İran ve Türkiye neyin peşindeler?

Selahaddin Eş Çakırgil- 08.02.2018

İran ve Türkiye neyin peşindeler?

Büyük çapta devlet kontrolünde olan İran medyasının, Türkiye´nin ?Afrin Harekâtı´nı suçlamakta emperyalistlerle ağız birliği edercesine yayınları ve son olarak Cumhurbaşkanı Rûhanî´nin bile ?Afrin Harekâtı´nı Suriye´nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik bir işgal hareketi´ gibi nitelemesi, TC. Dışişleri Bakanı Mevlûd Çavuşoğlu´nun dün Tahran´a gitmesini gerektirdi. 

*** 

Önce, -daha evvel de defalarca işaret edildiği üzere- şu hususu tekrar vurgulamaya ihtiyaç olsa gerek.. Özellikle arap ülkelerinde Müslüman halklara aşılanmaya çalışılan şu kanaat son derece zehirleyici: ?İran, İsrail´den daha da tehlikeli!.´ Bu yaklaşıma paralel olarak, İran halkının Müslüman olmadığını iddia eden bir yoğun propaganda bile sözkonusu, oralarda.. 

Buna, ekseriyetini sünnî müslümanların teşkil ettiği başka toplumlarda şu görüşün de ısrarla eklendiği açık: ?İran hiçbir zaman kâfirlerle savaşmadı, hep Müslümanlarla savaştı!.´

Geçenlerde, merhûm Turgut Özal´ın bir video konuşmasını gördüm. Aynı yanlışı o da tekrarlıyordu. Bu gibi yanlışlar şahıslarla sınırlı kalmıyor ve halk kesimlerinin hâfızasında derin izler bırakıyor ve toplumlar birbirlerinden uzaklara düşebiliyorlar. 

*** 

Geçen Cuma akşamı, Birlik Vakfı´nın Bursa Şubesi´nin daveti üzerine gittiğim ve çoğunluğunu gençlerin teşkil ettiği konferansta gelen sorulardan birisi de bu yöndeydi. 

Kur´an bize, (Maide Sûresi- 8. Âyette), ?Bir kavme, bir topluluğa olan kininiz, sizi onlar hakkında zulme sevketmesin..´ ihtarını yapıyor. 

Hattâ bazıları, İran´ın taa baştan beri İslam tarihinde Müslümanların önünde bir engel oluşturduğu kanatinde.. Bilmiyorlar ki, İran son 500 yıl öncesine kadar, Müslüman tarihinin ilk 900 yılında büyük ilim merkezlerini kurmuş ve İslam kültürünün nice büyük ulemâsını, ilim adamlarını yetiştirmiş ve sadece son 500 yıldır İslam´ın şiî yorumunu esas alan bir coğrafyadır. Hattâ, 280 yıl süren Safevî Devleti´nin ilk kurucusu Şeyh Safiyuddin Erdebilîde bir ?naqşibendî´ şeyhidir; yâni, tabiatiyle sünnîdir ve Şah İsmail´in de 4-5´nci göbekten büyük dedesidir. 

*** 

Evet, doğrudur ki İran´ın, Osmanlı gibi, Avrupa devletleriyle direkt bir sınırı olmadığından, onlarla Avrupa kıtasında bir savaşı olmamıştı, ama Rusya´yla büyük savaşları oldu. Bugünkü Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve hattâ daha kuzeydeki Dağıstan´a kadar bütün Kafkaslar ve Hazar´ın doğusunda da Semerqand ve Buhara´lar bile, asırlarca İran´ın elindeyken, miladî- 1710´lu ve 1820´li yıllarda Rus- İran Savaşları ve İran´ın da tıpkı Osmanlı gibi Rusya´da karşısında aldığı ağır yenilgilerle buraları kaybetti. 1. Dünya Savaşı´nda İngiliz ve Rusların İran´ın Hazar kıyılarında hâkimiyet kurma çabalarına; kezâ, 2.Dünya Harbi´nde İran´ın Azerbaycan eyaletinin Rus ordusunca işgaline karşı verilen halk savaşları da, yok sayılabilecek mücadeleler değildi. 

*** 

1979 başında gerçekleşen İslâm İnkılabı´nın dünyaya verdiği mesajları bugünkü İran veremiyorsa, bunun sebebini kendilerinde de aramalı bugünkü İranlı yetkililer.. 

Yanlış anlaşılmaları da elbirliği ile hepimiz gidermeliyiz. Yoksa, bundan ancak emperial güçler faydalanır. 

İran Yönetimi Suriye´de cirit atarken, Türkiye´nin ?Afrin Harekâtı´nı hem kürdlere saldırı ve hem de Suriye´yi işgal olarak nitelemesi iyi komşuluk ilişkilerini ve İslam kardeşliğini de zehirleyen, dostça olmayan bir tavır olmanın ötesinde, hiçbir sağlıklı mantığı da yansıtmamaktadır. 

Türkiye´nin özellikle son 15 yılındaki yöneticileri, Müslüman kürd halkına savaş açacak bir anlayışa sahip olmadıkları gibi, Suriye´nin toprak bütünlüğünü de ısrarla vurgulamaktalar.. 

*** 

Ama bugün İran´da, dünkü Safevî- Osmanlı kavgası yerine, İslam´ın şiî yorumunu ?İslam´ın tek doğru yorumu´ zanneden bir anlayış hâkim olup, bu kadrolar Türkiye´deki bugünkü yönetimin başarılı olması halinde, karşılarına sünnî bir gücün çıkacağı evhamınıtaşımaktadırlar. 

Halbuki, Tayyip Erdoğan´ın İran´da, İranlı yetkililere bizzat söylediği gibi, ?Bizim dinimizin adı, şiîlik veya sünnîlik değil, İslâm´dır. Şiîlik ve Sünnîlik onun farklı yorumlarıdır.´