Ada vapurlarında saçlarını Marmara rüzgarına emanet etmiş, kapkara gözlü ve saçlı İranlı genç kadınların ülkelerinde izin verilmeyen bu en temel insan hakkından yoksun kalmalarından hep hüzün duymuşumdur. Ki buna ben gibi Arap olan devletlerdeki benzer uygulamalarda da aynı hüznü hissetmişimdir.
Baş örtmek iman etmenin bir rüknü olsa bile kimseye zorla ibadet dikte edilemez. İran bunu 40 yıldır yapıyor. İranlı kadınlar ülkelerinde bu despotik uygulamayı aşmak için türlü gayret içindeler.
İran’ın kadınlara yeten siyasi erkinin acınacak hali ise, son gelişme ile bir kez daha kendini ifşa etti.
Kafesteki bir muhabbet kuşunu pompalı ile avlamak ne kadar avcılık ise, bir dolu güvenlik tedbiri uygulayıp uçurduğunuz uçağı kalkıştan birkaç dakika sonra füze ile vurmak da o kadar ülke savunmaktır.
İran rejiminin sefil hale geldiğinin resmini bundan iyi gösteren bir örnek bulamazsınız. Ülke hava sahasında düşman uçakların halüsinasyonunu gören bir rejimden söz ediyoruz.
Tahran’a ulaşan bir düşman uçağı onca yolu, ‘radarlara yakalanmadan nasıl kat etmiş?’ merak etmeden, en büyük havaalanından kalkan uçağı indirmekte tereddüt etmeyen bir rejim için ne söylenebilir..?
İran gibi kadim bir medeniyetin düştüğü bu trajik hali tarif etmek için uygun sözü bulmak kolay değil. 1980’den beri içeriyle dışarıyla hep itişme içinde olan İran’ın, sonunda vardığı paranoyanın hava sahasında uçak düşürmeye evrilmesi için söylenecek söz yok.
İran İslam Cumhuriyeti’ni kimsenin sevmediğini kıymetli generalinin kaybında teşhis ettik. Böyle bir olay neden Paraguay’ın ya da İsviçre’nin başına gelmiyor da, İran’ın başına geliyor düşünmek lazım.
Her zaman Türkiye için zikrettiğim bir tarihsel facia olan soğuk savaş dönemi, İran için de yeterince açıklayıcı olur mu? Bence olur…
Irak, İran, Pakistan ve Türkiye’nin kurduğu bir paktı kimler anımsar?
Bu paktın adı CENTO idi. Her 3 ülke zamanın şeytanı SSCB’nin güney hattında, ABD ile gayet dostane bir ilişki kurarken, SSCB’ye ve komünizme karşı da ciddi bir set oluşturuyordu.
Bağdat Paktı olarak da bilinen örgüt, 1979’a kadar varlığını idame etti. SSCB’yi güneyden çevrelemek için gayet güçlü bir hat oluşmuştu.
İran’ın ve Pakistan’ın çekilmesiyle işlevini yitirse de, her iki ülkede artan dinci yapılanmalar komünizme karşı önemli bir panzehir olmuştu.
İran Devrimi denilen tarihsel olgunun hemen akabinde, İran’ın güçlü TUDEH partisi yani Komünist Partisi ezildi.
İran belki Amerika ile sorunlu idi ama hiçbir zaman da SSCB ile dostluğu pekişmedi.
İran Devrimi 40. yılında soğuk savaş günlerinde kurulan bir yapı olarak ikircimli halini muhafaza ediyor. Hala fazlasıyla paranoyak, hala fazlasıyla hantal.
Paranoyak ve hantal bir sistemin gücü bir kendi halkına yeter.
Kendi halkı üzerinde ağır bir şiddet uygulayan rejimin başarısızlığının nişanesi ise, kendi başkentine gelen gidenden habersiz oluşu ile taçlandı.
Ukrayna uçağını düşman sanan İranlı füze operatörü ve ona komut veren general, belli ki, bir gün Tahran’dan kalkan bir uçağın dahi tehdit olacağı konusunda eğitim almış!
İran’da dağlar meşhurdur ama bu korku dağdan çok daha aşağılara inmiş.
İran yönetiminin aslında o baskı altında tuttuğu halkını (İranlı dostlarımdan bilirim), bir rehine olarak rejimin devamında kullandığını bundan iyi anlatan bir misal olamazdı.
Trump’un gözünü kırpmadan imha ettiği Süleymani ve onun da dahil olduğu rejimin belki de en önemli teminatı İran halkı. Bu halktan 56’sı iyi planlanmamış bir cenaze töreninde, 100’ü ise havaya uçurulan uçakta yok oldu.
İran rejimi halkının yaşam hakkına ne kadar saygı duyduğunu bu iki vesile ile açık etti.
Bu rejimin sıradan insanlarının hayatlarına verdiği önemin, rejimin ayakta tutulmasına nazaran gayet mahdut olduğunu gördük.
İran, Amerika Birleşik Devletleri kurulduğunda belki 10 bin yaşındaydı.
Akıl ise yaşta değil başta.
İran’ın soğuk savaş yıllarından emanet aldığı rejimi için değil ama o rejimin rehinlisi olan İran halkı için üzülecek çok nedenimiz var.