Tarih: 19.10.2019 11:35

İRAN’IN “BARIŞ PINARI HAREKÂTI” TAVRI: EBEDÎ DOSTLUK YOK, REEL POLİTİK VAR!

Facebook Twitter Linked-in

Barış Pınarı Harekâtı başlarken İran İslâm Cumhuriyeti’nin söz konusu askerî operasyona açık destek vermekten imtina edeceği, dahası Ankara ile Şam arasında bir arabuluculuk işlevi görmek isteyeceği üç aşağı beş yukarı belliydi.

Belliydi belli olmasına ancak özellikle bir kısım İran basını tarafından pompalanan ve düşmanlığın kıyılarında gezinen içerikler İran’da çekincelerin de ötesinde konumlanan bir öfkenin parladığına işaret etti.

Evvelâ bazı basın kuruluşlarının himâyesinde ateşlenen tepki fitilleri, kademeli olarak devletin zirvesine, akabinde de din adamlarına ve muhtelif sanatçılara kadar sirayet etti.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Meclis Başkanı Ali Laricani ve Dışişleri Bakanı Cevat Zarif Türkiye’ye operasyonu “derhal” durdurması için çağrıda bulundular.

Hatta Laricani Türkiye’ye planladığı resmî ziyareti iptal ettiğini duyurdu.

21-22 Ekim 2019 tarihlerinde düzenlenecek olan TRT World Forum’a katılması beklenen eski Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad da İstanbul seyahatini ertelediğini paylaştı.

ran Meclisi üyeleri oldukça sert ifadelerle Barış Pınarı Harekâtı’nı kınadılar. 11 Ekim 2019 tarihinde ise ülke genelindeki Cuma hutbelerinde din adamları Türkiye’nin “Moğolvarî bir saldırganlıkta bulunduğu” ve “Osmanlı rüyasıyla ABD zemininde oynadığı” gibi formüllere başvurmak suretiyle haddi aşan bir tarzda şiddetli hücumlarda bulundular.


Peki, İran niçin böylesi katı bir tavır sergiledi?

Birincisi, İran Barış Pınarı Harekâtı’nın bölgede kendi çıkarlarına tehdit oluşturduğunu düşündü.

Türkiye’nin geçmişte yürüttüğü iki operasyona (Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı) kıyasla Barış Pınarı Harekâtı’nın İran’ın sahadaki kontrol ve etkinliğini etkisizleştireceğini, dahası mevcut kazanımlarını eritebileceğini değerlendirdi.

Çoğunlukla kuzey bölgelerde mevzilenen PKK-YPG teröristlerinin Barış Pınarı Harekâtı vasıtasıyla daha güney bölgelere kaydırılacağı, dolayısıyla İran için stratejik önemi haiz El-Kaim (Irak) / Ebu Kemal (Suriye) Sınır Kapısı çevresinde sağlanan denetimin baskılanacağı kaygıları bu anlamda belirleyici olmuştur. 

Bilindiği üzere söz konusu Sınır Kapısı İran’ın Lübnan’a (dolayısıyla Hizbullah’a) ve elbette İsrail sınırlarına ulaşabilmesi için fevkalade önemli bir ikmal hattını simgeliyor.


İkincisi, Türkiye’nin Şam yönetimiyle bir diyalog başlatması ihtimali İran için arzu edilen bir senaryo değil.

Şayet böylesi bir perspektif ete kemiğe büründürülse dahi, İran mevzubahis diyalogun Tahran kanalıyla başlatılmasına taraftar.

Nitekim Ruhani ile Zarif’in bu minvaldeki ısrarcı açıklamalarının ardında yatan hakiki sebebi de bu vesileyle daha kolay anlayabiliriz.

Esad’ın Suriye’deki İran varlığından rahatsızlık duyduğu dönem dönem dillendiriliyor.

Her ne kadar İran’ın savaşta verdiği desteğe minnettar olsa da, Esad ülkesinde İran’ın gereğinden fazla nüfuz elde etmesini istemiyor.


Muhtemel bir Ankara-Şam yakınlaşmasının (yahut en azından diyaloğunun) İran açısından içinde barındırdığı önemli riskler var.

Bunlardan en hayatî olanı ise hâlihazırda Suriye’de bulunan Fatimiyyun ve Zeynebiyyun Tugayları’nın geleceğiyle ilgili. 

Suriye’deki “yabancı savaşçıların” akıbetinin ne olacağı çok yakında tartışmaya açılacak gibi duruyor.

Hâl böyle olunca, Moskova-Ankara-Şam üçlüsünün bu planda icra edeceği bir “yoğunlaştırılmış koordinasyon” vücut bulduğu takdirde, İran’ın bir anda denklem dışında kalabileceği gayet iyi biliniyor.


Üçüncüsü, İran hem kendi sınırları dâhilindeki hem de hariçteki Kürtlere bir mesaj vermek istedi.

Kendi ülkesindeki Kürt nüfusun yaşadığı bölgelerde bir hareketliliğin yaşanmamasını ve bu anlamda PJAK’la girilecek yeni bir çatışma sürecine sıcak bakmadığı için İran temkinli yaklaştı.

Dahası, İran Suriye’deki YPG varlığının kendi menfaatlerini (yukarıda da tasvir edildiği üzere) hedef almasını şimdilik istemiyor.

Irak’ta da özellikle KYB üzerinden Kürt nüfusa hitap etmeyi başaran İran, ülkede yaşanan son İran karşıtı gerginliklerin de ışığında bölgedeki imajını sağlam tutmak amacını güdüyor. 

Nitekim Doğu Azerbaycan Eyaleti Milletvekili Muhammed Hasan Nejad’ın sarf ettiği, “Burası İran Meclisi mi yoksa Suriye Kürtlerinin meclisi mi? Biz düne kadar onlara ‘ABD’nin desteklediği teröristlerdir ve askerlerimizi şehit ediyorlar’ diyorduk. Şimdi ne oldu da bu teröristler için üzülüyoruz?” sözleri İran’ın bahsini ettiğimiz şablona uygun olarak nasıl bir diplomatik manevra teşebbüsünde bulunduğunu da açıkça ortaya koyar mahiyettedir.


Dördüncüsü, İran devleti içinde vuku bulan birtakım güç mücadeleleri vardır.

İstihbarat Bakanlığı ile Devrim Muhafızları arasında cereyan eden önemli anlaşmazlıkların (hatta çatışmaların) tezahürlerini çok yakıcı bir biçimde Türkiye’nin yürüttüğü Barış Pınarı Harekâtı’nın üzerinde görmemize imkân verdi.

İran’daki bazı Kürt ve Ermeni grupların İstihbarat Bakanlığı bünyesinde yadsınamayacak bir güç teşkil ettikleri herkesin malûmu.

Dahası, İstihbarat Bakanlık aralarındaki rekabetten de faydalanmak suretiyle sahadaki unsur olan Devrim Muhafızları’nı zorda bırakmayı istediği ihtimali de dikkate alınmalıdır.

Harekâtın ilk saatlerinden itibaren Türkiye’ye karşı evvelâ bir kısım İran basınında estirilen düşmanlık havasının İstihbarat Bakanlığı’nın bir marifeti şeklinde zuhur etmiş olabileceğini de titizlikle değerlendirmek gerekecektir.

İran’da özellikle reformistlere yakın medya mecralarında kullanılan dil ve üslûbun yenilir yutulur cinsten olmadığı açıktır.

Ne var ki bu hattın tam olarak nereden mülhem olarak kaynaklandığı ve örgütlendiği ayrıca sorgulanmaya muhtaçtır.


Beşinci ve son nokta olarak ise, denilebilir ki İran bölgede güçlenen bir Türkiye gerçeğini kabullenmemektedir.

İki ülke arasında asırlara dayanan rekabet birikimi temelinde İran’ın özellikle Ortadoğu coğrafyasında etki sahasını büyüten bir Türkiye’den haz etmediği ve etmeyeceği biliniyor.

Ağır ekonomik yaptırımlar ve ciddi müdahale tehditleriyle boğuşan bir İran açısından Türkiye’nin böylesi bir askerî operasyona girişmesi bölgedeki “dominium” hesaplarını tahrip etmekte ve ikili rekabetteki dengeleri bozmaktadır.

Ne gerekçeyle olursa olsun, İran’ın Barış Pınarı Harekâtı karşısında sergilediği celalli tavrın ilerisi için ikili ilişkilerde İran’a faydadan çok zarar getireceğini düşünüyorum.

Doğrudur, devletlerarası ilişkilerde kalp yumuşaklığına yer yoktur ve bu anlamda “ebedî dostluk” (yahut “ebedî düşmanlık”) anlayışının da bir karşılığı bulunmaz.

Devletlerin yalnızca çıkarları olur. Çıkarları karşılıklıyla ne âlâ. Değilse, o hâlde ona göre mukabele edilir.


Suriye krizinin çözümünde mutlaka İran’ın da oynayacağı bir rol vardır. Dolayısıyla Türkiye, İran’la birlikte çalışmaya devam edecektir.

Bu anlamda Barış Pınarı Harekâtı’na verilen ağır tepkilerin kısa vadede iki başkent arasında bir sürtüşmeye sebebiyet vereceğini zannetmiyorum.

Ancak devletlerin çıkarları olduğu kadar, hafızaları da vardır.

Ve Türkiye’de devlet aklının son günlerde İran cephesinden yükselen karşı-kampanyaları şimdiden belleğinin bir köşesine attığına inanıyorum.

Cevabı nasıl ve ne zaman verilir, bunu zaman tayin edecek.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —