Tarih: 18.02.2019 19:16

İnsanların Fıtratı ve Kodları İle Oynuyorlar

Facebook Twitter Linked-in

Selvigül Hocam, şair ve yazar Nurettin Durman ile yaptığınız bir söyleşide, babasızlıktan ve annenizin sizi babasız ne denli özenle büyüttüğü´nden bahsetmişsiniz. Ayrıca köy ortamında annenizin tüm zorlu yaşam şartları ile birlikte, babalık rolünü de üstlendiğini belirtmişsiniz. Gerçekten anneniz bu hâl ile büyük bir örneklik teşkil etmekte. Her anlamda imkânlara sahip kadınların ne yazık bu duyarlılık ve sorumluluğa sahip olmadıklarını görmekteyiz. Bunun temel nedenleri nelerdir bu konuda neler söylersiniz?

Söze rahmetli annemle başlamak, Anadolu´nun yiğit analarını anmaktır diye düşünmekteyim. Öncelikle tüm Anadolu analarına rahmet olsun ve benim anacığıma. Benim annem bir örnek tabi. Geçen bir söyleşide Ömer Lekesiz Üstad ?da annesinden bahsederken o çok güçlü bir kadındı, kardeşime hamile, sırtında yine başka bir kardeşim, benim elimden tutuyor ve elinde de büyük bir yük taşıyor. O çok güçlü idi diye rahmetli annesinden bahsetmişti. Çileli, eli ayağı taşa toprağa değmiş, ekmek aş pişirmiş, dağa çıkmış, tarla sürmüş, koyun gütmüş o nedenle toprakla, tabiatla dost olduğu içinde adeta bir sabır abidesi bu analar ve benim anacığım.

?Bir kadını al onu yont yont anne olsun

Her kadın acıma anıtı bir anne olsun

Çocuklara açılan mavi kırmızı pencere anne

Sen bu şehrin sokaklarından geç sonsuz pencerelerle

Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun?

Sezai Karakoç Köpük? ten şiirinde Kentin içinden gelen annelerin nasıl çocuklara pencere olduğunu anlamlı dizelerle anlatmaya çalışır.,. Benim annem kentli değildi tabi. Sonradan kente geldiğinde de kenti sevemedi. Her gece rüyalarında köyünü, tarlalarını, koyunlarını görürdü, nasıl bir özlemse istisnasız her gece köyüne giderdi adeta. Anneler mübarektir. Ama Anadolu´nun bağrındaki anneler daha bir mübarektir bence. Bir kuşağı temsil ediyor benim annem. Cumhuriyet çocuğu. Arapça öğrenememiş, tam okula gidecek iken harf devrimi oluyor. Ve gizli gizli samanlıklarda ellerinde örgüler Kur´an harflerini öğrenmeye çalışıyorlar. Baskına uğrama korkusu ile bir türlü de öğrenemiyor. Dedem de okula gönderemiyor bir türlü yeni yazı öğrensin diye. Belki de köyde okul daha açılmamıştır onu tam bilmiyorum ama bu olasılık yüksek. Annem bu nedenle ümmi idi. Neden diye soruyorsunuz ya, ben de yıllardır kendime bu soruyu hep soruyorum. Açık konuşayım, neden anam gibi çocuklarımı saran, kuşatan, besleyen, onları her hali ile seven bir anne olamadım. Neden neden? Sevgili Betül, işte irfan, hikmet, teslimiyet, tevekkül her ne dersek diyelim, biz entelektüel, çokbilmiş, her şeyi çözen, yönlendiren, yontan, şekil veren, hükmeden, eleştiren, beğenmeyen anneler, bizden bir iki kuşak önceki cahil diye adlandırılan ümmi analarımız gibi olamadık ne yazık. O çok bilmişliğimiz, her şeyi kuşatan egomuz, çocuklarımızın fıtratlarına kadar uzandı ve evlatlar çetin imtihan soruları olarak karşımızda artık. Sonra ben kendim sorguladığımda şunu anladım; annem beni severdi, sayardı, takdir ederdi, her ne durumda olursam olayım bağrına basardı, bana sonsuz güvenirdi. İşte ben de bunu derinden hissettiğim için çok büyük hatalar yapmadım, ilkeli, dürüst ve ahlaklı bir çocuk olmaya çalıştım.

Hani bazı hocalar diyor ya ?Anadolu pedagojisi´ işte anam farkında olmadan bana o teslimiyet ve inancıyla sarmalanmış kuşatan şefkatini gösterdi. Ki ben babasız büyüdüm. Derler ya anne Cemal, baba Celâl´dir. Beni Allah´ın Cemal sıfatıyla sarıp kuşatan anacığım hiçbir vakit celâllenmedi, hiçbir vakit bana emirler yağdırmadı, beni yargılamadı, suçlamadı ve bir tokat dahi attığını hatırlamıyorum. Ben çok mu usluydum ki, hayır kesinlikle hayır, sanatçı asi bir yapım vardı. İsyankâr hallerim zorlu bir ergenliğim oldu. Ama nice çileye düçar olmuş anam sabırla, şükürle kuşattı her daim bizleri. Ve bizleri babasız büyüttü, terbiye etti. Hiçbir kötü küfür, söz duymadım kendisinden. Ve bana duyduğun sonsuz güven ve saygıdan dolayı da hata yapmaya çekinir oldum, otokontrolümü hep kendim yapmak zorunda kalsam da doğru yollarda ve doğru insanlarla olmaya çalıştım. Çileli hayatı Rabbime giderken yüzünde hiçbir zaman unutamayacağım tebessümler ve ?la İlahe İllallah´ nidaları ile son buldu. Ve o zaman anladım, anladım ki teslim olursan, tevekkül edersen, ölümden korkulmaz.

Sevgili Betül sanırım bu söylediklerimin içinde sorunun cevabı bulunmakta. Bunun üzerine fazla bir şey eklemek istemiyorum. Yoksa kente, şehrin kalabalık caddelerine, çalışma ofislerine, çalışan kadınların yorgunluğuna, hırsına, tamahkârlığına, tüketim kültürüne, zorbalıklara, dayatmacı acımasız erkek hegemonyasına, modern ve post modern zamanlara girersek bu sorunun cevabı çok çok uzar.
Yüz yıl önce Halide Edip Adıvar, ?Beşiği sallayan el dünyaya hükmeder? diyerek anneliğin önemine vurgu yapmıştır. Tam aksine modern ve post-modern zamanlar anneliği ve kadınlığı cinsel özgürlüğe indirgeyerek, kadını özgür kölelere dönüştürerek taban tabana zıt bir yaklaşım sergilemişler. Değişen algımızla, mezkûr anlayış sonucu biz de (toplumda ve medeniyetimizde) nelere mal oldu bu durum veya olacak sizce?

Halide Edip´in yüz yıl önce bir salonda kadınlara seslenirken bu heyecan verici ifadeyi kullanması manidar bir durum. Yaşadığımız zamanlarda bile heyecan uyandırıyor. Bu ifade ile bizim cenahta, bu başlık adı altında pek çok çalışmalar da yapıldı. Ama aslında baktığımızda feminen çıkışı temsil eden bir yaklaşım gibi geliyor bana. Evet, anneliği yüceltiyor gibi ama dikkatli bir şekilde okuduğumuzda hükmeder ifadesi var. ?Hükmetmek´, kadının hükmetmesi, erkeğin hükmetmesi, çocuğun hükmetmesi olarak baktığımızda aslında insani anlamda uyumlu ve karşılıklı saygı ve sevgi ortamındaki bireysel etik duruşa aykırı bir söylem. Kadın dünyaya hükmedebilir mi? Öncelikle böyle bakmak gerekir ve bu doğru mudur?

Efendimizin ifadelerine baktığımızda ne denli farklı bir söylem olduğunu anlamış oluruz. Yani bu ifade kadınla erkeği karşı karşıya getiren, zıt kutuplar haline dönüştüren, adeta kadını hükmetmeye azmettiren bir ifade gibi geliyor. Ne ilginçtir ki yıllarca bu ifadeyi biz de kullandık. Ama birden düşündüm ve hükmetmek ifadesi bu derece sakıncalı gelmemişti bana. ?Cennet annelerin ayakları altındadır? diyor Efendimiz. Bu ifade daha yapıcı ve anlamlı geliyor bana. Cenneti annelerin ayakları altına seriyor. Annelik böylesine kıymetli ve kutsal. Aslında Halide Edip´te bir bakıma ?Beşiği sallayan el dünyaya hükmeder? sözüyle kadının anneliğini yücelterek ne denli önemli olduğunun vurgusunu yapmakta. Ama Efendimiz dünyada hiçbir karşılığı olmayan cennetleri seriyor annelerin, kadınların ayakları altına.

Ben üniversite yıllarında ters okumalar yaparak, örtünen birisiyim. O yıllarda her şeyi araştırıyor okuyor ve dersler yapıyorduk. Gerçekten doksanlı yıllar bizim için çok verimli yıllardı. Ama çok ilginç o zaman da çoğunlukla kadın meselesi konuşulurdu. Ben de hayret etmiştim neden hep kadın meselesi konuşuluyor diye. Çünkü okumaya çalıştığım Yüce Kur´an´da, Peygamber Efendimizin söylemlerinde ve eşlerine karşı tutumunda asla kadına karşı onu küçümseyen, onu hakir gören bir durum söz konusu değildi. Aslında İslam kökten çözmüştü kadın meselesini. İmam Humeyni´nin kadınla ilgili ince ama derinlikli bir kitabı geçmişti elime, orada kadının köleliğinden, Yahudilikte nasıl hayvanla eşdeğer tutulduğundan, Hindularda nasıl mal gibi alınıp satıldığından, yakıldığından bahsediyordu. Derinden etkilenmiştim

Sonradan yaşadıkça zamanla gördüm ki; kadın meselesini genelde erkekler konuşuyorlar ve çözüm bulmaya çalışıyorlar. Oysa Efendimizin eşlerine davrandığı nezaketle ve onun aşkıyla davranmak acaba akıllarına geliyor muydu? Efendimiz herkesin içinde sorduklarında kimi en çok seviyorsun diye hiç çekinmeden, ?Aişeyi? diyebilecek yüreklilikte ve samimiyette Aişe Annemize sadakati ve sevgisi vardı. Yine Mekke´nin Fethinde çadırını nereye kurduğunu biliyoruz. Böylesine hassas duyarlı ve kıymet veren, kıymet bilen yüce bir şahsiyetti. O zaman neyi kaybettiğimize dönüp baktığımızda Efendimizin Sünnetini kaybettiğimizi görüyoruz. Sonra Yüce Kur´an´da eşleri tarif ederken, Bakara Suresi´nde; ?Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz? diye anlamlı ayetleri görürüz.

Yine başka bir ayeti kerimede kadın ve erkeği dost ve yardımcı olarak gösteriyor yüce kitabımız. Dost ve yardımcı iki güzel kavram ne kadar anlamlı ne kadar manidar oysa.

Peki nasıl oldu da bu iki insan cinsi birbirini boğazlar, birbirine hükmeder, birbirinin hakkını gasp eder hale geldi. Tabi sizin de bahsettiğiniz gibi modern ve post modern zamanlar bu durumu daha bir perçinledi. Pek çok düşünceyle birlikte Feminizm de doğdu. Amerikalı bir grup zenci işçi kadının hak ve özgürlükler noktasında sendikal bir yapılanma olan kadınlar gününün kanlı bir geçmişi olduğunu hepimiz biliriz
Oysa biliyoruz ki, kadın peygamberlerin, âlimlerin, filozofların, mucitlerin, en büyük siyasetçilerin, katillerin, zorbaların hepsinin katman katman tüm toplumun annesidir. Bu minval üzere baktığımızda kadın toplumu doğuran ve emzirendir. Merhamet ve adalet soluğuyla yavrusunu büyütüp topluma gönderen annedir. Ama Yaratıcının fıtrat olarak şefkat abidesi merhamet şelalesi gibi yarattığı kadın anne olamadığı zaman, tüm varlığıyla anne sıcaklığıyla kuşatmadığı zaman, katiller, zorbalar, hırsızlar türer toplumlarda.
Cinsel devrim adı altında ne yazık Batı toplumlarında kadın hunharca sömürüldü. Bu sömürüyü sinema sektöründe, çalışma hayatında her yerde görmekteyiz. Yetmişli yıllarda çekilen bir film Batı´nın kadına bakışını özetliyor aslında. Marlon Brando kendisine verilen Oscar ödülünü reddediyor ve bir yerli´ye gönderiyor ödülü alması için, güya yapılan haksızlıkları ve sömürüyü protesto ediyor. Güya insanlık dersi veriyor. Ama rol aldığı bir filmde yönetmenle anlaşarak rol arkadaşı olan yirmili yaşlarda genç kadına, sahnenin inandırıcı olması nedenini öne sürerek tecavüz ediyor onun rızası olmadan. Ve böylesine acımasız ve rızasız bir muameleye muhatap olan kadın bu yaralanma sonucu üzerinden yıllar da geçse yaşadığı travmayı atlatamıyor ve intihar ediyor. Sinema sektörünün acımasız, kadınlar için sömüren ve erkek egemen bir anlayışla bir silindir gibi, değerlerin, mahremiyetin, hassas duyarlılıkların üzerinden geçtiğini görmekteyiz?

Mehmet Duman hocam çok güzel yazmış dosya konusunda, kendimize bakalım, içerden bakıp özeleştiri yapalım gibi ifadeler kullanmış. Evet, ben en son, modern ve post modern dağılmaların yaşandığı ve ne yazık ki en çok da emanet olarak bırakılan kadınların ezildiği zamanlarda erkekler kadınların durumunu konuşmaktan ziyade daha çok Efendimiz gibi kadınlara saygı duymaya, sevmeye, duyarlı olmaya çalışmaları gerektiğini düşünmekteyim. Ki O, kızı Hz. Fatıma geldiğinde ayağa kalkardı. Sonra, eşi Hz. Aişe ile küçük yaşta evlenmiştir ama Efendimizin desteği ve saygısı ile bir âlime olmuştur. Evlendiğinde Hz. Hatice nüfuzlu, kariyerli, zengin bir kadın olarak yalnız, kimsesiz olarak büyükmüş ve sahipsiz olan Efendimizi adeta himaye altına almış ona canıyla, malıyla kol kanat germiştir. Şimdi tüm bunlar bize neyi gösteriyor. Demek ki yaşanılan gelenekle beraber tekrar kadınlar İslam´ın getirdiği çoğu haklardan mahrum kalmışlar ki, Peygamberimizin davrandığı gibi kadınlara çok az erkeğin gerekli saygı, sevgi ve ihtimam gösterdiğini görmekteyiz.

Kadın ilahiyatçılarımız, yazarlarımız ve düşünürlerimiz, kadın konuları hakkında yazıp konuşunca feminizmle suçlanıyorlar, bir söylüyorlarsa bin eleştiri alıyorlar. Erkek yazar, ilahiyatçı ve düşünürler de kadın konusunu ele alınca tek taraflı, bir nebze de objektiflikten uzak oluyor. Kadın, aile ve çocuk konuları nasıl daha verimli ve halkta İslami bilinç oluşturacak şekilde ele alınabilir?

Bu soruya bir nebze yukarıda değindim gibi. Kur´an´ı Kerim´e baktığımızda sanki tümden erkeklere seslenir gibi algılanarak ?kadınlar pasif erkekler aktif´ konumda algılanmış. Ben bunu müfessirlerin çoğunlukla erkek olmasına bağlıyorum. Oysa Allah (cc), ?Eyyühannas´, Ey İnsanlar diye seslenir. Her daim seslenişi insanlığadır. Ki yarattığını bilmez mi Rabbim. Kadınların erkekler tarafından hor görülmesi, saygınlığının yerinde olmaması durumları her daim her zaman diliminde mümkün olduğu için, Rabbimiz Nisa Suresi diye bir sure indirmiştir. Ve daha pek çok ayetle de kadınların sosyal ve psikolojik durumlarını koruma ve güven altına almıştır. Efendimiz de yaşadığı sürece zaten öylesine bir izlek oluşturmuştur ki, eşleriyle olan tüm münasebetleri sevgi, aşk, muhabbet potasında eriyen saygın bir hayatı bize bırakmıştır. Her bir eşi adeta yaşam karesi ile insanlığa büyük bir insanlık dersi vermişlerdir. Efendimiz onlarla olan tüm münasebetlerinde, adeta bir hayat rotası çizmiştir. Kıskançlıklar, çekememezlikler olmamış mıdır? Tabi ki olmuştur. Ama hepsi adeta büyük bir ders olarak insanlığa kalmıştır. Peygamberlerin hayatlarında da bunları görmekteyiz. Eşler kimi zaman imtihan olmuştur. Kimi zaman ödül. Ama yürünen hayat yolunda her daim Allah´a bağlılık, sadakat, kulluk semeresi olarak her daim evlilik bir ibadet şuuruyla yaşanmıştır.
Kadın ilahiyatçılar daha çok tepkisel konuşuyorlar bence. Ki bu doğal bir durumdur. Nasıl ki kadınların haklarının ellerinden alınması, kadınların, onlara hakları noktasında eşitliksiz davranılması Feminizmi doğurdu ise İlahiyat alanında da yetkin isimlerin söylemleri yine kadınlara hak ettikleri muamelelerin eksik olmasından kaynaklanıyor. Tabi mutlaka istisnalar vardır. Hiç unutmuyorum bir geziye gitmiştik. Aktivist feminist söylemleri olan bir ablamız camiye namaz kılmaya girdiğimizde hemen mihrabın önüne doğru ilerlemiş orada namaz kılmıştı. Cami o sırada boştu. Acaba erkek cemaat olsa idi bunu yapar mıydı bilmiyorum. Ama camilerde kadınlara ayrılan yerleri görünce bunun da tepkisel bir davranış olduğunu düşünüyorum. Yeni yapılan camilerde bile kadınlar üç kat çıkarak kadınlar bölümüne geçebiliyorlar. Yaşlı, hamile, yorgun kadın olamaz mı? Onlar bu üç katı nasıl çıkacaklar. Bu da şu demek oluyor kadınlar camiye gelmesinler. Ya da çok çok dar ve dik merdivenlerden çıkıyorsunuz namaz kılınacak bölüme. Oysa İslam toplumunda namaz, cemaat, cami sosyalleşme anlamında ve cem olma anlamında çok çok önemlidir. Mekke´de kıldığım Cuma namazlarını, Kudüs´te kıldığım bayram namazını hiç unutmadım. Orada aldığımı feyzi çok az yerde ve cemaatte aldım diyebilirim.

Erkekler daha çok konuşuyorlar kadınlar hakkında. Aslında bu da bana çok doğru gelmiyor. Bunu feminen bir söylemle söylemiyorum. Zaten bu tür yaklaşımlara her zaman mesafeli duruyorum. Tabi zulüm gördüğüm zaman o zulmü kınamak ve yapılan haksızlığa tepkisiz kalmak da istemem doğrusu.
Sizin sorunuzda da belirtiğiniz gibi yine Mehmet Duman hocamın da giriş yazısında işaret ettiği gibi, gerçekten Batı toplumlarında aile birlikteliği bitme noktasına gelmiş durumda. Bizi ayakta tutan değerlerimiz var. Aslında en baştan da söylediğim gibi herkes bulunduğu konumda hakkı ve adaleti sağlayarak karşı tarafa saygı duysa, insanlık noktasında eş olduğu karşı cinse gereken değeri verse nasıl olur. Yaşadığımız çağın gerçekleri ile yüzleşerek, artık davranışlarımızı düşünmemiz gerekiyor.
Ailelerin temeline yerleştirilen modern dinamitlerden biri de modern hukuk sistemi olmakta. Boşanma durumlarında Avrupa kriterlerine uyabilme adına birçok insani durumdan uzaklaşılıyor. Kadının tek taraflı beyanının yeterli görülüp erkeğin evden uzaklaştırılması, çocukların anneye verilmesi, erkeğin kadına uzun süreli nafaka vermesi barışma ihtimali olan aileleri tamamen bitirmektedir. Genetiğimizin uymadığı bu sistem ile aileler nasıl düzeltilebilir ki?

Öncelikle ben hukukçu değilim. Edebiyatçı ve sanatçı duyarlılığı ile sorularınızı cevaplıyorum. Yine insanın fıtratı ve kodları ile oynuyorlar tabi ki. Ben Asr-ı Saadet´te kadının sonuna kadar korunduğunu ve haklarının da verilmeye çalışıldığını düşünüyorum. Zaten Arap toplumunda ve yaşanılan çağda kadın neredeyse bir parya gibi alınıp satılan bir mal, cinsel bir meta gibi kullanılıyor. Hem Yahudi kültüründe böyle hem de Arap toplumunda ne yazık kadının konumu çok can yakıcı. Kırmızı bayraklı çadırlar var ve babasız çocuklar doğuyor. Böylesine fuhşun yaşandığı, diri diri kız çocuklarının toprağa gömüldüğü bir ortamda Kur´an kadını insan olarak, eşrefi mahlûkat olarak ve erkeğe dost ve yardımcı olarak anıyor ve ona hak ettiği değeri fazlasıyla veriyor.

İnsanlıktan ne kadar uzaklaşılırsa, vicdandan da uzaklaşılarak, kadın da erkek de karşı cinse zulmediyor ne yazık. Bu Avrupa kriterlerine uygun yasalarda fıtrata aykırı bir işlevsellikle aslında iki cinse de güya hak koruma adına zulmedilmekte diye düşünüyorum. Modern insanın çıkmazları bu yasalar. Öncelikle vicdan olmalı diye düşünüyorum. Kimse boşanmak için, başına kötü olaylar gelsin diye evlenmez. Ama anlaşmazlıklar olabilir ve ayrı kültürlerde, ayrı mekânlarda yetişmiş iki insan anlaşamazsa ayrılabilirler. Ama dediğim gibi vicdan çok önemli. Arada çocuklar varsa ki bu anlamda iki tarafa da çok görev düşüyor. Çünkü annelik ve babalık sorumluluk ve sahiplenmeyi gerektiriyor. Sonra çocuğun da hakları, ihtiyaçları var tabi ki.

Kur´an-ı Kerim´de, ?Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları? olduğunu Bakara Suresi´nde okumaktayız.

Cahiliye Araplarında kültür olarak yukarıda dediğim gibi kadının durumu pek iyi değildi. Adeta mal gibi alınıp satılıyordu. Hz. Ömer yaşanılan bu gerçekliği şöyle dile getirmiştir:: ?Câhiliye devrinde biz kadınları bir şey saymaz, hesaba katmazdık; bu durum Allah Teâlâ´nın onlar hakkında âyetler indirmesine ve kendilerine birtakım haklar vermesine kadar devam etti?? (Müslim, ?Talâk?, 31 vd.)

? Kadınların da sorumluluklarına denk haklarının bulunduğunu bildiren âyetler, o günün yaşam şartları göze alındığında gerçekten eşi bulunmaz insan haklarını göz önüne sermektedir. Özellikle o günün şartları dikkate alınırsa eşi bulunmaz bir ?insan hakkı? kuralı ve ?kadın hakları vesikası?dır. Hakları ve ödevleri teker teker saymak yerine bir genel çerçeve veren bu âyette yer alan üç kayıt, kadın haklarının mahiyeti, derecesi ve değişme kabiliyeti açısından büyük önem arz etmektedir: a) Kadın haklar bakımından erkeğe mutlak anlamda eşit değildir; her ikisinin hakları arasındaki nispet ?benzerlik ve denklik?tir. b) Nasların değişmez kıldıklarının dışında kalan haklar ve ödevlerin değişim ve dengesi sosyal şartlara ve kamu vicdanındaki meşruiyet ölçülerine (ma?rûf) göre ayarlanabilecektir. c) Haklar ve ödevler karşılaştırıldıkları zaman erkeklerin haklarında bir derecelik fazlalık bulunduğu görülecektir.? (Diyanet İşleri Başkanlığı´nın tefsirinde bu şekilde bir açılım yapılmıştır.)

Ben insanlıkta eş olan iki cinsin, eşitler arası üstünlük noktasında erkeğin önde ama bunun da ezici bir üstünlük olmadığını düşünmekteyim. Zor zamanlarda yaşıyoruz ne yazık ki. Hastalıklarımız farklı, reçeteler farklı. Şifa yine yüce Kitabımız Kur´an´da. Efendimizin sünnetinde.

Toplumu doğuran kadınlardır. Kadınlara zulmeden, onların haklarını gasp eden erkekleri de kadınlar doğurup onları terbiye ediyor. Aile yapısının güçlenmesi gerekiyor. Ailede sevginin, saygının, vicdani duyarlılıkların yaşaması çok önemli. İşte bu değerler sünnete uygun ve yüce Kitabımıza yaslı bir şekilde yaşanırsa inanıyorum ki boşanmalarda da haklar gasp edilmeyecek. Her iki tarafa da zulmedilmeyecek. Bizim öncelikle vicdanlı bireyler yetiştirmemiz gerekiyor. Hak ve adalet üzere yaşamaya çalışan, fıtratlarını bozmadan sevgi ve şefkat ortamında merhametle onların yüreklerine insanlık tohumları ekmemiz gerekiyor. Yoksa insani değerleri kavrayamamış, vicdansız bireyler dini değerleri yaşayıp eyleme geçemezler diye düşünmekteyim. İyi Müslümanlar, vicdanlı Müslümanlar olmadan önce iyi insanlar olmak zorundayız. Çünkü iyi bir insan olmadan iyi Müslümanlar olamayız.

İslam kadına ve erkeğe görev ve sorumluluklarını açıkça belirtmişken Müslüman kadın feminist olabilir mi? Kadın, erkek eşitliği ve tartışılan feminizmle ilgili bize neler söylersiniz?

Müslüman kadın feminist olabilir mi? Aslında bu konuya yukarıdaki cevaplarda bazı açıklamalar var. Yaşadığımız dönemlerde özellikle genç kuşakların çok farklı yönelimleri var. Tabi artık bilişim çağında yaşıyoruz. Bilgisayar ve internet ağıyla her şey çok farklı bir boyut kazandı. Çocuklarımız da geniş bir kültür ağıyla karşı karşılar. Çeldiriciler çok fazla. Artık sınırsız, mahremiyetleri zorlayan ifşa olan hayatlar ve yaşamlar gençlerin önünde akıp gidiyor.

Bizim söylemlerimiz, din dilimiz nasıl olmalı işte bu konu çok önemli diye düşünmekteyim. Şimdi televizyonlarda, kadının hâlâ sınırsız cariye olarak alınıp satıldığından bahsediliyor. Hâlâ anlayış bu şekilde ise, Efendimizin yaşantısına tekrar dönüp bakmamız gerekiyor. Gençliğinin baharında kendisinden yaşça büyük Hz. Hatice Annemizle evleniyor ve o ölmeden tekrar evlenmiyor. Bu bence çok anlamlı. Sınırsız cariyeden bahsedenler bu durumu iyi düşünmeliler. Sonrasında ise evlilikleri şefkat ve himaye odaklı. Ve esir olarak alınan Safiye Annemizi nikâhlıyor. Gençler din dilini anlamamakta haklılar ve gerçek İslam onlara ulaşamıyor diye düşünmekteyim. İşte o zaman da diyoruz, ateizm ve feminizm artmaya başladı.

?Havva´nın anlamı, Âdem´in anlamı demek bir bakıma. Bir bakıma ondan da fazla bir şey?.
Kadın, erkek için hayatla ölüm arasına gerili bir kemandır adeta. Doğduğu andan ölünceye kadar ona yaklaşmalar, ona katılmalar ve ondan kopmalar sürüp gider.

Havva Âdem´e bir çıkmadır, bir dipnotu. Ama öyle bir dipnotu ki, asıl metnin anlaşılması için kaydı gerekli.? Üstad Sezai Karakoç, Yitik Cennet kitabında iki cinsi böylesine anlamlı anlatır.
Kadının ve erkeğin konumu her dönemde olduğu gibi küreselleşen dünyamızda da egemen olan kültürler tarafından yeniden tanımlanmakta ve şekil almakta.

Oysa bu iki cinsin birbirlerine müthiş bir çekim gücü, muhtaçlığı, dayanışması, zorlu bir dünyayı yaşarken adeta sırt sırta vererek birbirlerine destek olmaları gerekiyor. Fıtrat bunu gerektiriyor. Fıtri olarak Yaratıcı iki mükemmel varlığı birbirine eş ve birbirlerini tamamlayacak şekilde yaratıyor. İlahi öğretinin ilkeli, tavizsiz, erdemli, soylu kadın ve erkek duruşları ancak fıtratla oynandığında sarsılıyor ve bu sefer cinsiyet eşitliği, feminizm, eşcinsellik gibi durumlar söz konusu oluyor. Mahremiyetler artık telefonların ekranlarından, bilgisayar ve televizyonlardan oluk oluk ifşa makamında. Sanal ve sapkın bir cinsellik ağıyla gençler kuşatılmış durumda.

?Zira her türlü aşkın kökü, ne kadar ulvi görünürse görünsün, cinsel güdüdür; evet, aslında aşk dediğimiz şey sadece inceden inceye tespit edilmiş, özelleşmiş, hatta kelimenin en dar anlamında bireyselleşmiş bir cinsel güdüdür.? Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği kitabında iki cinsin birbirlerine çekimlerini bu şekilde anlatıyor. Yaratıcı iki cinse çekim gücü vererek, neslin de devam etmesi şehvetle yaratmıştır. Ama şehveti terbiye etmek için de dini inancı öngörmüştür. İnsanı esfeli safilin durağından ahseni takvim durağına çıkartan da inancı, imanı, teslimiyetidir. Yoksa insanın hayvandan farkı kalmaz. Ne yazık yaşanılan hadiseler de gösteriyor ki sapkın cinsellik, kontrolsüz güdüsellikle insan hayvandan daha aşağı konumda nice zulümlere sebebiyetler verebiliyor.

Tevbe Suresi 71. ayette ?Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdır? buyrulur Yüce Kitabımızda. Dost ve yardımcı olarak tanımlanan iki cins ne yazık yaşanılan çağda birbirlerinin neredeyse hasmı durumuna düşürülmüştür. İlahi öğretiden, fıtri duruştan ve özden ne kadar uzak kalınırsa bu anlayış da ne yazık artarak devam edecektir.

Kadınlar artık etkin bir şekilde çalışma hayatında yer alıyorlar. Kariyer de yapıyorlar. Aynı zamanda anne olarak birden fazla çocukla ve evin sorumluluğu ile de hemhal oluyorlar. Tabi bu süreç çalışan kadını yıpratıyor. Diğer taraftan da erkeklerin çalışma hayatında yer almayıp ?ev kadını? olarak evin tüm yükünü omuzlayan kadınlara da çocukların bakımını ve sorumluluğunun yüklenmesi ve tüm bunlarla da ekonomik bir geliri olmadığından aktif olarak ev dışında çalışmadığından tembellik yapıyormuş gibi algılanmasına yol açıyor Evin ve çocukların sorumluluğu erkeği de ilgilendiriyor ve eşit olarak aynı sorumluluğu üstlenmeliler diye düşünmekteyim.

Kadınlar her durumda büyük bir sorumluluk alarak neredeyse hem anne hem baba olurken erkekler sadece babalık yapıyorlar gibi, siz bu konuda neler söylersiniz?

?Anne gitti ve evler döndü yazlık otellere,
Anne gitti ve sular buruştu testilerde,
Artık çamaşırlar yıkansa da hep kirlidir.
Herkes salonda toplansa da kimse evde değildir?

diyor ya Sezai Karakoç çalışan kadınlar bana hep bu anlamlı dizeleri hatırlatır.

Kadınlar fıtri yapıları gereği şefkatli, anaç ve gerçekten sahiplenmeleri erkeklere göre daha kuşatıcı. Tabi istisnalar mutlaka vardır. Çalışma hayatına yoğun bir şekilde katılıyorlar artık kadınlar. Çocuklarımız harıl harıl okullarda okuyorlar kız erkek ayrım olmaksızın. Ama evlilik hayatına, çocuk yetiştirmeye tam hazırlanamıyorlar gibi geliyor bana. Nasıl ki din yorgunu oldularsa okul yorgunu, sınav yorgunu oluyorlar. Okuya okuya yaşlanıyorlar. Tabi bu ayrı bir konu ve çok uzun.

Tüketim toplumu kadını da sahaya itti bir bakıma. Aslında her durumda olduğu gibi çalışma hayatında da denge olmalı. Tabi ki kadın sadece evin içinde bütün gün temizlik yapmak, yemek yapmak için yaratılmamıştır. Ama fıtri olarak kadının yapısı bu işlere daha yatkındır. Bir anne olarak çocuklarıma en iyi yemekleri yapmak isterim. Onlar ne kadar rahat ve huzurlu ise, ihtiyaçları giderilmiş ise ben o kadar rahatım ve tatmin olmuş oluyorum. Yani yazarlığımdan, sanatçılığımdan, anneliğim daha ön plana geçer. Bu benim yaratılışımda var çünkü. Rabbim beni anne olarak yaratırken bu şekilde kodlamış. Süt anneler vardı önceden, ama doğal olan anneyi emmesidir çocuğun, çünkü onun rızkını Rabbim annenin döşünden gönderir.

Şimdi denge derken şunu kastediyorum. Birbirlerine dost ve yardımcı olan kadın ve erkek aile yaşantılarında da bunu sağlarlarsa zaten sorun çıkmaz. Ama erkek ezici davranır, dışarıda çalışan kadına aynı zamanda fıtratına ağır gelen sorumluluklar da yüklerse ona zulmetmiş olur. Aynı zamanda kadın da erkeğe gücünün üzerinde yüklemeler yaparsa o da zulmetmiş olur.

Ben her daim söylüyorum çalışma koşulları kadınlara göre değil ne yazık ki. Kadınların fıtri yapılarına uygun çalışma koşulları olmalı. Bu yarı zamanlı olabilir. Belli saatlerde olabilir. Çünkü kadının gücünü aşıyor normal mesai saatleri. Sizin de belirttiğiniz gibi ne yazık ki kadın evde de pek çok işi üstleniyor. Erkek de üstleniyor ama gelenek ve göreneklerimiz ne yazık çok baskın ve kadından beklenti çok yüksek.
Benim yakından tanıdığım arkadaşlarım var. Eşleri ne yazık çalışmıyorlar ve bu arkadaşlarım evin yükünü omuzlamışlar, çalışıyorlar evi geçindirip çocukları okutuyorlar. Yani imtihan dünyasındayız, her türlüsü başa geliyor. Boşanma da çözüm olmuyor ve gerçekten kadın bir nevi ailenin reisi gibi oluyor. Bu nedenle aman kadın niye çalışır ki diyemiyoruz.

Aksine kız çocuklarının daha iyi eğitim alarak, gerçekten okumaları ve meslek sahibi olmaları gerektiğini düşünmekteyim. Çünkü ileride ne ile karşılaşacakları belli olmuyor, kimseye muhtaç olmadan seviyeli işlerde çalışabilmeleri için okumaları gerekiyor. Yine ilim ve sanat alanında da kendilerini yetiştirmeli diye düşünmekteyim. Bu konular çok uzun konuşulacak konular ama zaten çok uzun bir söyleşi oldu.

Son olarak hayat şartlarında karşılıklı saygı ve sevgiyle aşılamayacak engel yoktur diye düşünmekteyim. Eşler de birbirlerine saygı duyarak birbirlerinin yüklerini hafifleterek, köstek değil destek olarak, Rabbimizin onlara yüklediği muhteşem fıtratlarındaki özü yaşarlarsa Rabbim de yardımını nusretini, huzurunu gönderecektir. Neticede Rabbim müjdeliyor: ?İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve esirgeme var etmesi de O´nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda düşünen kavim için ayetler vardır? (Rum Suresi,21)

Söyleşi için teşekkürlerimi sunuyorum.

___________________________________

(*)Selvigül Kandoğmuş ŞAHİN:
Tokat Reşadiye, Demircili Beldesi doğumlu yazar ilköğrenimini Babaeski´de, liseyi ve üniversiteyi İstanbul´da tamamladı. Kısa bir süre muhabirlik ve öğretmenlik yaptı.
Yediiklim, Kafdağı, Hece, Hece Öykü, Bir Nokta, Mahalle Mektebi, Temmuz, Aşkar, Tasfiye, Ay Vakti, Değirmen gibi dergilerde yazıları ve öyküleri yayınlandı. Aynı zamanda pek çok düşünce dergisinde yazılar yazmaya devam ediyor.
Bir süre Bahçelievler ve Bağcılar Belediyelerinin Eğitim Kültür Müdürlüklerinde ve Basın Danışmanlığında görev aldı. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdürürken bir süre İkbal Eğitim Kültür ve Dayanışma Vakfının Yönetim Kurulu başkanlığını yürüttü. İstanbul Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyeliğinde de bulunan yazar, Milat Gazetesi´nde köşe yazarlığını ve Edebistan Sitesi´nin söyleşi editörlüğüyle, çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla, halen vakıf, dernek, belediye ve okullarda seminer çalışmalarını da sürdürmektedir.
Meryem Zehra´nın, Hacer´in, Mustafa Harun´nun ve Hümeyra´nın annesi, İstanbul´da ikamet etmektedir.
Yayınlanmış Eserleri: Gülendamın Renkleri (Öykü); Hayırlı Haber (Öykü), Savrulan (Öykü), Kırık Zamanlar (Öykü), Allah Her Yüreğe Dokunur (Öykü), Yusufhan (Roman ); Eylül Sancısı (Toplu Öyküler ), Hızırla Yolculuk (Deneme ), Kalemin Yazgısı (Deneme), Kalbin Duası (Deneme 2016)




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —