İranlı yetkililerin yeniden nükleer anlaşma tartışmalarını ve uluslararası toplumla yaşadığı krizi başlangıç noktasına döndürme yöntemini seçme nedeni, İran’ın dini lideri Hamaney’in hutbede yaptığı açıklamayla uyumlu bir görüntü verme gayreti olabilir.
***
İran rejiminden birçok yöneticinin AB Troykası’nın (İngiltere, Fransa ve Almanya) nükleer anlaşmanın 37’inci maddesindeki İhtilaf Çözüm Mekanizması'nı işletme kararına tepki olarak verdiği yanıtlar bir kenara bırakılacak olursa, muhafazakar cepheden Eski İran Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanı Haşmetullah Felahatpişe’nin yaptığı ciddi uyarılar İran sokağındaki endişenin boyutlarını gözler önüne seriyor.
Bu sefer ki endişeler, muhalefet ve reform cephesinin mevcut olandan daha radikal bir dil ve söylemden duyduğu endişeyle sınırlı değil. Bilakis ordunun başındaki grupların yaptığı uyarıların da bu endişeleri haklı çıkardığını söylemek mümkün. Ancak rejim yöneticilerinin, bu noktadaki endişelerin gelecekte rejimin gidişatı ve kaderini etkileyebileceğini göz önünde bulundurmalıdır.
Felahatpişe’nin yaptığı uyarılar, İran Meclis Başkanı Ali Laricani’nin tehditlerini daha da belirgin bir hale getiriyor. Nitekim Laricani, Tahran’ın Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile iş birliğini gözden geçireceğini ve konuyla ilgili yasa tasarısının meclis masasında olduğunu söyledi. Laricani, AB Troykası’na İran’a karşı adilane davranmasını aksi takdirde bu adımı atma tehdidinde bulundu.
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ise Laricani’den de daha sert bir çıkış yaparak, İran dosyasının BM Güvenlik Konseyi'ne taşınması halinde, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması'ndan (NPT) çekileceklerini açıkladı. Zarif’in açıklaması, İran’ın müttefiki olan Rusya’dan bile tepki çekti.
İranlı yetkililerin yeniden nükleer anlaşma tartışmalarını ve uluslararası toplumla yaşadığı krizi başlangıç noktasına döndürme yöntemini seçme nedeni, İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in 17 Ocak Cuma günü hutbede yaptığı açıklamayla uyumlu bir görüntü verme gayreti olabilir. Hamaney, söz konusu açıklamasında daha önce nükleer silahların haramlığı noktasında verdiği dini fetvadan neredeyse sapmak üzereydi. Hamaney hutbenin sonunda, "İran’ın gücüne güç katma yönündeki ulusal çabalar, onurlu yürüyüşü sürdürmenin tek yoludur. İran ve halkı Allah'ın izniyle yakın gelecekte öyle bir noktaya veya aşamaya ulaşacak ki düşman tehdit etme cüretini bile kendinde bulamayacak" ifadelerini kullandı.
Bu ifadeler İran yönetiminin, uluslararası toplumla olan ilişkilerin çökmesi üzerine nükleer silah seçeneğini ciddi bir şekilde düşündüğünün işaretleri olarak görüldü. Ancak Laricani ve Zarif’in açıklamaları muhtemelen Hamaney’in bu ifadelerinin gözden kaçmasına neden oldu.
Diğer yandan, uluslararası diyaloğun başlatılması, belki rejim içerisinde dengeyi sağlayan tarafların, pusulanın yönünü değiştirmesine ve böylece nükleer seçeneği gündeme getiren ve Avrupa ile ilişkileri kesmeyi savunan çevrelerin önündeki yolu kapatmasına katkıda bulunabilir. Uluslararası çevrelerin, Hamaney’in yaptığı gibi örtülü tehditlerden uzak bir şekilde müzakere ve pazarlığın mümkün olduğu bir diyalektiği hayata geçirmesi, nükleer seçeneğin İran’a karşı tehditler noktasında caydırıcı olduğunu düşünen aktörlere bu tutumu yeniden gözden geçirmesinde yardımcı olabilir.
İran içerisinde mantıklı hareket eden tarafların, ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesi ve İran’a yönelik yaptırımları yeniden uygulamaya koyma krizi karşısında diplomasi söylemine darbe vuran AB’yi ve özellikle de Troyka’yı suçlamaktan başka yolları yok. Bu ülkeler, İran üzerindeki ekonomik baskıyı hafifletecek INSTEX olarak bilinen özel ticari mekanizmayı aktifleştirme vaadini yerine getirmek bir yana dursun, ABD’nin İran’ı kuşatma yaklaşımına destek verdiler.
Bu suçlamaların ve gerilimi tırmandırmayı hedefleyen açıklamaların arkasında, ordunun rejimin siyasi, idari ve ekonomik kurumları üzerinde giderek hızlı bir şekilde tahakküm kurmasının, mantık ve siyaset dilinin yerini şiddet söylemlerine bırakabileceği endişesi yatıyor. Bu da söz konusu devletlerin günün sonunda müzakere yapmak için muhatap olarak sadece orduyu bulabileceği anlamına geliyor.
İran’da reform cephesine mensup Milletvekili Pervane Salahşuri’nin, orduya, kışlalarına dönme ve siyasi ekonomik işlere müdahale etmeme çağrısını bu endişenin bir neticesi olarak görmek mümkün.
İran’ın, Troyka’nın İhtilaf Çözüm Mekanizması’nı işletmesi çerçevesinde ABD’nin çekilmesi sonrasında anlaşmayı kurtarmak için elinden geleni yaptığını söyleyerek kendini savunmaya ve nükleer anlaşmada yer alan 36’ıncı maddeyi bahane ederek yükümlülüklerini azaltmaya devam etmesi halinde, elinde Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması'ndan çekilme veya UAEA ile iş birliğini durdurmaktan başka bir seçenek kalmayacak.
Tüm bu seçenekler ise İran’ın yükümlülüklerini azaltma kararından geri adım atma imkanını geri dönülmez bir yola sokuyor. Dolayısıyla İran, sadece yaptırım ve ambargoyla sınırlı kalmayacak hatta bunun da ötesine geçerek uluslararası koalisyonun askeri seçeneğe başvurması gibi bir sonucu beklemelidir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Halil Erdoğan