İnsanların boynuna binen ifrit

Hakan Albayrak, Muhemmed Esed’in biyografisinden bir kesite işaret edip dönemin Batı(bizlerin de) insanının “inançsızlık-tamahkarlık” dolayısıyla boyunda ifritin kamçısının yüreklerimizin başına indiğini belirtiyor.

İnsanların boynuna binen ifrit

Muhammed Esed’in -“Kur’an Mesajı” adlı tefsirinin Türkçe baskısında (İşaret Yayınları) yer alan- biyografisinden çarpıcı bir kesit:

“1926 yılının sonbaharında bir gün Berlin metrosunda seyahat ederken gördüğü yüzlerin istisnasız hepsinin derin ve gizli bir acıyla kasılı olduğunu müşahade etti. Duyduğu sarsıntıyla bunu yanındaki Elsa’ya açtı. Elsa şaşkınlıkla ‘Bir cehennem azabı çekiyorlar sanki... Acaba kendileri bunun farkındalar mı?’ cevabıyla onu tasdik etti. Esed bu acıları ve ızdırapları insanların gerçeksiz, inançsız ve fasılasızca refah peşinde olmalarına bağlar. Eve döndüklerinde masada açık kalmış Mushaf’ı gördü. Kapatıp kaldırmak için uzandığında gözü Tekâsür suresine ilişti. Birden surenin o gün metroda yaşadıklarının tam bir yankısı olduğunu hissetti ve şunları düşündü: ‘Bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır: ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştı. (...) İnsanların boyunlarına binmişti ifrit; kamçısını tam yüreklerinin başına indiriyor ve uzaklarda alayla göz kırpan yalancı hedeflere doğru dehliyordu onları...”

***

Uluslararası ekonomik düzenin gerçekleri ve gerekleri…

Küresel piyasaların kuralları ve işleyişi…

Mevcut ekonomik krize çözüm arayışlarının genelde bu çerçeve dahilinde kalması anlaşılır bir şey diyelim; ama bu krizi çözünce çözüme kavuşmuş olacağımıza inanmak için söz konusu çerçevenin problemsiz olduğunu kabul etmemiz gerekir.

Halbuki o çerçeve -küresel kapitalist sistem- başlı başına bir problemi ifade ediyor.

Şu konjonktürde topu nasıl çevirebiliriz? Bunu küresel kapitalist sistem çerçevesinde konuşsak bile, topu çevirdikten sonrası için, o çerçeveyi aşmaya dönük projelerimiz -adını koyalım: devrimci hayallerimiz- de olmalı değil mi insanlık namına?

Her şeyden evvel, o çerçeveyi çizdiren “ihtiyaçlar sınırsızıdır” anlayışını sorgulamamız gerekmiyor mu?

***

İktisatçı Mustafa Özel, Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nın -evlere kapandığımız günlerde düzenlediği- “online etkinlikler serisi”nde yer alan Roman ve İktisat konulu sohbette bu meseleye şöyle eğilmişti:

“Şimdi (Korona günlerinde) deniyor ya ikide bir: Ne zaman normalleşecek? Zaten önceki halimiz normal değildi ki. Yani sanki içinde yaşadığımız sistem normal de, evlerimize kapanmamız anormal. Hayır. Aslında sürüler halinde koşuşturuyorduk. Belki insani olan, o kadar koşuşturmamak idi. Bunları tabii küçük küçük topluluklar olarak çözemeyiz. Diyelim ki herkes çalışır uğraşır uçak ve sair yaparken sen yapmazsan olmaz; tepene binerler. Ama bir insanlık meselesi olarak ele aldığımızda, niye bu kadar koşuşturuyoruz, kimin için koşuşturuyoruz? Niye bu kadar üretiyoruz? Kapitalist sistemin problemleri artık ulusal, hatta bölgesel ölçekte çözülemeyecek problemlerdir. Buna ancak küresel cevaplar üretebilirsiniz. Bu da yine, en iyi, ütopyalar ve benzeri kurgular –sinema, roman- üzerinden yapılabilir. Klasik bilim tarzımız bunu ele almaya elverişli değil.” (Bu sözlerin önü ve arkası için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=QPJgKwJ-cCM

***

Bir de kitap tavsiyesi:

Mustafa Kutlu’nun vahşi kapitalizmle çatır çatır hesaplaştığı “Kalbin Sesi İle Toprağa Dönüş” (Dergâh Yayınları).