Tarih boyunca insanlığın en büyük dramlarından biri göçmenlik. Peygamberlerin güç ve şer karşısında direnemedikleri zamanlar başvurdukları bir yoldur göç etmek. İnsan hayatının tehlikeli olduğu zamanlardır bunlar. Peygamberimizin evini yurdunu terk etmesi de bunun bir sonucu. Allah evinin olduğu bir mekânı bile terk etmek bu anlamda oldukça anlamlı. O, evini yurdunu Medine’de kurdu ve oradan dünyaya tebliğini sundu. İnsanlığın kurtuluşu için mücadele etti.
Mekânları putlaştırmanın sakıncalarının en başında bu gelir. Bir mekânın ve yurdun putlaştırılması. Mekke’yi terk ediş. Var olan dinin ve medeniyetin oluş merkezidir Medine. Eski adıyla Yesrib. Yesrib Medine olarak insanlığa sunulan bir güzellik.
Hak ile şerrin mücadelesi insanlık tarihi ile başlar. Şeytanlar ile mücadele bir erdem. Daha doğrusu İslâm’ın varlık nedeni.
Peygamberimizin kendisine sunulmuş olan tebliğ ve insanlığın kurtuluş çabasının Mekke’de yeterince karşılık bulamaması. İnsanların zulme uğraması, büyük kıyımların nedeni olabileceği düşüncesiyle kaderi gereği yeni bir beldeye geçiyor. Buna ister hicret diyelim ister göç diyelim sonuç aynıdır. Bu, insanlığın da bir kurtuluşu oluyor. Bedir’de savaş başlamadan önce Efendimiz’in iki rekât namaz kılarak, insanlığa ve dine, Allah’ı anmaya devam etmenin bir başlangıcı ve niyet duasıydı. Kurtuluşa adanmış bir hayatın niyet ve yaşama gerçeği. Medinelilerin gelen göçmenlere evlerini açmaları, topraklarını ve lokmalarını bölüşmeleri insanlık tarihinin en özgün ve ilk olayıdır. Bundan sonra Müslümanların hayat anlayışının bir gerçeğidir. Göçler ve göçmenlerin himayesi, korunması, lokmalarının bölüşülmesi.
İslâm medeniyetinde ve İslâm devletlerinin olduğu dönemlerde ve mekânlarda bu hayatın bir gerçeği ve vazgeçilmez bir anlayışıdır. Müslüman'ın misafirperverliği de bu ruhtandır. Gelen yabancı bir Tanrı misafiridir. Ona asla kapılar kapalı tutulmaz.
Müslümanlar bir yere yerleştiklerinden ev sahibi konumda olduklarında o beldede asla yabancılık çekmezler, yabancılanmadıkları gibi yolcu ve misafir yabancılanmaz.
Halklar Müslüman oldukları andan itibaren de bu ruhu çabuk kavrar ve hayatlarının bir gerçeği olarak kabullenirler, yaşarlar ve yaşatırlar.
Müslümanlar için özellikle ve öncelikle her Müslüman hangi ırktan olursa olsun manevî kardeşidir. Kimi zaman bu kardeşlik kan kardeşliğinin bile önüne geçer.
Müslümanlar ilk günlerinden beri mazlum insanların da yanındadırlar. Muhammed Ali Clay bir siyahi idi. Kölelikten Müslümanlığa geçtikten sonra özgürleşti. Özgürlüğünün başarısını sporunun başarısıyla sürdürdü. O, ringe çıktığı zaman dünyanın bir diğer ucunda bulunan Müslümanlar onun başarısını görmek, duada bulunmak için gece sabaha doğru uykularından uyanır izler ve duada bulunurlardı. Aynı heyecanı birlikte yaşarlardı. O bir siyahi idi. Tıpkı Habeşli Bilal gibi. Nasıl ki Bilâl, Peygamberimizin en yakınında ve müezzini idiyse Muhammed Ali de dünya Müslüman'ının gönlünde yer eden bir kahraman kardeşti. Ona olan sevgi özeldi. Hem Müslüman'dı, hem de mazlumdu. Sonradan da zulme uğradı. Emperyalizmin oyuncağı olmamak için Vietnam savaşından kaçtı, onun cezasını bile yedi.
İslâm’ın insana sağladığı sevginin bir sonucuydu bu. Müslümanlar siyahi kardeşlerini bir köle gibi görmedikleri gibi gerçek kardeşleri olarak gördü. Her Müslüman hangi ırktan olursa olsun her ırktan Müslüman'ı kendine kardeş bilir.
İslâm insanlığın kurtuluş yoludur. Özgürlüğünü ancak Allah’a iman ve Kur’an’ın öğretisinde bulabilir. Bundan başka bir seçeneği de yoktur.
İnsanlığın birlikte yaşayabilmesinin tek seçeneği. Batı düşüncesindeki yaklaşımlar insanı bir bütün olarak görmediği gibi, insanları bölümlere, ırklara ve katmanlara ayırır. Amerikalılar için Muhammed Ali’nin kazandığı spor başarısı kendilerini çok da mutlu etmez. Hıristiyan olsa bile o diğeridir. Müslümanlar için ise diğeri değil özün kendisidir.