Irak’ta son zamanlarda yaşanan halk hareketleri, gösteriler, protestoların arkasında doğal olarak herkes bir dış komplo arıyor. Sözkonusu olan Irak olduğunda dış komplonun olağan şüphelisi doğal olarak ABD oluyor, ne de olsa 2003 yılından beri işgal etmiş olduğu Irak’ın dizaynında da bugünkü siyasetinde de en etkili fail o.
ABD askerlerinin çoğu çekilip gitmiş de olsa, Irak’tan elini ayağını çekmiş değil, çekeceğini de beklememek gerekiyor. Ancak aynı ABD’nin Irak’taki yönetimi ve nüfuzu neredeyse altın tepsiyle İran’a sunmuş olduğu da herkesin malumu. Bugün Irak’taki yönetici elitler üzerinde İran’ın nüfuzunun ABD’ninkinden de fazla olduğunda herkes müttefik. O yüzden protestoların hedefi yolsuzluklarla, ülke kaynaklarını dış güçlere peşkeş etmekle suçlanan ülke yöneticileri ise, burada asıl hedef bu yöneticilerin İran’la kurmuş oldukları çok özel ilişki biçimi.
Devrimin hemen akabinde 1979 yılında başlatılan savaştan beri Irak İran’ın birincil yayılma hedefiydi. Başlarda “İslam Devrimi’nin İhracı” başlığı altında yürütülen bu faaliyet Saddam’la devam eden 8 senelik savaşın neticesinde bir sonuca bağlanamadı ama, İran’ın savaşarak elde edemediği şey, ABD’nin Irak’ı işgaliyle adeta kendisine bahşedilmiş oldu. Ama bu sefer Irak’a ihraç edilen İran’ın meşhur “İslam Devrimi” değil, sadece kaynaklarına göz diken nüfuzuydu.
Bugün Irak’ta İran’ın varlığının veya nüfuzunun Irak halkına kazandırdığı hiçbir şey yok. İran’da gerçekleştirilmiş ve başarılı olmuş, halkına huzur, refah ve mutluluk getirmiş veya getirecek, Irak’ı kalkındıracak herhangi bir proje veya tecrübe aktarılmış değil. Tam aksine Irak halkının demografik çoğulculuğunu tehdit eten bir işgüzarlık sergiledi. Kendisine yakın ve müttefik olan kesimlerle uzak olanlar arasında keskin dost-düşman ayırımları yaparak Irak halkına çok pahalıya mal olan bir istikrarsızlık ve iç savaş fitnesi taşıdı.
Silahlandırdığı Haşdi Şabi milislerini Sünnilere karşı tam bir “etnik-mezhebi temizlik makinası” olarak kullanırken halklar arasında telafisi çok zor kan davaları ekti. ABD’nin ve Esad’ın başka türlü faydalandığı DAEŞ tehdidinden İran da bu şekilde faydalanmış oldu. Haşdi Şabi’nin Sünni halka yönelik bütün vahşi cinayetleri DAEŞ’le mücadele adına haklılaştırılırken arada Irak yaşanmaz hale geliyordu, kimin umurundaydı?
Tabii bütün bu operasyonlar Sünni kesimden yapılan itirazları “DAEŞ veya ABD destekli” diyerek gözardı etmesi veya bertaraf etmesi kolay oluyordu. Oysa şimdi Irak’ta durumdan rahatsız olan ve ayağa kalkanların öncüleri Sünniler değil Şiiler. Irak’taki Şii gençler İran’ın Irak’ta oynadığı ve bütün bedelini Irak halkına ve ülkesine ödettiğini düşündükleri oyuna itiraz ediyorlar.
Bu itiraz Irak milliyetçiliği adına bir itiraz. İran’ın Irak’ın petrol varlığını kendi bölgesel çatışmacı siyasetini finanse etmek üzere sömürdüğünü düşünüyorlar. Irak, petrol kaynakları doğru dürüst değerlendirildiğinde dünyanın en zengin ülkeleri arasında olabilecek bir ülke. Kendine fazlasıyla yetecek ve başkalarına da yardım edebilecek güçte bir ülke. Oysa bugün tamamına yakını Şii olan Semava bölgesinde açlık sınırı altında yaşayan insanların oranı yüzde 42 olarak kaydediliyor. İnsanlar bulabildikleri çöplerden yiyecek toplayarak geçiniyor. Toplamda ise fakirlik sınırının altında olanların oranı yüzde 30’a yaklaşıyor. Irak’ın bu durumda olmasının sebebinin kaynaklarının mevcut yöneticilerinin işbirliğiyle İran tarafından el konulması olduğu değerlendiriliyor.
Aslında İranlı bazı yetkililerin hakim olmakla övündüğü 4 Sünni ülkeden Yemen, Lübnan ve Suriye’deki faaliyetleri ve savaşlarının İran’a maddi bir getirisi yok. Aksine bunun mali yükünü karşılamak bir yandan da yaptırımlardan mustarip olan İran için kolay olmuyordur. Protestocular tam da bu ülkelerde İran’ın verdiği anlamsız savaşın maliyetinin de Irak halkına yüklendiğini düşünüyor. Zira İran için bu dört ülkeden sadece Irak getirisi olan bir yer. Yani diğer ülkelerde harcadıklarını Irak’tan alıyor.
Bunu yaparken Irak’ta bu alışverişe razı olacak yönetici elitlerini belirlemenin yolunu buluyor ama bu yol yöneticileri kaçınılmaz olarak her geçen gün Irak halkından daha da fazla koparıyor. Çünkü kendi kaynaklarının kendilerine sorulmadan sistematik yolsuzluk ağlarıyla başka ülkelerdeki savaşların finansmanında kullanılmasına hiçbir halk razı olmaz. Hele bir de neticesinde Irak’taki gibi halkın varlık içinde yokluk çekmek zorunda bırakıldığı bir durum oluşmuşsa.
Bu duruma itiraz etmek için ABD’den veya dışarıdan başka bir yerden ilham almaya gerek yok. Durumun kendisi güçlü ve şiddetli bir itiraz için yeterince ilham veriyor zaten.
İtiraz eden bu sefer “Sünni ve DAEŞ veya ABD ajanları” denilerek geçiştirilebilecek türden değil. Hareketin öncülüğünü Irak’ın Şiileri oluşturuyor ama Irak milliyetçiliği ortak paydasında bütün kesimlerden destek buluyor.
Şu ana kadar gösterilerde akan kanda ordudan ziyade İran yanlısı milislerin veya ordu içindeki İran yanlısı unsurların etkisinin olması, İran’ın Irak’taki nüfuzundan ne kadar Iraklının kanına mal olsa da kolay vazgeçmeyeceğini gösteriyor. Neticesinde İran’ın dünyaya gerçekten söyleyeceği bir şey varsa, yarattığı bu kan denizinde boğulup gidiyor zaten.