19 Ağustos tarihi 1953 yılında İran Başbakanı Muhammed Musaddık´a karşı İngiliz-ABD işbirliği ile yapılan TPAJAX darbesinin yıldönümü idi. Darbenin temel gerekçesi İran´da bulunan İngiliz petrollerinin millileştirilmesiydi. 1949 seçimlerine giderken halk desteği hissedilir derecede artan Musaddık´ın Şah ve İngiltere karşıtı duruşu kendisini ?Milli Cephe? olarak tarif ediyordu. İran üzerindeki neredeyse iki asra yaklaşan etkinliğini kaybetme korkusu yaşayan İngiltere, Musaddık´tan aşırı bir şekilde rahatsız olmaya başlamıştı. Bir de Soğuk Savaş dönemi koşullarını düşündüğünüzde, İran´ın elden çıkması demek Sovyetlerin bölgede güç kazanması anlamına gelecekti. İngiltere, BM´den tutunuz da ABD´ye kadar birçok yolu deneyerek Musaddık´ın bu millileştirme kararının önüne geçilmesini hedefledi. Sonra imdadına 1952 seçimleri sonrası Amerika´da işbaşına gelen Eisenhower yetişti. Onunla birlikte devreye İkinci Dünya Savaşı sonrası Yalta´da ABD adına masaya oturan Roosevelt´in torunu Kermit Roosevelt girdi. Kendisinin eski başkanın torunu olmanın ötesinde bir misyonu vardı. CIA´nin Ortadoğu direktörü idi. Ve oyun başladı. Her türlü manipülasyon için düğmeye basıldı. İftirada, düzenbazlıkta, provokasyonda sınırlar aşıldı. Rüşvetler gırla gidiyordu. İş başında bulunan Musaddık hükümetinin üyelerine eşcinselliğe varana kadar kirli suçlamalar yapıldı. Uzatmayalım, sonunda CIA / MI6 işbirliğinin çeşitli desiselerle kurguladığı darbe başarıya ulaştı ve İran tekrar İngiliz-ABD yanlısı Şah´ın yönetimine bırakıldı. Aslında 1979 İran devriminde birbirine taban tabana zıt toplumsal kesimlerin Şah yönetimine karşı ayaklanmasında 1953 darbesi öncesi ve sonrasında gelişmelerinin büyük bir payı vardır.
Diğer taraftan aynı yıllarda Mısır´da Cemal Abdul Nasır rüzgârı esiyordu. Mısır da aynı İran´ın olduğu gibi İngilizlerin kontrolündeydi. 1936´da Mısır ve İngiltere arasında yapılan anlaşma, bir anlamda bağımsız bir Mısır değil, İngiltere güdümünde sanki özerk bir Mısır öngörüyordu. Bu anlaşma toplumda çok büyük tepkiyle karşılandı. Bu arada 1948´de İsrail ilan edildi. Halk arasında kargaşa ve tepki zirvedeydi. Bir de Mısır, Kral Faruk döneminde İsrail´e karşı mağlup olunca bir nevi her şey alt üst oldu. Böylesine atmosfer içinde bir köylü çocuğu olan, hukuk eğitimi almış ve 1938´de subaylığa atanan Cemal Abdul Nasır ortaya çıkıverdi. Kendilerini ?Hür Subaylar? olarak tanımlayan grubun başı olan Nasır, 23 Temmuz 1952´de yönetime el koydu. Bu süreç Soğuk Savaş döneminin puslu havasının tam ortasına bomba gibi düştü. Çok iyi bir hatip olan Nasır´ın şahsında ?Nasırcılık´ ve ?Pan-Arabizm´ ekolleri öne çıkmaya başladı. Bir de bunun üstüne Batılıların kendi yönetimine karşı kredi ve sair alanlarda verdikleri sözleri tutmamaları üzerine Nasır, Süveyş Kanalı´nı millileştirdiğini açıkladı. Sosyalist ve milliyetçi idi. Mısır´ın pozisyonunu ?Bloksuz? olarak tarif etti. Suriye ile birlikte Birleşik Arap Cumhuriyeti´ni kurdu. Nasır bugün bile üzerinde kurgu olduğu şüpheleri bulunan bir suikast girişimini gerekçe göstererek Müslüman Kardeşler´i yasakladı.
İlber Ortaylı Hoca Nasır´ı ?tarihi bir portre olmaktan çok Arap folklorunda bir portre? olarak tarif ediyor. Buna ben de katılıyorum. Ancak bütün bunlara rağmen dersler çıkarabilmek için iyi incelenmesi gereken bir kişilik olduğuna inanıyorum.