İRAN'DAKİ SİYASAL ÖZGÜRLÜK

İran uzmanı Cemalettin Tasken “Devrimden önce Şah’ın İran’ı baskı ve zulümle yönettiği doğru ancak Şah’tan sonrası da siyasi özgürlükler namına pek umut vadetmiyor” diyor.

İRAN

İran, Ortadoğu coğrafyasının dinsel ve mezhepsel açıdan çeşitlilik arz etmesinin yanı sıra siyasi açıdan da en karmaşık ülkelerinden birisidir. Bu niteliklerine doğal kaynaklar bakımından zengin oluşu ve teokratik anlayışın karar alma mekanizması üzerindeki etkisi eklendiğinde, özellikle devrimden sonra ülkenin hareketli dönemlerden geçmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu minvalde Kaçar Hanedanlığı’nın (1794–1925) sonunu hazırlayan Tütün İsyanları, Şah döneminde yaşanan Modernleşme Hareketleri, 1979 İran Devrimi ve özellikle Muhammed Hatemî ile başlayan reform hareketleri gibi gelişmeler, her ne kadar sadece siyasal içerikliymiş gibi algılansa da, temelde toplumsal alanda yaşanan değişim ve dönüşümlerin, siyasi alana yansımaları olarak değerlendirilebilir.

Tarihin seyri içerisinde meydana gelen muhtelif yönetim anlayışlarının, zamanla toplumun normal yaşamından çıkarak bir baskı aracına dönüşmesi, kendisinden bir sonraki dönemde oluşan muhalefet hareketlerinin zeminini hazırlamıştır.  Siyasal gelişmelerin ortaya çıkışında rolü olan dinamiklerin başında sınıf, kültür yapısı,  ekonomik unsurlar ve demokratikleşme sürecinde yaşanan yeniden yapılanmalar gelmektedir. Öte yandan İran’ı konu alan çalışmaların çoğunda, yaşanan gelişmelerin kaynağının yalnızca İran Devrimi’ne indirgendiğini görmek mümkündür. Ancak dönüşüm yaşayan her toplum gibi, İran da gerek iç dinamikleri, gerekse bölgesel ve küresel olaylar çerçevesinde devrim öncesinde ve sonrasında büyük ve sancılı bir değişim geçirdiğini ve bu sürecin hâlâ devam ettiğini unutmamak gerekir.

İran’daki toplumsal yapının, gelen her yönetimin, zamanla güvenlikçi bir anlayış benimsemesi ve kendisine karşı oluşturulan muhalefetle yaşanan krizler döngüsü içerisinde şekil aldığını söylemek mümkündür. Ancak ülkedeki sosyal yapıyı yalnızca bu minvalde ele almak eksik değerlendirmeye yol açacaktır. Bu nedenle İran’ın toplumsal yapısının oluşumunda, başta din olmak üzere fikir akımlarının, bölgesel ve uluslararası şartların, bir mezhep veya etnik kökene aidiyet duygusunun etkisini gösterdiğini vurgulamak gerekir. Örneğin -yakın tarihe ışık tutması hasebiyle- 2009 yılından itibaren ismi duyulmaya başlanan Yeşil Hareket, hem İran toplumunun difüzyona  maruz kaldığının, hem de İran’ın dönüşümde nasıl bir nirengi noktası teşkil ettiğinin gözlemlenmesi açısından önemlidir. Bu hareket, değişen ve dönüşen İran halkının, sistemle ilk kitlesel çatışması olması bakımında mühimdir. Bu bağlamda, İran toplumunun değişerek dünya sistemlerine entegre olma isteği zaman zaman Devrim’in temel dinamikleriyle çatışmış ve İran siyaseti bazı dönemlerde bu karşılaşmadan ötürü yaşanan halk hareketlerine şahit olmuştur. Genç ve dinamik bir nüfusa sahip İran’ın özellikle 5. Cumhurbaşkanı Muhammet Hatemî döneminden (1997-2005) itibaren reform isteği giderek artmış ve bu talep, Dini Liderlik tarafından farklı manevralarla zayıflatılmaya çalışılarak muhtelif mecralara kanalize edilmiştir. Kesin olan şu ki; yönetim anlayışının üstün gayretine rağmen İran’daki halk hareketleri, ülkede değişen politik algılar nedeniyle bundan sonra da devam etme eğilimi gösterecektir.

Modernleşme süreci ve demokrasi anlayışının yeşermeye başladığı dönemlerden günümüze kadar geçen sürede İran’daki demokrasinin, mutlak gücü elinde bulunduran yönetim tarafından çıkarlar uğruna kullanılabilecek bir araç olduğu söylenebilir. İran’da var olan siyasal sistemin ve demokrasi anlayışının nasıl işlediğine bakılacak olursa karşılaşılan tablo şu şekildedir: Devrim sonrası İran’ında, 1979’dan bu yana seçimler yapılmaktadır. Ancak ülkedeki siyasi atmosferi sıkı sıkıya kontrol eden üç önemli aktörün bulunması, demokrasinin varlığına gölge düşürdüğü fikrini canlı tutmaktadır. Bu üç aktör arasında Ruhani liderler/Ulema; üyelerinin yarısı Velayet-i Fakih  tarafından atanmakta olan Anayasayı Koruyucular Konseyi (AKK)  ve İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) -diğer adıyla Pasdârân- bulunmaktadır.

Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinde, seçilmek üzere halka sunulacak olan adayları Anayasayı Koruyucular Konseyi belirler ve bu konsey, aralarında bazı kıstaslara uymayanları eleme yetkisine sahiptir. Söz konusu kıstaslar arasında Anayasayı Koruyucular Konseyi için en önemlisi, anayasada da belirtildiği üzere Devrim ve Şeriat’ın ilkelerine olan sadakat ve bağlılıktır.  Seçilmiş liderler bile son sözü söyleme yetkisine sahip değillerdir. Konseyin kutsal görevi İslami Yasalar’ı, yani Şeriat’ı korumaktır ve anayasanın prensiplerine aykırı davranıldığında bu konsey görevini yapmak üzere devreye girer.

Bu üç aktörün - özellikle de ulemanın- kilit pozisyonlardaki varlığı, İran’da ikili bir güç yapısının oluşumuna zemin hazırlamıştır:

1- Ulemanın kontrolündeki teokratik yönetim

2- Seçimle başa gelmiş olan hükümet

Bilindiği üzere, 1979 İran Devrim sonrası ülkede, teokratik bir yönetim anlayışı hâkim oldu. Şah ülkeyi terk etti ve Şah’ın düşüşü, “muhalefet eden” ve “muhalefet edilen” bağlamında İran’daki dengeleri değiştirdi. Ayetullah Humeyni, yeni rejimde ulemayı kilit noktalara yerleştirdi. Artık Şah’a muhalefet eden ve onu devirenler, muhalefet edilen olmuşlardı. Devrimden sonraki geçici hükümetin başkanı Mehdi Bazergân’ın, istifasından hemen önce söylediği şu sözler de, ulemadaki değişimin belgesi niteliğindeydi.

Devrimden sonra beklenmedik ve öngörülemez bir şey oldu. Ulema ayağımızı kaydırdı ve ülke yönetimini ele geçirmeyi başardı… Bu itibarla tüm siyasi partiler devrimden sonra sessizliğe gömüldüler...”

Bu bağlamda ulemanın, İran’daki siyasi mekanizmaları kökten değiştirmiş olan bu gücü nasıl elde ettiği sorusu önem arz etmektedir. 1979 devriminde halkla omuz omuza mücadele eden ulemayı, halkı bırakıp iktidarın tarafına geçiren gelişmelere dikkatlice bakmak bugünkü İran’ı anlamamıza yardımcı olabilir. Bu noktada ilk çatlaklara Ayetullah Humeyni’nin neden olduğu görüşü ağır basmaktadır. Ulemanın halkı seferber etme konusundaki potansiyelinin farkında olan Humeyni, yeni doğmuş İslami yönetim anlayışını böylesine güçlü bir muhalefetin eline bırakmak istememiştir. Bu yüzden ulemayı kendi tarafına çekerek onların muhalif eğilimlerini saf dışı etmiş, bunun sonucunda ulema üyeleri, ya yeni yönetimin anlayışını benimsemek zorunda kalmış, ya da ötekileştirilmiştir. Oysa 1979 Devrimi’ne kadar İran’da muhalefet kavramı tek bir şeyi ifade etmekteydi: Şah’a karşı olmak. Şahı devirmek olarak tanımlanmış ortak bir amaç, çok çeşitli siyasi görüşleri barındıran İran muhalefetini bu amaç etrafında bir araya getirmekte ve birliği sağlamaktaydı. Bu görüşler arasında başta Ulema olmak üzere Muhafazakârlar, Radikal-Solcu, Radikal-İslamcı, Seküler-Liberal ile İslamcı-Liberal, Reformistler ve daha birçok farklı ideolojiden gruplar bulunmaktaydı. Bu gruplar “bazaar”  olarak adlandırılan İran tüccar sınıfı, üniversite öğrencileri, öğretmenler, beyaz yakalılar, aydınlar ve ulemadan oluşmaktaydı.  Burada Humeyni’nin, özellikle muhafazakârlar ile Seküler/Solcuları birleştirici rolü de önem arz etmektedir. Devrim sonrasıyla ilgili planları konusundaki ketumluğu, bu grupların güvenini kazanarak onları birleştirmede Humeyni’yi başarıya ulaştırmıştır. Fakat en büyük tartışmalar, Humeyni “yüzde yüzlük bir İslamî anayasa” talep ettiğinde başlamıştır.

Halkın bütün kesimi tarafından omuz omuza verilerek başarılan devrimden sonra Şah’a muhalefet eden ve onu devirenler, özellikle İran-Irak savaşının (1980-1988) başladığı dönemden itibaren muhalefet edilen taraf olmuşlardır. Ayetullah Humeyni’nin devrim öncesi sosyal ve siyasî hayata dair bulunduğu vaatler fazla uzun sürmemiş, ilerleyen yıllarda devrimden büyük umut bekleyen İran halkına karşı baskı ve zulüm yeniden filizlenmiştir. Dolayısıyla “muhalefet” ile kastedilen taraf/kitle değişmiş, yönetimi elinde bulunduran kesim tarafından İran Devrimi’ne önemli katkılar sağlayan kesime karşı yeni bir mücadele anlayışı benimsenmiştir. Dönemin benimsenen anlayışına göre, İran’da muhalefet hükümeti hedef almak zorunda değildi. Hatta hükümetin de yönetici elit ile çatıştığı dönemler olabiliyordu. Nitekim reformcu liderler döneminde yaşananlar tam olarak bu güç savaşını yansıtmaktaydı.

İran’daki siyasi atmosfer, Rafsancani ve Hatemi gibi liderler döneminde zaman zaman yatışma emareleri göstermiş olsa da, devrimden sonra kötüye gitmiştir. Bu reformcu liderler döneminde siyasi partilerin kurulmasına izin verilmiş; demokrasi, modernleşme, insan hakları ve özgürlükler konularında göze çarpan gelişmeler kaydedilmiştir. Özellikle Hatemi döneminde halkı heyecanlandıran reformlara girişilmiş ama bu girişimler, devrim ilkeleri ihlal ediliyor gerekçesiyle muhafazakâr kesim tarafından engellenmiştir. Hatta yönetimin şiddetli tepkilerine maruz kalan reformcuların döneminde baskı ve zulüm daha da artmış; siyasi partiler kapatılarak aykırı fikirlerin savunucuları siyasi makamlardan bertaraf edilmiştir. Aynı nedenle gazeteler kapatılmış, muhalefetten birçok insan tutuklanmış, işkence görmüş, sürgüne yollanmış veya idam edilmiştir.

Ulema arasında, yönetimin uygun olmayan bu uygulamalarına karşı gelen bazı ılımlı kimseler olsa da, yönetimde her zaman Humeyni’nin yolundan gittiğini iddia eden sertlik yanlısı ulemanın ve radikal muhafazakârların üstünlüğü söz konusu olmuştur. Özellikle Ahmedinejad döneminde bu grup çok fazla güç kazanmış, sonunda neredeyse tüm reformcuları siyasi sahneden elemişlerdir. Üst üste iki dönem yönetimde bulunmasının ardından yapılan 2009  seçimlerinde Ahmedinejad seçimleri kazanmış, bu da seçimlere hile karıştırıldığını düşünen halkın şiddetli tepkisine yol açmıştır. Milyonlarca insan ellerinde “Oyum nerede?” pankartlarıyla sokağa dökülmüştür. Daha önce bahsi geçen ve Yeşil Hareket olarak bilinen barışçıl protestolar şiddetle bastırılmıştır ve yüzlerce protestocu tutuklanarak işkence görmüş veya öldürülmüştür.

Tutuklananlar arasında bulunan Yeşil Hareket’in liderleri Hüseyin Musevi ile Mehdi Kerrubi, Şubat 2011’den beri haklarında tek bir dava dosyası bile olmadan ev hapsinde tutulmaktadır. Devrimden önce Şah’ın İran’ı baskı ve zulümle yönettiği doğru; ancak Şah’tan sonrası da siyasi özgürlükler namına pek umut vadetmiyor. Nitekim 2015’in Şubatında yayınlanmış olan bir haber bu umutsuzluğu günümüze kadar taşıyor. Habere göre, İran’ın ılımlı-reformist cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin, Yeşil Hareket’in ev hapsinde tutulmakta olan liderleri Mir Hüseyin Musevi ile Mehdi Kerrubi’yi serbest bırakmayı aklından geçirmesi bile rejimin katı muhafazakârlarının sert tepkisiyle karşılaşmıştır. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in “Onlar ağır bir suç işlediler ve mahkemenin çok daha ciddi bir kararıyla yargılanmadıkları için müteşekkir olmalılar.” açıklaması İran’daki siyasi özgürlüğün bugünkü halini özetler niteliktedir.