Gündemimizden hiç ayrılmayan ve acısı bitmeyen zorunlu göçler Ortadoğu´nun değişmeyen kaderidir sanki. Tandırların bacasından taze ekmek yerine barut kokan ve yıkılan evlerin enkazı, ardı ardına patlayan bombaların dumanı bölgenin ebedi harmonisiymiş gibi kabullenmiş görünüyor. Ve göç, savaşların bölgeden bölgeye taşındığının hemen yanında insanların da mahalle mahalle, köy köy, şehir şehir başlarına yıkılmayacak bir sığınak, canlarına kastedilmeyecek bir memleket arayışı için kitleler halinde göç manzaraları bu hüzünlü tablodan hiç eksik olmayacak gibi.
Türlü türlü savaşlara kurban giden Afganistan halkının göç trajedisi daha bitmeden Arap baharında yaşanan iç savaşlar gündeme damgasını vurdu ve ardından hiç bitmeyecek gibi uzanan Suriye krizini hafızalara yerleştirdi. Suriye iç savaşının neticesinde başlayan ve milyonlara ulaşan göç dalgası Afrika´yla birlikte batının kapılarını zorlamaya başladığı andan itibaren göç meselesinin ünü de evrensel bir boyuta ulaşarak gündemin sabit maddesi haline geldi. Suriye göçmen kriziyle birlikte Türkiye´nin de milyonlarca göçmene ev sahipliği ettiği için tartışmalara ayağı açıldı.
Ancak günümüzde sayıları milyonlara ulaşan ve yerel siyasete de derin damgasını vuran göçmen meselesi Suriyelilerle de sınırlı kalmamış. DAEŞ´in Irak´ta etkisinin artmasıyla birlikte Iraklı göçmenlerin de ilk maksadı Türkiye oldu ancak bu arada ciddi sayılara ulaşan ve hızla artmaya başlayan bir diğer uyruk Afganistan ve İran olarak boy göstermeye başlamış. Sayıları milyonlara ulaşan Afgan uyrukları da İran sınırından Türkiye´ye akın etmeye başlamıştır. Böylelikle İran üzerinden gerek Afgan ve Pakistan gerekse sayıları hiç küçümsenmeyecek kadar çok olan kendi vatandaşlarının Türkiye´ye girişi günümüzün göç meselesinde önemli yere geldiği söylenebilir.