ran İslam Cumhuriyeti’ndeki seçimleri ‘katı muhafazakâr’ aday İbrahim Reisi kazandı. İran seçimlerini genellikle reformist ya da ılımlı adaylar kazanırdı. Bunlardan Muhammed Hatemi Batı’da felsefe doktorası yapmış âlim bir zattı.
Eski Cumhurbaşkanlarından Rafsancani merkezde, pragmatık bir politikacıydı. Ahmedinejat tipik bir popülistti.
Son seçimlerde görevi sona eren reformist Cumhurbaşkanı Ruhani’nin Glasgow Üniversitesi’nden hukuk doktorası vardı.
Reformist cumhurbaşkanları rejimi bir ölçüde yumuşatabilmişlerdi.
Geçen Cuma günkü seçimleri kazanan “katı muhafazakar” İbrahim Reisi, Haziran 1988’de sayıları 2-4 bin olarak tahmin edilen siyasi tutukluları infaz eden 4 kişilik “ölüm komitesi”nin üyesi olarak parlayan bir isim. Son son görevi “Baş yargıç” sıfatıyla yargı erkinin başkanlığıydı.
Tam “rejimin adamı”dır. Hamaney’den sonra “Dinî lider” olacağı bile söyleniyor ama o düzeyde bir dinî kariyeri yok. Kendisi “Ayetullah” olduğunu söylese de bilinen resmi kariyeri, bunun bir alt makamı olan “Hocat’ul İslam” olarak gözüküyor.
SORULAR, SORULAR…
İran rejimi her mezhepten Müslümanlar için önemli bir laboratuvardır. Sorunları dikkatle tahlil edilmelidir.
Evvela 1988’de siyasi tutukluların fetva ile yargısız infazı…
Bu sütunda, Hayrettin Karaman’ı da kaynak göstererek fıkıhta kamu hukukunun gelişmediğini, müstebit hükümdarların bunu engellediğini birkaç defa yazdım.
Bu alanda bir soru: Böyle fetva ile Yürütme erki idam cezası uygulayabilir mi?
Yani “siyaseten katl” yetkisi!
Fıkıhta devlet başkanına tanınan “tazir” (cezalandırma) yetkisi çağımızda söz konusu olabilir mi?
18. yüzyıla kadar bütün dünyada böyleydi. 18. Yüzyıldan itibaren kuvvetler ayrılığı ve kamu hukuku fikirleri gelişti. Fıkıh bu gelişmeyi takip edemedi, Müslümanların modern fiziği de takip edememesi gibi…
Modern hukukta adaletin, hak ve hürriyetlerin temeli kuvvetler ayrılığıdır. Cezalandırma yetkisi, sıkı kanuni tanımlara ve usullere bağlı olarak yalnız bağımsız yargıya aittir.
Fıkıhtaki bu sorunlara fıkıh uzmanı ilahiyatçıların dikkatini çekerim.
SEÇME VE SEÇİLME HAKKI
Diğer bir sorun: İran İslam Cumhuriyeti’nin temel özelliği ulemanın vesayeti altında olmasıdır: İmam Humeyni’nin “velayet-i fakih” doktirini…
Çocukların velisi nasıl anne ve babalarıdır; devlet ve toplumun velisi de ulema!
Buna göre “Şûray-ı Nigehban” (Koruyucular Kurulu) seçimleri denetler. Adayların uygun olup olmadığına karar verir. Uygun görmediği adayları veto eder!
Bunun modern anayasa hukukundaki “vatandaş” tanımına ve “seçme ve seçilme hakkı” ilkesine aykırı olduğunu izaha gerek bile yok.
Osmanlı reformistleri daha 1869 yılında eşit vatandaşlık kanunu çıkarmıştı. Meşrutiyet’te aday vetosu kimsenin aklına bile gelmemişti.
21. yüzyılda İran’da Cumhurbaşkanlığı için 600 aday adayının başvurduğu söyleniyor. Sadece Nigehban’ın uygun gördükleri seçimlere katılabiliyor. “Seçme ve seçilme hakkı” diye bir kavram bütün tarihî sistemler gibi fıkıhta da yoktur. Modern hukukun kavramıdır.
Kazanabilecek isimleri veto eden Nigehban, Reisi’nin kazanmasını kolaylaştırdı. Bir de “boykot” sorunu var…
APTALCA BİR BOYKOT…
2017 seçimlerde İbrahim Reisi yine aday olmuş, fakat reformist Hasan Ruhani karşısında seçimi kaybetmişti.
2017 seçimlerinde 41 milyon 300 bin seçmen seçime katılmıştı, katılım oranı yüzde 73’tü. Seçimlere “itidal” sloganıyla giren Ruhani yaklaşık 24 milyon oyla seçilmişti.
2021 seçimlerinde ise muhalefet aptalca bir davranışla seçimleri boykot etti, seçime katılma oranı yüzde 48.8’e düştü! Ve İbrahim Reisi 17 milyon oyla kazandı!
İmam Hamaney sandığa gitmemenin “büyük günah” olduğunu söylese de kabaca 12 milyon seçmen sandığa gitmedi. Bunlar, NYT’den Vivan Yee’ye göre, “sosyal reformları destekleyen, dünyaya açık şehirli orta sınıflar”dı.
Sistemi protesto ederken sistemin adamını devletin başına oturttular!
Başka ülkelerde Trump gibi popülist muktedirlere seçim kaybettiren virüs, İran’da 83 bin ölümle reformistlere seçim kaybettirdi.
Şimdi Dini Lider, yeni Cumhurbaşkanı, Velayet-i Fakih kurumları ve Devrim muhafızları hepsi ele eledir. İçeride bir kenetlenme yaratmak için dış politikada daha da sertleşmeleri bölgede Türkiye’nin işini daha da zorlaştırır…
Amerika da İsrail’in uydusu gibi davranarak İran’daki radikalleri körüklemeye devam edecek…