği var. Sert ekonomik ve siyasi yaptırımların İran’ı durdurmaya yarayacağı düşünülebilir. Batı’nın bu başarısız öngörüsü, İran’da yaşanan protestolarda mevcut yönetimin gücünü pekiştirmesiyle sonuçlandı. İran, anlaşmayı feshetmek ve yaptırımların yeniden başlaması için Batıyı tahrik edecek şekilde hareket etmese de daha fazlasını yapacak kapasiteye sahip olduğunu muhataplarına hissettirmiştir. Zira İran, yaptırımlar tekrar uygulanırsa, bu işaretleri hayata geçirebileceğini de geçtiğimiz yaz Hürmüz boğazındaki gerilimlerle ortaya koymuştur. Nitekim İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Erakçi, yakın bir dönemde Moskova’da yapılan bir konferansta İran’ın yıllarca süren müzakere ve işbirliğinin Batı tarafından karşılıksız bırakılması halinde taktik ve teknik adımların yanı sıra nükleer silahların Tahran tarafından yeni bir stratejik incelemeden geçirileceğini hatırlattı. Bu çıkışı, AB ülkelerine yönelik bir uyarı olmasının ötesinde Tahran’ın gelecekte olası bir nükleer anlaşmaya hazır olabileceğinin işareti olarak da okunabilir.
Gerilim devam ederken Tahran altı aylık zaman dilimlerini iyi kullandığı takdirde kendi politik söylemlerini destekleyecek birkaç yeni aksiyon daha üretebilir. Bunlardan ilki İran’ın anlaşmanın bozulması sonrası başlayan zaman çizelgesini avantaja çevirme çabaları. Bilindiği üzere İran, defalarca yüzde 20 oranına kadar uranyum zenginleşmeye devam edebileceği konusunu eylemden çok tehdit olarak sundu. Bu tehdit söylemi, anlaşmanın feshinden sonraki süreci Tahran lehine çevirmektedir. Nitekim Tahran altı aylık zaman zarfında santrifüj sayısını artırabilir, Natanz’a yeni santrifüjler ekleyebilir, daha fazla sayıda santrifüjler Fordov’daki uranyum zenginleştirme çalışmalarını genişletebilir. Bu süreçteki politik söylemlerin İran’a kazanç sağlayacak başka mekanizmaları da var. Bu bağlamda İran, IAEA’nın santrifüj faaliyetlerini ve üretim ekipmanını izleme hakkını engelleyebilir veya uluslararası denetçilerin uranyum zenginleştirme faaliyetlerine erişiminin önüne geçebilir. Bu durum, IAEA’nın Tahran’ın bu süreçte elde ettiği ekipman veya malzemelerin miktar ve çeşitliliğini tespit etmesini zorlaştıracağı anlamına gelmektedir. Söz konusu olasılık, Avrupa için kontrolden çıkmış ve takip edilemeyen bir İran anlamına gelmektedir ki bu durum her iki taraf için de yeni bir nükleer anlaşmayı daha da gerekli kılar.
Nükleer silaha giden yolda seçeneklerin çeşitlenmesine yönelik girişimler, İran’ın bu süreçte elde ettiği kazanımlardan. İran, her seferinde reddetse de yeni bir nükleer silah veya nükleer bomba yapımında önemli bir mesafe kat etmeye matuf bir pozisyonda. Devam eden süreçte Tahran, yeniden işleme faaliyetleri (İran şimdilik bu kabiliyete sahip değil) üzerindeki kısıtlamalara veya silahlanma konusundaki adımlarına ilişkin yasaklara bağlı kalmayacağını açıklamayı tercih edebilir. İmzalanan nükleer anlaşmanın silahlanma ile ilgili bölümünde yer alan “silahlanma ile ilgili faaliyetlerdeki kısıtlamalar” Batı için önemli bir aşamadır ve bunun İran tarafından iptal edilmesi, Tahran’ın muhatapları açısından en endişe verici konulardan birisidir. İran bu noktada şunu iddia etmektedir: Üretilen veya geliştirilen silahların birçoğu mutlaka nükleer madde gerektirmemektedir. Dolayısıyla IAEA, anlaşmaya uygunluk açısından bu silahların varlığını veya yokluğunu doğrulama, teyit etme veya ispat etme hakkına sahip değildir.
Son olarak, İran’daki bazı radikal seslerin İran’ın JCPOA’dan çekilmesini savunduğu ve Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’ndan (NPT) ayrılma tehdidinde bulunduğu bilinmektedir. Ancak, bu adımların yukarıda belirtilen gelişmelerden daha düşük bir olasılık olduğunu söylemek gerekir. Tek taraflı olarak JCPOA’dan geri çekilmek, İran’ın diplomatik zeminini kaybetmesine sebep olacaktır. İran’ın üzerinde yoğunlaştığı konu anlaşmanın tamamen bozulması halinde sonraki anlaşmaya olabildiğince kuvvetli bir konumda olmaktır. Diğer taraftan Trump’ın kararı sonrası Avrupa’nın yaşadığı belirsizlik, İran’a; BM tarafından uygulanan yaptırımların gevşetilmesi anlaşmasından faydalanma fırsatı veriyor. İran’ı canlı tutan başka bir etken ise gelecek ABD seçimlerindeki birçok adayın JCPOA’ya geri dönme sözü vermesi. İran’ın hem NPT’den hem de varılan nükleer anlaşmadan tamamen geri çekilme olasılığı düşük bir ihtimal. Batı’ya göre Tahran’ın NPT’den ayrılması, savaş söylemi üzerinden geliştirilen politik dilin yanı sıra barış olasılığının da kaybedilmesi demek. Öte yandan bu durum, NPT’den çekilmiş bir İran’ın nükleer caydırıcılığını kaybetmesi anlamına da gelmekte. Nihayetinde İran sessiz ve derinden adımlarla yeni bir nükleer anlaşma zemini arıyor. Tahran’ın bir sonraki adımı öngörülebilir olmaktan çok uzak. Her iki tarafın da nükleer dosyada bugüne kadar gösterdiği karşılıklı tepki, çözümsüzlüğü de beraberinde getirdi. Batı tarafı, anlaşmadan çekilerek Tahran’ı siyasi ve iktisadi baskı altına almakla İran’daki müesses nizamı daha da güçlendirdiğini anladığı bir süreci yaşıyor. Önümüzdeki süreç ABD’nin “maksimum baskı” stratejisinin İran’ın -yerini gizli tuttuğu yerlerde- nükleer ilerlemesine katkı sunduğunu anlayacağı bir dönem olacak. Tahran’ın da içinde bulunduğu zor süreci aşmak adına, en iyi seçeneğin yeni bir nükleer anlaşmaya ihtiyaç duyduğunun farkında. Ancak daha iyi bir anlaşma için gerilimi arttırmak adına Batı’dan daha çok seçeneği var.