Tarih: 29.03.2022 01:31

İnsan, Şehir ve Medeniyet…

Facebook Twitter Linked-in

İnsanın kendisini gerçekleştirmesi için gerekli olan bir mekâna ve zamana olan ihtiyaç tarihsel seyri içinde kendisini dayatmaktadır. İnsan, salt kendisi olarak varlık sahasına çıkması, kendi yalnızlığı içinde kaybolmasını da içerecektir. Bu yüzden insan, kendisini gerçekleştirme mekânı olarak şehir ve zaman olarak da medeniyeti işaret etmek insana işarettir.

Şehir, insanın kendisini var kıldığı, gerçekleştirdiği ve başkaları ile birlikte var olmayı öğrendiği bir zemini işaretler. Şehir, bir kültür ve inanç bağı üzerinden insanların insanlar ile ve diğer varlık türleri ile birlikte var olmanın şartlarını olgunlaştırdığı bir mekândır. Şehir, inanç, kültür ve yaşamın kendisini bir bütün içinde anlamlı bir birlikteliğe yönlendirir. Zaman, şehrin insanının kendisini eğitirken ve olgunlaştırırken neyle karşılaştığında nasıl bir cevap üretmesi gerektiğini gösteren, ileten ve öğreten olarak inanç ve kültürü içermektedir. Bu temel yaklaşım bize insanın bir şehirde ve bir medeniyet içinde varlık kazandığı zaman kendi olgunluğunu da imlediğidir.

Medeniyet, insanın zırhıdır. Onun korunağıdır. Kendi mevcudiyetini sağlama alırken, kendi şahsiyetini inşa edeceği bir zaman dilimini de içermektedir. Medeniyet ise kendisini dayandırdığı inanca taalluk eder. Medeniyeti farklılaştıran ise dayandığı inançtır. Bir şehir dayandığı inancın taalluk ettiği yaşamı içselleştirdiği kadar medeni olur.

İnsanın dayandığı tanım ise medeniyeti inşa eden dünya görüşü ile birebir ilişkili bir durumdur. Dolayısıyla dünya görüşleri medeniyetin kurucu ruhunu işaret ederler. O zaman medeniyet tasviri, tanımı ise bu dünya görüşünün yaşama ve insana yönelik ileri sürdüğü tezlere dayanır.

Medeniyet tarihi tartışmalarına dikkat kesildiğimizde birden fazla medeniyet tanımı buluruz. Ruhçu medeniyet, Maddi Medeniyet ve ikili gerçekliği kabul eden Kitabi/vahiy dini…

Madde ve ruh içinde sığışmış bir inanç kümesinin temsil ettiği medeniyetleri ise yunan ve benzeri kültürler ile Hint, Çin ve İran gibi medeniyetlerdir. İslam ise ilk peygamberden son peygambere kadar kendini sürekli yenilerek varlık sahasında kalan nübüvvet merkezli bir inanç ve amel medeniyetidir. Biz buna ‘İman Medeniyeti’ de diyebiliriz.

Fakat daha temel bir tanım için ve kendi iman medeniyetimizden hareketle eğer tanımlayacaksak, iki türlü bir medeniyetten söz edebiliriz: ilki, iman medeniyeti; Dar’usselam, diğeri ise ifsad/bozuluş medeniyetidir. İnsan, ilk insan ve ilk peygamber ve dolayısıyla ilk vahiy ile muhatap olarak varlık sahasına çıkmıştır. Müslüman için tarih bir peygamber ile başlar. Bu da iman medeniyetinin kurucu unsurudur. Tarihsel veya sosyolojik bir ayrım olarak sürekli gündeme taşınan ilahi dinler terkibi yanlış ve sadece vakıaya yönelik bir tespiti içerir. Ama en temelde Din tektir; İslam… İslam, kitabi/ ilahi dinin tek ve sarsılmaz adıdır. Âdem (as) ile başlayan ve son peygamber Muhammed (sav) ile hitama eren tek bir din, İslam ile insanlık/ insanlar müşerref olmuştur. Bu temel gerçekliği gözden ırak tutmadan değerlendirmeler yapmak kurtuluş için zorunlu bir ön bilgidir.

Tabi ki her peygamber sonrası dinden uzaklaşmalar, dinden hareketle beşeri düşüncelerin etkilediği veya şeytanın ve nefsin baskın karaktere dönüşerek kendini süsleyerek ileri sürdüğü yeni inançlar, yeni alışkanlıklar, yeni davranışlar üretilmiştir. İşte İslam buna fısk/terk etme/sınırı aşma ve fesat/bozuluş/yapı bozumu demektedir. Buna örnek ise; her bozuluştan sonra yeniden yeni bir peygamber göndererek tekrar insanlara ilahi rehberliği tazelemektedir. Ama son peygamber ve onun kitabı olan Kur’an korunmaya alınarak ilahi rehberlik muhafaza edilmiştir. Peygamberin uygulamaları ile de vahiy/Kuran amelde de neye taalluk ettiği netleştirilmiştir. Ana çizgileri bağlamında sünnet, bize, dinin uygulamada neye tekabül ettiğini örneklik/şahitlik üzerinden rehberliğini yapmıştır.

Bir müslüman için ilk şehir, bu çerçeve içinde Yesrip’ten Medine’ye dönüşmüş olan şehirdir. Medine, ilk İslam şehridir, medeniyetin ilk şehridir. Bu yüzden medeniyeti kültür üzerinden yorumlayanların yaptığı gibi inanç, örf ve adet, gelenekler olarak betimlemek bir yere kadar doğrudur. İman, inanç ve ameli birlikte inşa ettiğine göre sünnet hem imanı ve hem ameli içermektedir. O zaman sünnet bize medeniyet kavramının neye taalluk ettiğini de göstermektedir. Bu çerçeve içinde medeniyet sünnettir. Bu medeniyetin değişim ve dönüşüm şartlarının neye göre yapılması gerektiğini de gösterir.

Yani medeniyet, kendisini yenilerken sahip olduğu sünnet kavramı üzerinden tarihsel bir sürekliliği içinde taşıyan bir usulü da vermektedir. Bu usul aynı zamanda her zaman ve zeminde müslüman olarak varlık kazanmanın bir imkânını verir. Usul, Müslüman’ın kendi Müslümanlığını anda gerçekleştirme iradesini ve gücünü sağlar. An’ı, anbean yeniden Müslüman’ca düşünmek ve eylemek için tarihsel sürekliliği sağlanmış bir usulün varlığı şarttır. Bu da bize medeniyet açısından bir dinamizm ve devingenlik sağlamak bağlamında sahici bir yöntemin olmazsa olmaz bir ilke olarak varlık kazanmasını sağlayan müslüman geleneğin tarihsel seyrini ve sürekliliğini doğru bir usul üzerinden anlamlandırmanın lüzumunu gösterir.

Bir şehri, şehir kılan onun ilişkiler ağını belirleyen ve onun güzelliğini sağlayan estetik kaygısıdır. İlişkiler ağı, etik/ahlaki olana, güzellik ise estetik/sanata işarettir. Bunu sağlayacak olan ise dünya görüşüdür. Şimdi bir çağdaş şehir olarak düşünülen kentleri teker teker gözlerimizin önüne getirelim ve bakalım; nasıl kurulmuşlar, hangi ilişkiler ağı üzerine bina edilmiş ve bu durum orada yaşayan fertlerin morallerini nasıl inşa ediyor. Bu konuda yapılacak bir çalışma bize batı medeniyeti diye tesmiye edilmiş kültürün, nasıl bir ilişkiler ağı, estetik ve etik kaygıları oluşturduğunu gösterir. Örneğin; elektrik kesintisinin biraz uzaması bağlamında kentin bir soygunla karşı karşıya kalışını nasıl açıklayabiliriz. Ya da kendisi bir gezide, ama en yakını; baba, anne, kardeş, eş vesaire ölünce hangi tepkiyi gösterdiği gibi bazı temel meselelerde karşı karşıya kalınan durumları analiz etmek şarttır. Bir yerde okumuştum; batılı bir insanın günlük yaşamını tasvir ediyordu: batılı bir insan; çalışıyorsa, sabahın erken saatinde kalkar, mesai bitimine kadar çalışır, mesai sonrası için bir mekâna geçer, içer, günün yorgunluğu sarhoş olarak giderir. Sonra eve gelir ve uyur. Ertesi sabah aynı ritüeller devam eder.  Modern kentte ilişkiler dostluk üzerinden değil, çıkar, yarar ve iş ortaklığı bağlamında gelişir. Yani zorunlu ilişkiler ana omurgayı oluştur. Şöyle bir eleştiri de bekliyorum; iyi ama bizim burada da durum farklı değil! Güzel de bizim burada durumun aynileşmesi, bizim ne kadar modernleştiğimizin işaretidir. Yani aynı medeniyet kodları içinde varlık kazanıyoruz da ondandır. Daha somut bir durum: Osmanlı ve İslam dünyasına yönelik yapılan gezilerde, gezginlerin ana çoğunluğu Müslümanları öve – öve bitiremezler. Müslüman olanların sayısı da bir hayli fazladır. Ama ne zaman ki Müslümanlar batılılaştılar, şehirlerini batılı formatla yenilediler, kendilerini çağdaş, modern olarak betimlediler, bu zemin ve zamanda yapılan gezilerde ise bu sefer Müslümanlar hep eleştiriye tabi tutulmaktadırlar. Gezi kitapları orada duruyor…

Meselenin özü, şehir ve medeniyet terkibi, Diriliş Neslinde Sezai Karakoç üstadın dediği gibi, önce İslam Sitesi kurulmalıdır. Bu site, müslüman olmanın ete, kemiğe, iliğe, duyguya, akla, damara, kana dönüştüğü bir vasatı işaret eder. Çünkü site; Müslümanların Kent kurmalarına giden yolda en önemli duraklardan biridir. Sitede kendi inancını mücessem hale dönüştüren cemaat, kenti kuracak ümmeti inşa için yeterli vizeyi almış olacaktır. Kent/şehir, devletleşmenin, ilişkiler ağının somut düzeyde ahlaki bir karakter kazandığı bir mekâna göndermedir. Bu yüzden medeniyet siteden kente yürüyüşte ortaya çıkarılacak bir düzlemi işaret eder. Şehir/Kent, bir dünya görüşünün mücessem hale geldiği mekândır. Bu yüzden şehir ve medeniyet olmazsa olmaz ikilidir. Bu çerçeve içinde şuur hem şehrin, hem medeniyetin kurucu yapısı, şiar bu kurucu yapının ilkelerini belirler. İrade, şuur üzerinden eyleme dönüştüğü zaman sünnet evrensel bir karaktere dönüşür ve medeniyet halini alır.  

Her kavramı olduğu gibi şehir ve medeniyet kavramını da müslüman olma şuuru üzerinden damıtılmış bir düşünce ile yeniden düşünmek ve işaret taşlarını koymak her müslüman entelektüelin uhdesinde bir sorumluluk olarak durmaktadır. 

 

Kaynak: Her Taraf




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —