Hakan Kılıç'ın 'konuya dair' analizi...
İran ile ilgili olarak ülkemizde sivil-asker birçok bürokratın veya akademisyenin farkında olmadığı bir gerçek vardır ki sınır komşumuz İran İslam Cumhuriyeti, bugün kendi başında balistik füze tasarlayabilen, test eden, seri üretim yapabilen ve operasyonel anlamda kullanabilen dünyadaki beş-on ülkeden biridir. Bu başarının sebebi ise arzu ve istekten ziyade, devrimden sonra bir nevi zorunluluktan ötürü savunma stratejisi tercihlerinin değişmesidir.
1979 yılındaki İran İslam Devriminden sonra ülkenin, Batı Dünyası ve özellikle en önemli müttefiki olan ABD ile siyasi ve askeri bağlantısı kopmuştu. O yıllar itibari ile Amerikan silahları ile donatılmış olan İran Silahlı kuvvetlerinin birçok üst rütbeli subayı hapse atılmış veya ülke dışına kaçmıştı. Şah’ı devirerek başa geçen yeni yönetim gördü ki her ne kadar en modern Amerikan silahları ile donatılmış bir orduya sahip olsalar da yeni silah alımı ve yedek parça desteği kesildiğinden, bir süre sonra özellikle 5-10 yıllık perspektifte çok zayıf bir konvansiyonel ordu haline geleceklerdi. İran yönetimi ta o yıllarda nükleer silah üretimini planlamış mıydı, bilemiyoruz. Ancak kesin olan bir şey var ki caydırıcılığı Şah Rejimi’nin yaptığı gibi konvansiyonel silahlar üzerinde kurmak yerine, büyük ölçüde balistik füze sistemleri üzerine kurmaya karar vermişlerdi. Bu karara kitle imha silahı veya konvansiyonel başlıkların hedeflerine tesliminde balistik füzeleri tercih etmek de dâhildi. Bu bir açıdan tek çareleri, diğer yandan ise en ekonomik yol idi. Bu karar yani bir nevi “asimetrik savaş doktrini”nin kabul edilmesi, özellikle sonradan çıkan İran-Irak savaşının da etkisi ile İran Balistik Füze Programı hızlanmış ve 1985’lerden sonra önlenemez bir trend kazanmıştır.
90’lı yıllara gelindiğinde ise İran Balistik Füze Programı ulusal stratejilerinin bir uzantısı, bir diplomasi aracı olarak kullanılmaya başlanmıştı. Oysa devrimden sonra gücünü yitireceğine inanılan konvansiyonel güç yani devrim öncesi İran silahlı kuvvetleri bölge ve Ortadoğu’da liderdi. Özellikle 400’den fazla uçağı olan İran Hava Kuvvetleri’nin imrenilecek bir hali vardı. Bu şaşırtıcı envanter; savaş uçaklarından, ağır nakliye helikopterlerine, tanker uçaklardan, savaş helikopterlerine kadar uzanıyordu (Bunlardan bazıları, F-14, F-4E, F-5 av/bombardıman/önleme uçakları, P-3C Orion denizaltı harbi uçağı, B-747 tanker uçak, CH-47 Chinook ve CH-53 Ağır nakliye helikopterleri ve AH-1 Cobra savaş helikopterleri). Özellikle o devrin F-22 veya SU-57 uçağı diyebileceğimiz USNAVY’nin en modern savaş uçağı F-14 Tomcat uçağının İran’a satılması bu iddiamın en büyük göstergesi idi. F-14 uçakların bir kısmı yedek parça olarak kullanıldı ve ayrıca bir şekilde illegal yollarla parça temini de gerçekleştiği için günümüzde hala İran Hava Kuvvetleri’nde uçabilmektedir.
Çoğunuzun duymadığı tahmin ettiğim hayret verici iki olaydan daha bahsetmek istiyorum. Donanmasının en iyi savaş uçağını satan ABD, İran devrimi olmasaydı kısa süre sonra Hava Kuvvetleri’nin o zamanki en yeni savaş uçağı olan F-16’dan da 100’den fazla teslim etmiş olacaktı. Hatta İran Şahı o derece ileri gitmişti ki halen daha (seri üretime geçmiş uçaklar içinde) dünya hız rekortmeni olan ve yüksek irtifada 3,5 Mach sürati ile o devirde kimsenin yakalayamadığı SR-71 Blackbird stratejik keşif uçaklarını bile istemişti. Ancak ABD yönetimi bu uçağı şu ana kadar kimseye satmadı.
İşte bu geniş envanterle yıkılan Şah rejiminden sonra yeni İran rejimi caydırıcılık sistemini stratejik silahlar olan balistik füzeler üzerine inşa ederken, kısa zamanda Türkiye, İsrail ve Arap ülkelerinin güçlü orduları karşısında zayıf kalacağının farkında idi. Devrimden kısa süre sonra çıkan İran-Irak savaşının da etkisi ile İran balistik füze programı hızlanmış oldu.
“İran Balistik Füze Programı”nı, devrime kadar 1977-1979, İran-Irak Savaşı yılları 1980-1988 ve savaş sonrası yani 1988’den günümüze olacak şekilde üç döneme ayırabiliriz. Özellikle ilk dönem İran füze programı yani başlangıcı incelediğimiz zaman ise çok ilginç bir bilgiye ulaşıyoruz. İslam devrimi yani 1979 öncesi İran’a ilk çalışmalarında yardım eden ülke sanılanın aksine Çin, Kuzey Kore veya ABD değil, İsrail’dir. ABD “Lance” füzelerinin satışına izin vermeyince İran çok kısa menzilli topçu roketi diyebileceğimiz (BSRBM) sistemler için İsrail ile işbirliği yapmaya başladı. Şah dönemimde “Proje Çiçek” adı ile yürüyen program, İran parası ve İsrail teknolojisi ile devam ediyordu ki bunun içinde nükleer teknoloji kazanımı da vardı. Devrim ile program aniden kesildi ve her iki ülke kendi yoluna devam etti. İsrail, Fransız ve Amerikan desteğini alarak bugün İtibariyle nükleer başlık taşıyan “Jericho-3” ICBM ve “Lora” MRBM’lerine sahipken, İran’daki balistik füze konusundaki gelişmeleri makale boyunca ve gelecek sayılardaki bölümlerde anlatmaya çalışacağız.
Nükleer teknolojiye gelince, İran’ın nükleer enerji santralleri olduğunu ve nükleer silah üretimi konusunda uluslararası baskı ve ambargo sunucu gelinen durum hepimizin malumu. Ancak şimdilik nükleer başlıklı füze fırlatan bir balistik füze denizaltısına sahip olmayacak olsa da nükleer güçlü bir saldırı denizaltısı yapımı konusunda İran’da çalışmalar devam etmektedir. Bu reaktör nükleer silah olmadığı için ambargo /anlaşma kapsamında da değildir. Nitekim İran Deniz Kuvvetleri Komutan Yardımcısı Amiral Abbas Zemini, nükleer enerjiyle çalışan denizaltı tasarlamak için çalışmalara başladıklarını açıklamıştı.
Bugün İran; nükleer silah geliştirmediği veya geliştiremediği halde bu menzil değerlerinde (tablolarda gösterilen) balistik füze geliştiren tek ülkedir. Bu bile başlı başına gelecek adına İran’ın niyeti hakkında bir fikir verebilir.
BALİSTİK FÜZE SINIFLANDIRMASI VE BAZI KISALTMALAR
Makalede sık sık kullanacağımız bazı kısaltmaları litatürde İngilizce kısaltması genel kabul gördüğünden o şekli ile balistik füze manasına gelen “BM” kısaltması yerine ise Türkçe kısaltması yaygın kullanıldığından ötürü “BF” olarak kullanacağız.
-0-150 km arası menzile sahip aslında topçu roketi de denen en kısa menzilli balistik füzeler; BSRBM-“Battlefield Short Range Ballistic Missile” veya SSRBM- ”Çok Kısa Menzilli Balistik Füze”.
-150-1000 km arası menzilli olanlar; SRBM- “Short Range Ballistic Missile / Kısa Menzilli Balistik Füze”.
-1000 ila 2750 / 3000 km arası olanlar; MRBM- “Medium Range Ballistic Missile / Orta Menzilli Balistik Füze”.
-3000-5000 km arası olanlar; IRBM- “Intermediate Range Ballistic Missile / Uzun Menzilli Balistik Füze”. (Buradaki “intermediate” kelimesi konuya vakıf olmayan medya mensuplarını yanıltarak uzun menzilli füzeleri, ICBM’ler ile karıştırmaktadırlar. Bu konuda litaratürde genel kabul görmüş terimleri kabul etmek, isimlere göre değil menzillere göre sınıflandırma yapıldığına dikkat etmek gerekir).
-5000 / 5500 km üzeri (5000 km üzerini kabul eden kaynaklar da mevcut) menzile sahip olanlar; “ICBM-Intercontinental Range Ballistic Missile / Kıtalararası Balistik Füze” olarak adlandırılır. Diğer çeşitlerden en önemli farkları, genelde nükleer savaş başlığı taşımalarıdır.
-Denizaltılardan ateşlenen balistik füzelerde genelde nükleer başlık taşır ve ICBM/IRBM sınırlarındadır. SLBM- “Submarine Launched Ballistic Missile / Denzialtıdan Ateşlenen Balistik Füze” olarak adlandırılır.
Menziller baz alınarak yapılan sınıflandırma dışında bu sınıfların içine dahil olan ancak özel görevlerden ötürü ikinci bir isim alanlarda vardır;
-ASBM- “Anti-Ship Ballistic Missile / Anti-Gemi Balistik Füzesi”
-TBM- “Tactical Ballistic Missile/ Taktik Balistik Füze”; Nükleer olmayan yani konvansiyonel başlık taşıyan ve bazı kaynaklarda 200 ile 300 km menzilli BF’ler için kullanılsa da genel kullanım açısından menzili 1000 km’ye kadar olan BF’lerdir. Yani SRBM türündekilere verilen ikinci bir isimdir ancak nükleer başlık taşımaması kaydı ile.
-RV; Re-entry vehicle / yeniden giriş aracı; Füzenin uzaya çıktıktan sonra atmosfere yeniden giren ucundaki kısımdır. Yani savaş başlığını taşıyan kısım.
-ABM; Anti-balistik füze. Yani BF’leri imha etmek için üretilmiş füzeler.
-SLV; Uydu taşıma aracı / roketi / füzesi.
-BMD: Ballistic Missile Defence / Balistik füze savunma sistemi (Balistik füzelerle savunma sistemi değil, onlara karşı savunma sistemi demektir)
-Terminal safhası; RV’nin atmosfere yeniden giriş yaptığı ve yere göre dikey düzlemde 45 dereceden daha dar bir açı kazandığı noktadan yeryüzüne çarpana kadar ki uçuşun son safhasıdır.
İRAN BALİSTİK FÜZE PROGRAMININ TARİHÇESİ
Bazı yabancı savunma analistleri, İran’ın kamuoyuna yaptığı resmi açıklamalar ve medyatik şovlara rağmen yaptıkları değerlendirmelerde bunların büyük ölçüde spekülatif olduğunu söylüyorlar. Nitekim birçok Batı kaynaklı raporda bile sık belirtilen sistemler için bile farklı füze isimleri, menzil bilgileri, diğer özellikleri ile çelişkili bulgular olabiliyor. Ancak herkesçe kabul görmüş artık çuvala sığmayan gerçekler de var. Biz ise bugün ve gelecek bölümlerde spekülatif tartışmalı başarılar yerine genel kabul görmüş gerçekler ve envanteri hakkında bilgi verirken, mümkün olduğunca bu yabancı kaynakları süzerek, hangi site veya medya organında yayınlandığında ziyade, hangi yabancı füze uzmanı veya araştırmacısının yazdığına dikkat ederek paylaşacağız. Tüm veri ve tabloları bu mantık ile yayınladığımızı belirtmek isteriz.
İran’ın balistik füze ithali ve yerli üretimi konusundaki kararlılığının seksenlerdeki İran-Irak Savaşı ile arttığını söylemiştik. 1980’li yılların sonundan itibaren ise uzun vadeli füze programlarını devreye sokan İran; Çin, Libya, Rusya ve Kuzey Kore’nin desteğini alarak bugünkü seviyesine gelmiştir. Tahran’a yönelik BF saldırıların misli ile karşılık verme çabası İran’ı Scud B ve C alımına itmiştir. Bu bağlamda 1985 yılında İran Parlamentosu başkan yardımcısı A.E. Haşimi Rafsancani, Libya, Suriye, Kuzey Kore ve Çin’e giden heyetlere başkanlık yaptı. Bu geziler sonunda Libya, Kuzey Kore’den Rus yapımı R-17 Scud füzelerini aldı. Daha sonra ise Kuzey Kore ve Çin’den roket bileşenleri ve teknolojisi satın aldılar. Fajr, Naze’at ve Zelzal-1 gibi topçu roketi seviyesinde BSRBM’lerin üretilmesine neden olan teknolojinin tabanı Çin’in teknik yardım ve teknoloji transferinden kaynaklanıyordu.
İlk parti Scud’lar ise 1985 yılında Libya’dan geldi. Scud tek kademeli, sıvı yakıtlı, 770-1,000 kg’luk bir savaş başlığı taşıyarak 280-300 km uçabiliyordu. Daha sonra İran, Libya’dan aldığı Scud’ları savaşın etkisi ile çok kısa sürede tüketince gözünü Kuzey Kore’ye dikti. Çok mantıklı bir anlaşma yapıldı. Kuzey Kore bir yandan İran’a füze teknolojisi verirken, İran’da Kuzey Kore balistik füze programını fonlayacak ayrıca Kuzey Kore üretim hattından çıkan ürünleri anında satın alarak Kuzey Kore’de çarkların dönmesini sağlayacaktı. Kuzey Kore üretimi Scud B’lerin ilk partisi Temmuz 1987’de daha Kuzey Kore ordusunda bile hizmete girmeden İran’a teslim edildi. İran 7 ay içinde 100 Scud-B füzesi ithal etmişti. Aynı şekilde ABD istihbaratına göre 1985-1988 yılları arasında İran, Irak’a karşı en az 100 adet Scud fırlattı.
Bu arada 1987 yılında alınan diğer bir füze de BF olmasa da Çin’den alınan “Silkworm / İpekböceği” anti-gemi / cruise füzeleri idi. (İran bugün konumuz dışında kalan seyir füzelerine de sahiptir. Bu ve diğer satın aldığın füzelerden tersine mühendislik ve teknoloji transferi yöntemi ile kendi seyir füzesi “Soumar”ı üretmiştir).
1988 yılında Çin; ekipman ve teknoloji sağlamak, geliştirmek ve füze test verilerini paylaşmayı kabul eder ve 1988 yılında İran başarıyla 160 km menzil Mushak-160 çok kısa menzilli BF’sini testeder. 1990’a gelindiğinde ise Çin ve İran, askeri teknoloji transferi için 10 yıllık bir anlaşma imzalar.
İran Balistik Füze Programı’nın dönüm noktası yani 1985 yılına gelindiğinde ise Kuzey Kore’den hazır alım olarak Huasong (Rus yapımı Scud B füzesi versiyonu) alarak bunlara Shahab-1 adını vermiştir. (İngilizcede “shahab” şeklinde yazılan füze adının Farsça okunuşu “şahab” şeklinde olup, Farsça anlamı “meteor”dur). Buradan başlangıçla Huasong-6 füzelerinin yurt içinde üretmeye başlamış ve bir SRBM olan 600 km menzilli Shahab-2 doğmuştur. Shahab füzelerini HE yani yüksek infilak patlayıcı başlıkları ile donatmıştır. Ayrıca içinde 1000’den fazla küçük bombacık içeren harp başlığı olan Shahab’lar da vardır. Bugün bile bu ilişki devam ediyor gibidir. İran’ın Shahab-4 füzesi ile Kuzey Kore’nin Taepo Dong-1 füzesi, İran’ın Shahab-5 füzesi ile de Taepo Dong-2 füzesi (şekil olarak) tıpatıp aynıdır.
Scud-B modelini esas alan HS-5’ten, Shahab-1‘i, Huasong-6’dan ise Shanab-2’yi üreten İran Balistik Füze Programı günümüzde Qiam, Safir, Sejil gibi kendi dizaynı füzelerini geliştirip, üretirken füze motorları konusunda da Rusya, Ukrayna (daha önceleri) ve Kuzey Kore’den destek almaktadır.
90’lı yıllara gelindiğinde ise savaş bitmişti, ancak İran BF programı bir kere şaha kalkmış ve son sürat devam ediyordu. İran BF’lerin psikolojik harekat ve salvo atıştaki yıkıcı etkisini bir kere idrak etmişti. Bunu sadece kullanarak değil, hedef olarak da öğrenmişti. 1990’da ABD istihbarat yetkililerine göre Tahran, Kuzey Kore ile yeni projeler için görüşmeye başladı ve Scud C BF’leri 1991 yılında ihraç edilmeye başladı. Scud C, B’den daha uzun ve genişti. 700 kg’lık bir savaş başlığı taşırken 500 km’den fazla bir menzile sahipti. İsrailli uzmanlara göre 300 Scud-B, 100 Scud-C alınmıştı. Sonuçta ABD Ulusal İstihbarat Müdürü tarafından 2012'de yapılan bir tehdit değerlendirmesine göre, İran balistik füze envanteri bakımından Ortadoğu’nun en büyüğü olmuştu. (Burada bir parantez açarak geçen aylarda tespit edilen ve Rus S-300 füzeleri tarafından korunduğu iddia edilen Suriye’deki İran balistik füze fabrikasını bize karşı İran haricinde Suriye kaynaklı BF tehdidi de olması hasebi ile hatırlatmak istiyorum. Ancak yeri gelmişken Suriye ve İran arasındaki ortak geliştirme ve üretim ortaklığının 1991 yılında başladığını belirtmek isterim).
1995 yılında ise İran, Kuzey Kore’den dört Scud Transporter Erector Fare-TEL (TEL; Balistik füze taşıma ve fırlatma kabiliyetine sahip araçlara verilen genel isim) alır. 1996 yılında ise ABD’de ortaya çıkan bir raporda Çin’in, İran’a binlerce füze güdüm sistemi, jiroskop, ivmeölçer, çeşitli test cihazları verdiği ortaya çıkar.
İlk başarılı testi 2009 yılında yapılan Sejil-2’ ler ise katı yakıtlı olması sebebi ile sıvı yakıtlılara göre çok daha kısa sürede atışa hazır hale gelmekte ve güvenli bir şekilde uzun yıllar depolanabilmektedir. Ayrıca bu Sejil-2 (Farsçada pişmiş kil demektir) için uydu ve diğer gözetleme araçlarından kaçabilme veya tespiti için çok kısa süre verme anlamına gelmektedir. Özetle taşıma aracı (TEL) ağaçlar arasından çıkarak kısa sürede atışını yaparak saklandığı yere veya yer altı sığınağına dönebilir. Dolayısı ile katı yakıtlı yani yakıt yükleme prosedürüne ihtiyaç duymadığı için fırlatmaya bir kaç dakika da hazır olması büyük bir stratejik avantaj verir. Sejil-2, 750-kg savaş başlığı taşıyan yaklaşık 2,200 km veya 1,375 millik bir menzile sahip olduğu tahmin edilen bir MRBM’dir. 2.modeli 2009 yılında test uçuşlarına başlayan füze, iki kademeli katı yakıt roket motoruna sahiptir.
Diğer bir MRBM olan Shahab-3 füzesinde Kuzey Kore üretimi NoDong-1 motorunu kullanmakla birlikte sonraki modellerde büyük ilerleme kat edilmiştir. Bugün İran kendi üretimi 2000-2500 km arası menzile sahip, iki kademeli (yani fırlatılmadan bir süre sonra ilk kademenin terk edilerek, böylece ağırlığın ve menzilin artırıldığı daha sonra ikinci kademe de koptuktan sonra harp başlığının tek başına seyrine devam ettiği), katı yakıt motorlu Sejil-2 füzesine sahiptir. Ayrıca daha uzun menzilli hem BF hem de SLV (uydu fırlatma aracı) olarak kullanılan Safir ve Simorgh füzeleri ile ayrıca Kuzey Kore’ den satın alınan 2500-4000 km menzilli BM-25 Musudan füzelerini envanterine katmıştır (Ayrıca Emad ve denemeleri geçen aylarda yapılan yeni füze Khorramshahr/Hürremşehr MRBM’lerinin gelecek sayıda/bölümde detaylı anlatacağız).