Adını bir aşiretten ve bir ırktan alan Suudi Arabistan’ı İslami bağlamlarda analiz etmenin bir anlamı ve yararı yoktur.
İran’a gelince; devrim sonrasında “kuvvetler ayrılığına” dayanan bir Anayasa’nın kabul edilmesi tüm dünyada İslam ve Cumhuriyet’in bütünleşebilme ihtimal ve imkânı ortaya çıktığı için büyük heyecan yaratmıştı.
Ancak Anayasa’da kuvvetler ayrılığına ilaveten var olan Lider/Rehber (Veliyy-i Fakih), Anayasayı Koruma Konseyi ve Uzmanlar Konseyi gibi kurumların işlevi anlaşılınca kuvvetler ayrılığı ifadelerinin gerçeği yansıtmadığı anlaşıldı. Zaman içinde Lider/Rehber hariç herkesin önemi ve yetkisi azaltıldı.
Dini Lider/Rehber bu Uzmanlar Konseyi tarafından seçilir. (dini lideri denetleme, azletme ve seçme yetkisine sahip bu konsey üyeleri seçimle belirlenir fakat bu seçimlere kimin girebileceğine Anayasa’yı Koruma Konseyi karar verir. Anayasayı Koruma Konseyinin altı üyesi dini lider tarafından doğrudan diğer altısı da Yargıtay’ın önerisi ve dini liderin onayıyla atanır.) Yani “sen beni seç ben seni”
Atanmış Lider/Rehber seçilmiş cumhurbaşkanını ve onun bakanlarını ve dilediğini azledebiliyor. Fiilen yasamanın, yargının hatta yürütmenin her işinde son söz sahibi Lider/Rehber’dir. Eleştirilemez ve sorgulanamaz olan bu Lider kaydı hayat şartıyla atanıyor.
Şu anda İran’ın Lideri/Rehberi Ali Hamaney 32 yıldır görev yapıyor. Bundan önce de sekiz yıl Cumhurbaşkanlığı yapmıştı.
Milletvekillerinden oluşan Şura Meclisi seçimlerine katılabilmek için Anayasa’yı Koruma Konseyi’nin onay vermesi gerekiyor. Müracaat edenlerin büyük çoğunluğu seçime sokulmuyor ya da seçilmeyeceklerini bildikleri için müracaat bile etmiyorlar.
Cumhurbaşkanı olmak için de yine bu Anayasayı Koruma Konseyi’nin onayından geçmek gerektiğinden, dolaylı olarak, seçilecek herkes Lider/Rehber’in onayından geçmek zorunda.
Yani İran’da iktidarı ele geçirenler muhalefet dönemindeki vaatlerinin hilafına, gücü millete devretmediler; kuvvetler ayrılığı ilkesinin tam tersi olan “kuvvetler birliği”ni hayata geçirdiler ve “halkın kendi kendini yönetme hakkı”nın içini boşaltarak değersizleştirdiler.
Sonuçta halkın en az %40’ı yönetim ve dine karşı “lakayt muhalif” geriye kalanların yarısı da “iç muhalif” haline dönüştü. Güç sahibi Lider/Rehber ve ortakları iktidar nimetlerini halkın %30’u ile paylaşarak varlıklarını sürdürüyorlar, şimdilik.
İKTİSADİ KATMANLAR
İran’daki sistemin temelini oluşturan “kurucu iktidar” yani Anayasa’yı yazdıran zihniyetin iradesi, Şii İmamiye temelli İslam anlayışıdır. Yani iktisadi katmanların ilkinde İslam’a aykırı bir olgu yoktur.
İkinci katman dediğimiz Hukuk ve Gelenek katmanının İslami olması için Kurucu İktidar, İslam’la çelişmeyen ve “kuvvetler ayrılığını” da öngören bir anayasa ve uzantısı kanunlar da çıkarmış, yani Hukuk ve Gelenekler katmanı yüzeysel de olsa İslamidir.
Üçüncü katman olan kuvvetler ayrılığını da içerdiği iddia edilen siyasi yapının adı İslami olabilir fakat yukarıda da belirtildiği gibi halkın kendi kendisini yönetme hakkı gasp edildiği için bu katmanın İslami olduğu tartışmalıdır.
Siyasi katman çürüyünce onunla beraber hem hukuki katman hem de kurucu iktidarın felsefesi olan İslami anlayışlar zamanla çarpıklaşır. Güçler birliği, yani “güçlü mutlak iktidar” önce yönetimi sonra da toplumu çürütürler.
Çürüme ve çarpıklaşmanın göstergeleri, dördüncü, yani toplumsal katmanda ki iktisadi ve kültürel faaliyetlerde kendini gösterir.
Şimdi bu yönetim altında icra edilen iktisadi faaliyetler “İslam İktisadı” başlığı altında kavramlaştırılıp analiz edilirse doğru çıkarımlar elde edilebilir mi?
Hukukun üstünlüğüne, halkın denetimine ve katılımına tabi olmayan yönetimler çürürler, bu böyledir. İçten çürüyen toplumların geleceği karanlıktır.
Denilecektir ki, kuvvetler ayrılığına uygun bir sistem olsa İran’ın başı göğe mi değecekti?
Başkalarının büyük bedeller ödeyerek oluşturdukları işe yarar siyasi sistemlerin kolay içselleştirilebileceği iddiasında değilim; yine de bir yerlerden başlamak lazım.